ŞAHSİYETE DAİR
Başta hukuk ve pedagoji olmak üzere pek çok alanı ilgilendiren “şahsiyet” kavramı, Arapça şahıs kelimesinden türetilmiş, Türkçe karşılığı “kişilik” olan, tasavvufun da merkezinde bulunan çok önemli bir kavramdır.
Hukukta şahsiyet, “hak ve borçlara sahip olabilen varlık” anlamında kullanılır ve gerçek anlamda sadece insana ait bir özellik olarak kabul edilir. Batılı hukuk sistemlerinde 1850’lere kadar köleler şahıs kabul edilmez, herhangi bir hakka sahip olamazlardı. Hatta bazı suçları işleyenlere verilen kürek, sürgün gibi cezalara mahkûm edilenler de hükmen ölü kabul edilir ve kişilik haklarını kaybederlerdi.
İslâm hukukunda ise köleliğin devam ettiği dönemlerde köleler, bazı temel haklardan yoksun olsalar da Batı’da olduğu gibi hiçbir hakka sahip olmayan bir varlık muamelesi görmemişti. Aksine “yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” prensibi esastı ve hürriyete kavuşturucu pek çok tedbir alınmıştı.
Gerçek şahıs, tüzel şahıs
Hukukta şahıs denilince gerçek şahıslar yani insanlar kast edilse de, zamanla belirli örgütlenmeyi gerektiren ve özel bir amacı olan insan veya mal topluluklarına da şahıs denilmeye başlanmıştır. Günümüzde bunlar için “hükmî şahıs”, “tüzel kişi”, “manevi şahıs” gibi kavramlar kullanılmaktadır. İslâm hukukunda da bu kavramın varlığını kabul edenler, devlet, beytülmal, vakıf gibi kurumları buna örnek olarak gösterirler.
Şahıs hukuku, medenî hukukun önemli bir alanı olarak kanunlar tarafından düzenlenir. İslâm hukuku kaynaklarında ilk zamanlardan itibaren fakihler tarafından detaylıca irdelenmiş, ilgili hükümler hem usûl-i fıkıh hem de füru kaynaklarında açıklanmıştır. Fıkıh açısından şahıs kavramının mahiyetini merak edenler “ahvâl-i şahsiyye” türü fıkıh kitapları başta olmak üzere ilgili kaynaklara müracaat edebilirler.
Pedagojide yani eğitim biliminde şahsiyet, “insanın hem genetik hem de çevresel faktörlerin etkisiyle süreklilik arz eden özelliklerinin toplamına” denilmektedir. Yani kişiye özel vasıfların tamamına şahsiyet veya kişilik denir. Hiçbir insanın kişiliği, diğerine benzese de aynı olmaz. Parmak izi gibidir. Zaten şahsiyet gelişiminde hedef bu değildir. Farklılıkları ortadan kaldırmak, tek tip kişilik inşa etmek İslâm’ın amacı değildir.
İslâmî kültür ve ilim mirası içinde şahsiyet hakkında en çok fikir üretenler tasavvuf âlimleri olmuştur. Çünkü “şahsiyet geliştirmek” kavramının diğer adı tasavvufun esas konusu olan nefs terbiyesidir.
Genetik miras, çevre etkisi
Uzmanlar, kişiliğin oluşumunda rol oynayan iki temel faktörden biri olan genetik mirasın payının yüzde yirmi, otuz oranında olduğunu, diğer faktör olan çevrenin ise yüzde yetmiş, seksen oranlarında olduğunu söylemektedir. Buna göre kişilikte çevrenin etkisinin çok büyük olduğu görülmektedir. Diğer yandan kişi ebeveynlerden genetik olarak daha çok fiziksel özelliklerini almakta, manevi özellikleri ise çevrenin etkisiyle şekillenmektedir. Aile, sadece genetik olarak değil, çevre olarak da çok büyük bir role sahiptir.
Müslüman ilim adamlarının bir kısmı, özellikle bazı düşünürler ve mutasavvıflar, kadim kültürlerin de etkisiyle fiziksel özelliklerle kişilik arasında ilişki kurarlar. İlk Müslüman filozof olarak kabul edilen Kindî’den İbn Sina’ya hemen bütün filozoflar eserlerinde buna geniş yer verirler. İbn Haldun, Muhyiddin İbn Arabî, Fahreddin Râzî, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi âlim ve sûfîler, fiziksel özelliklerle kişilik arasındaki ilişkiye özel olarak ilgi göstermiştir. Şahsiyetin bu yönü, günümüzde çok dikkate alınmasa da psikoloji ve biyoloji teorilerinde kendine yer bulmaktadır.
Şahsiyetin oluşumunda genetik mirasın belli bir role sahip olması, yuva kuracak kişilerin eş seçiminde dikkate alması gereken bir husustur. İyi bir eş, doğacak çocukların da avantajlı doğmasına vesile olacaktır. Fiziksel kusurlara sebep olma ihtimali yönüyle yakın akraba evlilikleri önerilmez. Zekâ geriliği olan, akıl sağlığı açısından problemli kişilerin evlenmesi, evlendirilmesi uygun değildir. Mal idare etmeyi beceremeyen zayıf karakterli kişilerin de evlenmesi doğru değildir.
Şahsiyetin gelişiminde asıl etkiye sahip olan çevre esas dikkat edilmesi gereken husustur. Kişinin ilk çevresi ailesidir. Gen aktarımı yoluyla çocuğun kişiliğinde rol oynayan anne baba, çocuk dünyaya geldikten sonra da bir çevre faktörü olarak rol oynamaya devam eder. Kişiliğin manevi temelleri ailede atılır. Aile ahlâk ve maneviyat bakımından ne kadar güçlü ise çocuk da o kadar güçlü olur.
İnsan iki şeyden birini hayatın merkezine koyar: Ya dünya zevkleri ya da âhiret saadeti. Eğer ebedi hayatı önceliyor ve hayatımızın merkezine koyuyorsak, edindiğimiz çevre de ona uygun olmalıdır.
Ağaç yaşken eğilir
Kişiliğin şekillenmesinde en büyük etki küçük yaşlarda gerçekleşir. Yaş ilerledikçe kişilik de oturacağından, ileri yaşlarda şahsiyet değişimi zorlaşır. “Ağaç yaş iken eğilir” sözünü böyle anlamak gerekir. Aileden iyi bir terbiye almamış olanların sonradan terbiye kazanması zordur. Toplumda sorunlu bireylerin çoğunlukla sağlıklı bir aile ortamından mahrum, aile birliği dağılmış, anne baba şefkati görmemiş çocuklar olduğunu unutmamak lazımdır.
Belirli bir yaştan sonra okul, şahsiyetin gelişiminde ikinci çevre faktörü olarak devreye girer. Anaokulundan üniversiteye kadar devam eden bu devrede kişilik büyük ölçüde şekillenir. Artık çocuğun hayatında eğitmenleri ve arkadaşları da vardır. Ailenin çocuk üzerindeki etkisi zayıflamaya başlar. Lise ve üniversite dönemlerinde kişi bağımsız davranışlar ortaya koymaya, ailenin etkisinden çıkmaya yönelir. Bu bakımdan iyi bir okul seçimi son derece önemlidir. Çocuk kötü arkadaşlardan kötü şeyler alabilir. Ebeveynlerin çocuklarını bu dönemde yakından takip etmeleri gerekir. Sorumluluğu okula havale etmek çok büyük bir yanlıştır.
Meslek ve iş çevresi
Çevre unsurunun üçüncü halkası iş çevresidir. Kişinin yaptığı iş vesilesiyle oluşan arkadaşları şahsiyet üzerinde önemli etkilere sahiptir. Hatta bu arkadaşlardan evvel işin kendisi karakter gelişiminde rol oynamaktadır. Bazı meslekler kişiyi ahlâkî ve manevi ideallere yönlendirir. Bazı işler ise dünyevî arzuları harekete geçirir. Kişi de yaptığı işe göre bir eğilim içine girer ve olumlu veya olumsuz etkilere maruz kalır.
İş ve iş çevresinin etkisi sadece iş saatiyle sınırlı kalmaz. İnsanlar çoğu defa iş arkadaşlarıyla iş dışındaki zamanlarında temas kurar. Bu nedenle hem meslek seçiminde hem de iş arkadaşları hususunda dikkatli olunmalıdır.
Seçilmiş sosyal çevre
Çevrenin son halkası ise kişinin boş vakitlerinde sosyalleşmek için kendi tercihiyle oluşturduğu sosyal çevresidir. Gittiği kafeler, çay ocakları, dernekler, kulüpler, vakıflar, spor merkezleri gibi sosyalleşme alanlarında birlikte olduğu insanlar, hayatın en önemli evresinde yani âhirete yaklaştığı zamanda kişi üzerinde etkili olur. Önceki çevreye nispetle daha çok kişinin kendi iradesiyle oluşturduğu bir çevre olduğu için sosyal çevre aynı zamanda âhiret hayatının da istikametini gösterir niteliktedir.
İnsan iki şeyden birini hayatın merkezine koyar: Ya dünya zevkleri ya da âhiret saadeti. Eğer ebedi hayatı önceliyor ve hayatımızın merkezine koyuyorsak, edindiğimiz çevre de ona uygun olmalıdır. Sabahtan akşama dünyevî hesaplar yapan, dünya zevklerinin peşinden koşan kişilerden oluşan bir çevre içinde ebedi hayata hazırlanmak mümkün değildir. Bu nedenle gayesi Allah rızası olan, ebedi saadetin peşinde koşan bir çevre edinmek zaruridir.
Bilinçli bir Müslümanın, aksine yapılan propagandalara kanmayıp, ehl-i sünnet olan istikamet sahibi bir cemaate, kendine rol model olacak, hak ve hakikati gösterecek bir rehbere ve mürşide şiddetle ihtiyacı vardır. Dolayısıyla İslâm toplumlarının en kadim sosyal yapılarından olan tasavvufî bir cemaat içinde bulunan kimsenin bunu büyük bir lütuf olarak görmesi, şükretmesi ve dört elle sarılması gerekir.