Aramak

İbrahim İmamoğlu

Kur’an-ı Kerim’de Fitne Kavramı

Fitne kelimesi Kur’an-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 60 kez geçer. Ayetlerde kişisel, toplumsal ve ümmet olarak karşılaşabileceğimiz fitneler belirtilerek bunlara karşı önlem alınması, özellikle sabır ve metanet gösterilmesi emredilir. 


Fitne, Arapça bir kelimedir ve sözlükte “altın gümüş gibi değerli madenleri cürufundan ayırmak için ateşe atmak ve eritmek” demektir. (Râgıb el-İsfehânî, 1412: 623) Altını eritip saflaştırana “Fettân: Kuyumcu” denilmiştir. Zor ve sıkıntılı zamanlar için Türkçemizde de bu manaya uygun olarak “fitne ateşinin yanması” tabiri kullanılır.

Kur’an-ı Kerim’de fitne, kök anlamlarıyla irtibatlı olarak birçok anlamda kullanılmıştır. İmtihan, ateşe atılma, bela, kargaşa, karışıklık bunlardan bazılarıdır. 

Ateşe atılma anlamında fitne 

Bu anlamla ilgili olarak Burûc suresi 10. ayet örnek olarak verilebilir. Mealen şöyledir: 

“Hakikat, erkek müminlerle kadın müminleri belaya uğratanlar/ateşe atanlar, sonra da tevbe etmeyenler (var ya). Onlar için cehennem azabı vardır, bir de yangın azabı.”

Ayette geçen “fitne” kelimesinin ateşe atmak olduğu İbn Abbas radıyallahu anhudan ve Mukâtil rahmetullahi aleyhten rivayet edilmektedir.
(Râzî, 1320: 31/113) 

İmtihan anlamında fitne

Enbiya suresi 35. ayette mealen şöyle buyurulur:

“Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. (Nihayet yine) ancak bize döndürüleceksiniz.”

Mealdeki “imtihan” kelimesi ayette “fitne” olarak geçer. Buna göre insan bu dünyaya sınanmak, imtihan olmak için gelmiştir. Ayet-i kerimede dünyanın fani olduğu, burada yaşanılanların hayır da şer de olsa geçici olduğu, bu imtihan yerinde kişinin tutumlarına bakılacağı vurgulanır. Burada ne varsa geçicidir; esas olan, bu konup göçme yurdunda beka yurdu için ne hazırlık yapıldığıdır. Ayette geçen “hayır” yani iyilik, bolluk, rahatlık da imtihandır. Hz. Ömer radıyallahu anhunun bu konuyla ilgili şu duası önemlidir: “Ya Rabbi, sıkıntıya sabrettiğimiz gibi rahatlığa karşı da bize sabretme gücü ver.” 

Rahatlığa sabretme meselesi gerçekten önemlidir. Sahip olunan maddi manevi imkânlar da fitnedir, yani imtihandır. Hakkı verilmediğinde yani şükredilmediğinde imtihan kaybedilmiş demektir. Bu noktada şükrün sadece dille olmadığını hatırlamak gerekir; şükür en başta nimeti marufa kullanmaktır. Maruf ise nefsin konforu değil, Allah yolunda yapılması gerekenleri yapmaktır. 

Bu meyanda mesela anne babanın hayatta olmasının şükrü onlara merhamet kanatlarını sermek, gerekli desteği sağlamaktır. Zenginlik ölçüsünde geliri olanın şükrü, en azından malının zekâtını vermektir. Örnekler çoğaltılabilir.

Fitne ve sabır

Şer ile imtihan ise dünyadaki sıkıntı, zorluk, meşakkat ve fakirlik olarak tefsir edilmiştir. (Râzî, 1320: 22/143) Bununla ilişkili olarak Bakara suresi 155. ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de maldan, candan ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” 

Ayetten anlıyoruz ki kulun sabır gereken durumlarla karşılaşması Mevlâ Teâlâ’nın bir adetidir. Dünyada yaşayan herkes kendince sıkıntılara düçar olur. Önemli olan zorluk ve sıkıntı anlarında sabır göstermektir. 

Sabır pasif bir kabulleniş değildir. Ortaya çıkan olumsuz durumla ilgili yanlış ve hatalar nelerdir, nefsin payı var mıdır gibi sorgulamalarla gerekli dersler çıkarılır, tevbe istiğfar ile Âlemlerin Rabbi’ne sığınılır ve O’nun kaderine boyun eğilir. 

Sıkıntılı zamanlar, Allah’ın kudretini, azametini hissettirdiği, kulun da muhtaçlığını idrak ettiği zamanlardır. Müslümanların karşılaştıkları sıkıntılar onları terbiye etmeye, olgunlaştırmaya yöneliktir. Bu yönüyle sabır bir farkındalık halidir ve Allah’a dayanmak ve tevekkül etmektir. Sıkıntı ve darlıkla terbiye eden Allah’a hamdetmek bir kulluk borcudur. 

İmtihanların en zorunu peygamberler yaşamışlardır. Peygamberimize atılan mecnun, yalancı, akrabalık bağlarını kopartan iftiraları bu ağır imtihanın bir parçasıdır. Ebu Cehil, Bedir savaşında iki ordu karşı karşıya geldiğinde “Allahım, aramızda akrabalığı kesen, bilmediğimizi bize getiren hangimiz isek onu helâk et” diye dua etmiştir. (Süyûtî ve el-Mahallî, ty: 152) 

Oysa Ebu Cehil’in ve o anlayışın getirdikleri Kâbe’de bilinmeyen şeylerdi. Tarih boyunca Kâbe, Hz. İbrahim aleyhisselamın tebliğ ettiği tevhidin sembolü olmuştur. En başından itibaren insanlığın asıl yönelimi şirk değil tevhiddir. Şirk en büyük zulüm ve fitnedir. Nitekim insanlık, ilâhlık davası güden “tanrı krallar”, “tanrısal otorite ve iktidarlar” sebebiyle nice zulümler görmüş, büyük bedeller ödemiştir. Tevhid ise yeryüzünde huzurun ve barışın anahtarı olagelmiştir. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke’yi fethettiğinde Kâbe’de bulunan ve her biri bir kabilenin iktidarını da temsil eden 360 putu kırmıştır. Gerektiğinde Mekke’de müşriklerle, Medine’de münafıklar ve Yahudilerle savaşmıştır. Bedir, Uhud ve Hendek gazveleri fiilî olarak yapılan savaşlardır. 

Buna mukabil O, Hz. Aişe radıyallahu anhâ annemize yönelik iftiraya maruz kaldığında sabırla sükût etmiştir. Hak Teâlâ, annemizin masum olduğunu vahiyle bildirmiştir. (Nur 11-12) 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ümmetine iki durumda da dersler vermiştir. Buna göre bazen ateş yandığında söndürmek için var gücümüzle gayret ederiz. Ama bazen oturduğumuz yerden kalktığımızda ortaya çıkan rüzgâr ateşi daha da alevlendirir. Bu durumda ateşin sönmesi için hareket etmemek gerekir. Yürürken durmak, dururken oturmak elzemdir. Bu sebeple ümmetin belki de en büyük imtihanlarından biri olan Sıffin savaşında ashabın büyük çoğunluğu taraf olmamıştır. Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh Sıffin savaşı için şöyle der: “Onlar kanlarıyla kılıçlarını kirlettiler. Biz de onların yaptıklarını konuşarak dillerimizi kirletmeyelim.”

Dinle ilgili fitne

Fitne Din-i Mübin’le ilgili de olabilir. Bu da dinin esaslarıyla ilgili algı ve anlayışın bozulmasıdır. Bu durumun doğrudan hayata yansımaları da olur. Kulun Rabbi ile arasındaki münasebet bozuldukça psikolojik ve toplumsal bozulmanın baş göstereceği malumdur. 

Bilindiği üzere yasal düzenlemeler sosyal düzeni sağlamada yetersizdir. Bu bakımdan insanlık tarihi boyunca ahlâkın hayatî önemi vardır. İnsanların din algısı bozuldukça, âhiret ve hesap şuuru eksildikçe ahlâk da eksilmeye başlar. 

Bu bağlamda aileye, devlete ve topyekûn topluma ahlâk eğitimiyle büyük görevler düşmektedir. Toplumsal boyuttaki fitnenin en büyük göstergesi insanların ahlâkî erdemlere duyarsız kalmasıdır. 

Mal ve evlat fitnesi

Enfâl suresi 28. ayet-i kerimede mealen;

“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır” buyurulur. 

Ayette geçen “fitne” kelimesi imtihan, deneme aracı demektir. (Taberî, ty: 13/486) Çocuk ve mal sevgisi eğer haddi aşmaya götürürse imtihan kaybedilmiş demektir. Aile sevgisi ve mal biriktirme hırsı insanı dünyaya aşırı meyletmeye götüren iki şey olarak karşımıza çıkar. Bu iki şey, Allah’a ve insanlara karşı vazifelerimizi yapmaya engel olursa veya suistimale götürürse kişinin fitnesidir. Başka bir ifadeyle âhiretini kaybetmesine sebep olacaktır. 

Bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu hadise bildirilmektedir: Hendek savaşında, Yahudi Kurayzaoğulları, Medine Sözleşmesi’nin gereği olarak Medine’ye bir saldırı olursa ortak savunma yapılacağı maddesine aykırı olarak Mekkeli müşriklerle ittifak kurmuşlardı. Kuşatmadan hemen sonra Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber’de yerleşik bulunan Kurayzaoğulları’nın üzerine yürümek üzere bir askerî birlik hazırlamıştır. Hayber kuşatması yirmi bir gün devam etmiş, sonunda Kurayzaoğulları teslim olmuşlardır. 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem, bu ihanete nasıl karşılık verileceğini belirlemek için Yahudileri ve Tevrat’ı çok iyi bilen Saad b. Muaz radıyallahu anhuyu görevlendirmiştir. Yahudiler görüşmeler sırasında eski komşuları olan; çocukları, ailesi ve malları halen Hayber’de bulunan Ebû Lübâbe el-Ensârî radıyallahu anhu ile de görüşmek istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu da görüşmeye gönderdi. Ebû Lübâbe onlara Sa‘d b. Muâz’ın hükmüne boyun eğmelerini ve teslim olmalarını tavsiye etti. Bunun kılıçtan geçirilmek demek olduğunu anlatmak için de eliyle boğazını işaret etti. Fakat daha sonra pişman oldu ve bu davranışıyla Allah’a ve Resûlü’ne ihanet ettiğini düşünerek, Hz. Peygamber’in yanına uğramadan mescide gidip kendisini bir direğe bağlattı. Affedildiğine dair âyet nâzil oluncaya ve bizzat Hz. Peygamber tarafından çözülünceye kadar altı gün yiyip içmeden direğe bağlı olarak kaldı. Sonraları bu direk “tevbe direği” diye anıldı. (Vâhidî, 1411: 478)

Sıkıntı, bela anlamında fitne

Enfâl suresinin 25. ayet-i kerimesi bu anlama örnektir. Mealen şöyle buyurulur:

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden yalınız zulmedenlere çatmaz (genele de sirayet eder). Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır.” 

Bu ayet bize bazı bela ve sıkıntıların sadece sebep olanları değil, toplum ya da ümmet ölçeğinde herkesi etkileyeceğini bildirmektedir. Tefsir kitaplarımız, Sıffin savaşında Zübeyr b. Avvam radıyallahu anhunun bu ayeti okuduğu bildirilmektedir. (Selabî, 2002: 4/344) 

Maalesef kötülüğün iyiliğe göre dikkatleri üzerine çekme ve daha çabuk yayılma gibi bir özelliği vardır. Özellikle kitle iletişim araçlarının bilgiyi ve haberi çok hızlı bir şekilde yaydığı günümüzde toplum kötülüğün zararlarına karşı daha savunmasız durumdadır. Kötülüğün, yanlışın karşısında olmak imanımızın bizlere yüklediği bir görevdir. Hadis-i şerifte buyurulduğu üzere müminler kötülüğü eliyle düzeltmeli, gücü yetmiyorsa diliyle düzeltmelidir. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetmelidir.
(Müslim, İman 78) 

Bununla birlikte toplumun maddi refahını temin etmekle vazifeli kişiler bulunduğu gibi manevi olarak da ihya ve inşa edecek vazifelilere her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu meyanda eğitim kurumlarımız çocuklarımızı ve gençlerimizi dinî ahlâkî bakımdan eğitecek güçlü bir müfredat hazırlamalıdır. 

Dünyadaki bütün Müslümanları etkileyen, imanlarını yaralayan pek çok hadise bu dönemde başımıza gelmektedir. İnsanlığın yaşadığı bu olağanüstü dönemde yaşananlar normal görülmemeli ve sineye çekilmemelidir. Bugün insanlık, özelde ise Müslümanlar imtihanın en büyüğüyle karşı karşıyadır. Devam etmekte olan gözyaşı, kan ve zulme müteyakkız bir imanla karşı durulmalıdır. Dünyanın herhangi bir yerinde İslâm’ın hârim-i ismetine yapılmış bir saldırı bütün Müslümanlara yapılmış demektir. Kur’an-ı Kerim, Müslümanları sağlam bir binaya benzetmektedir. (Sâf 4) Yaşadığımız fitneler karşısında duyarsız kalmak, imtihanın kaybedilmiş halidir. 

Sabır pasif bir kabulleniş değildir. Ortaya çıkan olumsuz durumla ilgili yanlış ve hatalar nelerdir, nefsin payı var mıdır gibi sorgulamalarla gerekli dersler çıkarılır, tevbe istiğfar ile Âlemlerin Rabbi’ne sığınılır ve O’nun kaderine boyun eğilir. 

Faydalanılan Kaynaklar:

Celalâddin el-Mahallî ve Celâledddin es-Süyûtî. Tefsîr el-Celâleyn. İst: Çağrı yay. t.y.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb. Beyrut: Dâr İhyâ et-Turâs el-Arabî, 1320.
İbn Cerîr et-Taberî. Câmiu’l-Beyân an Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân. Mekke, Dâru’t-Terbiye ve’t-Turâs, ty. Râgıb el-İsfehânî. el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru’ş-Şâmiyye, 1412.
es-Sa‘lebî. el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân. Beyrut: Dâr-ı İhyâi’t-Turâs, 2002.
Vankulu Mehmed Efendi. Vankulu Lügati. İst: Yazma Eserler Kurumu Bşk. 2015.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy