Aramak

Dünya Hali

Yahya Sinwar’ın Şehadetiyle Başlayan Yeni Dönem 

Terör Devleti İsrail’in Gazze’yi işgalinin üzerinden bir yıl geçti. 7 Ekim 2023’te Hamas saldırılarını bahane eden Tel Aviv yönetimi, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin 11 Eylül hadisesini bahane ederek Afganistan ve Irak’a girdiği gibi intikam alma iddiasıyla Gazze’ye girdi. Bir yılda şehit olanların sayısı resmî rakamlara tam olarak yansımasa da 50 binin üzerinde. Gözünü kan bürüyen terörist İsrail çocuklara ve masum insanlara terörist muamelesi yapıyor. Olayların sorumlusu olarak gördüğü Hamas yöneticilerini de hedef tahtasına koyuyor. Geçtiğimiz ay, Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da ilginç bir suikastla şehit edilmişti. Sonrasında liderlik koltuğuna Yahya Sinwar oturmuştu. Fakat İsrail ABD’den aldığı istihbarat ve silahlarla Yahya Sinwar’ı da şehit etti. 

Mücadeleci kimliğiyle ön plana çıkan Yahya Sinwar, Hamas için sembolik, İsrail içinse en kritik tehdit unsurlarından biriydi. 61 yaşındaki Sinwar, Gazze’deki tünellerde ailesiyle birlikte yaşıyor ve cephenin en önünde askerleriyle birlikte omuz omuza savaşıyordu. Ömrünü Filistin davasına adamış, bu uğurda her türlü bedeli ödemiş bu kahraman askerin şehadeti, iddialarının ne kadar sahici olduğunu da gözler önüne serdi. Siyonist rejimin askerlerinin cenazesine bile yaklaşmaya korktuğu Sinwar’ın cebinden tesbih çıktı. Herhangi bir tesbih de değil, günlük sayılı vird için kullanılan özel tesbih. Cephede bile zikrullahtan geri durmayan Sinwar, tam da istediği gibi Rabbi’ne kavuştu. 

İsrail destekçiliğinin başını çeken ABD ve İngiltere gibi devletler, Sinwar’ın ölümüyle birlikte ateşkes ihtimalinin güçlendiğini söyleseler de İsrail Hamas’ın koşulsuz teslim olmalarını bekliyor. Hamas ise son fert kalana kadar mücadeleyi sürdüreceğini beyan ediyor. Filistin toprakları, 1948’den beri ömrünü özgürlük davasına adamış kahramanların kanlarıyla sulanıyor. Sinwar da son olmayacak. Ama önünde sonunda kaybeden İsrail olacak.

İsrail Cepheyi Genişletiyor

Ortadoğu’nun kalbinde kanla yazılan senaryonun çapı bölge sathına yayılmak üzere. Gazze’de Hamas’ı yok etmeye çalışan terörist İsrail’in Lübnan’daki hedefinde de Hizbullah ve “destekçileri” var. Destekçi ifadesini özellikle vurguladık, bunu açmak lazım. Zira İsrail için desteklemenin kriteri sadece orada bulunmak. Yani, Lübnan topraklarında doğan iki yaşında bir çocuk da Hizbullah’ı desteklemiş oluyor! Dolayısıyla aslında Hamas bahanesiyle Gazze, Hizbullah bahanesiyle Lübnan işgal ediliyor. 

Ülkeye önce havadan saldıran Tel Aviv’deki kan içici yönetim, ardından karadan ve denizden de harekât başlatarak yüzlerce masumun şehadetine, binlercesinin de topraklarını terk etmelerine sebep oldu. Bir zamanlar Osmanlı sancağının dalgalandığı, bölgenin tarihi ve kültürel bakımdan en zengin ülkelerinden Lübnan, maalesef hastalıklı ruhların talimatıyla bombaların altında eziliyor. 

İsrail işgali sebebiyle yaklaşık 240 bin kişi Lübnan’dan Suriye’ye geçti. Bundan 14 yıl önce Suriye iç savaşında gördüğümüz manzaranın aynısı bu sefer İsrail yüzünden Lübnan’da yaşanıyor. 

Yıllardır Filistin özelinde hayata geçirmeye çalıştığı planları şimdi bölgeye yaymaya çalışan Siyonistler, Lübnan’dan sonra Suriye’ye de müdahale edecek gibi görünüyor. Sonraki hedefleri ise, “vaat edilmiş topraklar” sapkınlığına bakılırsa Türkiye. 1980’li yıllardan bu yana terör örgütlerine yardım ve yataklık ederek neyi amaçladığı malum olan İsrail’in bugünkü niyetinin ne olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Ancak Türkiye İsrail için kâbus. Muhtemel bir saldırıda nasıl bir karşılık alacağını biliyor olsa gerek. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un açıklamaları da bu noktaya işaret ediyor. 

Günümüzün Adolf Hitler’i Netanyahu, cepheyi genişleterek ülkesini ve halkını ateş dolu bir dehlizin içerisinde düşürecek. Geri adım atmanın da mümkün olmadığı bu yolculuk İsrail’in felaketi olacak.

Ateş Netanyahu’nun Kapısına Dayanıyor

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi, İsrail’in bölgede başlattığı ve acımasızca sürdürdüğü işgal girişimi için bir kırılma noktası. Kabul etmek lazım; Mossad’ın Hizbullah’a yaptığı operasyon son derece profesyoneldi. Aynı anda yüzlerce Hizbullah mensubunun üzerindeki çağrı cihazlarının patlatılması, sonrasında, çok güvenlikli yerlerde sıkı koruma altında hayatını sürdüren Nasrallah’ın öldürülmesi tüm dünyanın dikkatini çekti. Ve ülkeleri benzeri operasyonlara karşı tedbir almaya sevk etti. Fakat Hizbullah yapılan saldırının intikamını çok acı bir şekilde alacak gibi görünüyor. İran’ın Ortadoğu’daki aparatı şeklinde konumlanan örgüt, Tahran’dan aldığı lojistik destekle İsrail’e yönelik intikam eylemleri yapıyor. Ülkenin kalbine yapılan bu eylemlerde hedef tabii ki Netanyahu. 

İsrail terör devletinin terörist başbakanı Netanyahu’nun evine Hizbullah’a ait olduğu belirtilen İHA’yla saldırı gerçekleştirildi. Herhangi bir kişinin ölmediği eylem, İsrail başbakanına yönelik olduğu için özel bir anlam taşıyor. Tel Aviv yönetimi, olayın sorumlusunun İran olduğunu söylese de Tahran bu iddiayı reddederek, hadisenin Hizbullah tarafından gerçekleştirildiğini iddia ediyor. Hizbullah bu eylemiyle, “Bizi vurabilirsiniz, çok stratejik operasyonlar da yapabilirsiniz. Ama unutmayın, nefesimiz ensenizde!” demiş oluyor. 

7 Ekim’de “demir kubbe”yi delen Hamas füzeleri, yenilmezlik pozları veren İsrail’in sadece savunma sistemini değil, imajını da delmişti. Şimdi de ele başlarına “kendinize bu kadar güvenmeyin” mesajı iletiliyor. 

Bumerang diye bir silah var, malum. Netanyahu’nun tutuşturarak Ortadoğu’da sağa sola fırlattığı bumerang dönüp dolaşıp kendisini vuracak. Hesabını azılı milletine vereceğini düşünse de tarihe karşı veremeyecek. Allah Teâlâ’nın adaleti de inşallah en kısa zamanda tecelli ederek zalimlerin sonunu getirecek.

İsrail’den Fransa’ya Nazi Benzetmesi

Ortadoğu’da tarihin en büyük soykırımlarından birine imza atan İsrail, bir yandan da Batı’ya kendisinin ne kadar haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ye kendisini anlatmasına da gerek yok. Çünkü ne yaparsa yapsın, Washington yönetiminin gözünde Siyonist İsrail hep haklı. Hele ABD’de yapılacak seçimin öncesinde hiç kimse İsrail’e “Ne yapıyorsun?” diye sormayı göze alamıyor. Dahası, adaylar kendilerinin İsrail’e daha fazla destek vereceği yönünde seçmenleri iknaya çabalıyor. İngiltere’de de durum çok farklı değil. 

Fransa ise ilginç bir şekilde yaşanan onca şeyin ardından İsrail’i eleştirme cesaretini gösterebildi. Cumhurbaşkanı Macron, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarda kullanacağı silahların sevkiyatını durdurma çağrısı yapmıştı. Macron’un çağrısına tepki gösteren Netanyahu, İsrail’in İran’a karşı bir “medeniyet savaşı” verdiğini dile getirerek silah ambargosunun ayıp olduğunu söylemişti. Macron da kendinden hiç beklenmedik bir şekilde İsrail’in Birleşmiş Milletler (BM) kararıyla kurulduğunu hatırlatarak Netanyahu’yu BM kararlarına uymaya davet etmişti. 

Soykırımcı İsrail’in Savunma Bakanı Gallant, bu gelişmeler üzerine Fransa’yı Yahudi düşmanlığı yapmakla suçladı. Üstelik söz konusu yasağın İsrail’in düşmanlarını desteklemek anlamına geldiğini söyleyen soykırımcı bakana göre Fransa bunu hep yapıyor. 7 Ekim saldırılarının hemen sonrasında Filistinlilerle ilgili “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz. Mücadelemizi ona göre sürdüreceğiz” diyen Gallant, bırakın saldırmayı, kendilerine yönelik en küçük tepkiyi bile düşmanlık olarak nitelendiriyor. 

Siyonizm, dünyanın bütün toplumlarının Yahudilerin kölesi olduğunu savunan sapkın bir ideoloji. Ortadoğu’da yaklaşık 10 milyon nüfuslu küçük bir terör devleti, utanmasa “dünyanın tamamı bizim” diyerek meydan okuyacak. Daha da ilginci, İslâm dünyasını da geçtik, 9 milyara yakın insan aralarındaki 10 milyon saplantılı ruh hastasına “dur” diyemiyor. Umarız bu küstahlık daha fazla zıvanadan çıkmadan birileri harekete geçer.

Suriye ile Normalleşme Ne Zaman?

Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte, özellikle Kuzey Afrika’da büyük dönüşüm süreci yaşanmıştı. Dönüşümün oradaki toplumlara nasıl etki ettiğini aradan geçen on dört yıl sonra daha net gözlemleyebiliyoruz. Baskıcı ve zorba olarak tarif edilen liderlerin devrilmesi, yeni ve içinden çıkılması çok daha zor krizlerle karşı karşıya bıraktı insanları. İstikrar sağlanamadı. Yüzbinlerce insanın hayatı baştan aşağı değişti. 

Suriye de bu ülkelerden biri maalesef. Devlet Başkanı Esad koltuğundan olmadı ama artık Suriye eski Suriye değil. Rusya’nın güdümünde kalmayı tercih eden Baas rejimi, Putin’in direktiflerinin dışına çıkamıyor. Asırlardır sürdürdüğü “sıcak denizlere inme” idealini de ilk defa gerçekleştiren Rusya ise bu fırsatın nimetlerinden sonuna kadar istifade etmeye çalışıyor. Şimdilerde İsrail işgali ile uğraşmaya hazırlanan Suriye’de, kabinesinin çoğunu Rus Yahudilerinin oluşturduğu İsrail’e karşı Rusya’nın takınacağı tavır ülkenin geleceğine ilişkin fikir verecek bize.

Türkiye’nin bu yeni dönemde Suriye ile ilgili takınacağı tavır da önemli. Çünkü İsrail’le arasında adeta tampon vazifesi gören bu ülke ile krizin devam etmesinin ne Türkiye ne de Suriye için bir faydası olmayacak. İki ülke arasındaki gündemlerin en önemlisi kuşkusuz PKK/PYD’ye verilen destek ve Suriye’nin kuzeyinde kurulacak Amerika ve İsrail uydusu bir Kürt yönetimine müsaade edilmemesi. Bu hususta yapılacak anlaşma sonrası sığınmacıların geri dönüşü daha kolay olacak. 

Esad yönetimi ile terör örgütüne destek verilmemesi ve kuzeyde özerk yönetim kurulmasının engellenmesi konusunda hayli mesafe kat edildiği konuşuluyor. Anlaşmanın sağlanamadığı yönünde bilgiler paylaşılsa da henüz iki taraftan da bu yönde bir açıklama yok. Bölge böylesine karışıkken uzlaşıdan başka bir çare de görünmüyor. İnşallah kriz en kısa zamanda iki ülkeyi de tatmin edecek şekilde çözülür. Yoksa Türkiye veya Suriye’den herhangi birinin karşı karşıya kalacağı tehdit ister istemez diğerini de etkileyecek.

İlk Adım Sınır Hattını Tahkim Etmek

Her ne kadar kimileri tarafından ciddiye alınmasa da, Türkiye için İsrail diye bir tehdit her zaman bulunuyor. Devletler arası ilişkilerde zaman zaman zirveye çıkan diyaloglar, zamana ve şartlara göre şekil değiştiriyor. Maalesef Ortadoğu’da İsrail isimli bir devlet 14 Mayıs 1948’de resmen kuruldu. Ve 1 Nisan 1949’da İsrail’i ilk tanıyan Müslüman devlet de Türkiye oldu. Yıllar içerisinde Türkiye ile İsrail arasında kriz olarak tanımlanabilecek pek bir gerilim de olmadı. İki ülke çoğunlukla ilişkilerini dengeli bir siyaset üzerine inşa etti. İsrail’in sinsi yaklaşımı Türkiye’nin iktidar erklerini ya uyandırmamış ya da konjonktür gereği İsrail’in düşmanca tavırları görmezden gelinmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2003’te başbakan olmasıyla yeni bir döneme giren Türkiye-İsrail ilişkilerinin, 2005’teki ziyaretiyle olağan akışında devam edeceği zannediliyordu. Ancak sonrasında zulme sessiz kalamayacağını belirterek kullandığı sert ifadeler ve 2009’daki “one minute” çıkışı, İsrail’in Türkiye’ye karşı asıl niyetini ve gizlediği planları ifşa etmesine vesile oldu. 

İsrail için Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti bir düşman. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Herzog aksini iddia etse de başta Netanyahu olmak üzere pek çok siyasetçi kirli düşüncelerini açıkça dillendiriyor. İşgalin Suriye’ye kadar ilerlediği bu dönemde, daha önce sınırımızda uydu bir Kürt devleti kurdurma çabalarını destekleyen İsrail’e karşı önlem almak şart oldu. Suriye’nin kuzeyinde kurulacak olası Kürt devletinin önüne geçmek önlemlerin ilki. Ardından da Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimi ile ilişkilerin olumlu zeminde ilerlemesine yönelik adımlar da ikincisi. 

Türkiye, bu coğrafyada güvenliği sağlarsa tehdit daha başlamadan bertaraf edilir. Bölgesel Kürt Yönetimi başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyaretinin altında da bu yatıyor. Türkiye bu hatta güvenliği tahkim etmek zorunda. İçeride birlik ve beraberliği de sağlayarak tabi. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy