Çocuğum Okulda
Bizim jenerasyon iyi bilir. Biz öğrenciyken anne babalarımızın okulumuza gelmesi için ya veli toplantısı için çağırılmış olması gerekirdi ya da bedenimizi oluşturan hücrelerimizin bir kısmının ağır hasar almış olması. Çünkü çocuk dediğin efendi gibi okuluna gidip, arkadaşlarına ve öğretmenlerine herhangi bir problem çıkarmadan eve dönmekle mükellefti.
Hele de bizimki gibi bir gecekondu mahallesinde büyüyorsa, buna ilaveten başka yükümlülükleri de olurdu. Mesela karşıdan karşıya geçerken arabaların altında kalmamak gibi. Veya yukarı mahallenin mafyacılık oynamaya hevesli hırçın bebelerinden dayak yemeden günü bitirmek başlıca görevlerindendi.
Ya da her an bir köşeden çıkıvermeye hazır olan köpek grupları ile uzlaşma sağlayıp, meseleyi ısırılmadan yalnızca kovalanarak halledebilmesi gerekirdi. Çünkü bilirdi ki böyle ufak tefek(!) şeyler anne babasının okul yollarına düşmesi için delil yetersizliği sayılacaktı.
Şimdi öyle mi?! Şimdiki çocukların bırakın fiziksel anlamda zarar görmelerini, psikolojilerinin kelebek kanadı kıvamındaki hassasiyetlerine bir gölge düşecek diye hem ailelerinin hem de öğretmenlerinin ödü kopuyor!
Bundan şikayetçi değilim tabii. Neticede ben de bir öğrenci anasıyım. Elbette bizlerin devri ile kıyaslayıp çocuklarımızın mental dayanıklılık çıtalarına yüklenecek değilim. Ruhsal konforlarının öncelenmesi konusunda anneliğimden aldığım tüm yetki ile yanlarındayım. Ama sanki bazen bazı veliler bu durumu biraz fazlaca abartıyorlar gibime geliyor.
. . .
– İyi günler hocam, ben Hikmet Fırılcan’ın annesiyim. Benimle görüşmek istemişsiniz?
– Aa evet, buyrun hoşgeldiniz.
– Hoşbulduk hocam. Mesajınızı alınca biraz telaşlandım, oğlumla ilgili bir problem mi var?
– Aslında hayır, oğlunuzla ilgili BİR problem yok hanımefendi. Maalesef oğlunuzla ilgili birden fazla problem var..
– Hayırdır inşallah! Bundan önceki dört okulunda oğlumla ilgili hiç problem yaşamamıştık, inanın çok şaşkınım.
– Oğlunuz henüz 2. sınıfta! Ve bildiğim kadarıyla o dört okuldaki meslektaşlarımız da aşağı yukarı aynı sebeplerden muzdaripmiş.
– Yanlışınız var hocam. Biz o okullardan yavrumun potansiyelini tam olarak açığa çıkaramadıkları kanaatine vardığımız için kaydını almıştık.
– Anlıyorum, öyledir mutlaka. Gelelim bizim okulumuzdaki duruma. Bakın hanımefendi, nasıl söylesem, oğlunuz biraz hırçın. Kurallara uymakta güçlük çekiyor. Biliyorsunuz, geçen hafta üzerine çivi ile resim yapmaya çalıştığı için akıllı tahtamız kullanılamaz hale geldi.
– Aaa, siz onu mu diyorsunuz? Ben de diyorum büyük bir sorun var herhalde. İlahi hocam! Ben konuştum çocuğumla. Alışılagelmiş malzemeler kullanmak yerine yeni şeyler denemek istemiş. Sıradışı bir ruh değil mi?
– Evet, ama aynı çiviyi bir öğretmen arkadaşımızın arabasının lastikleri üzerinde de değerlendirmiş.
– Evet evet, söylemişti. Bu kadar yumuşak lastikler o kadar ağır arabaları nasıl taşıyor diye merak etmiş, o sebeple lastiklerin içini de görmek istemiş. Bu yaşımda benim aklıma gelmez hocam! Ay nasıl akıllı, nasıl geniş bakıyor dünyaya annesinin bir tanesi...
– Hadi buna merak diyip geçelim, ki geçmemeliyiz. Ama geçtik diyelim. Peki, ya sıra arkadaşı Pırıl Işıl Sude Naz’a yaptıkları?
– Haa, onu mu diyorsunuz, ilahi hocam! Ben de ne diyecek diyorum. Geçenlerde amcası ameliyat olunca tıbba merak saldı. Anatomi üzerine birtakım çalışmalarda bulunmak istedi. Biz de babasıyla bilinçli ebeveynler olarak ufkunu açmak için birkaç tane ameliyat videosu izlettik.
– Benimle alay mı ediyorsunuz hanımefendi?! Çocuğunuz açılın ben doktorum diye bağırarak kızcağızın koluna serum diye kalem saplamış! Ardından da resim dersi için taşıdığı küt uçlu makasıyla kızın saçlarını ense kökünden kesmiş!
– Aaaa! Ciddi misiniz?! Gerçekten mi hocam? Kulaklarıma inanamıyorum…
– Maalesef ciddiyim ve inanın artık hem öğretmen arkadaşlarımızın hem de diğer velilerin sabrı taşmak üze...
– Ah annesinin bir tanesii, ah benim sanatkâr evlâdım! Demek saç tasarımıyla da ilgileniyor, bak biz bunu hiç farketmedik görüyo musun. Tüh!.. Babası da üzülecek şimdi. Neyse neyse, hiçbir şey için geç değil. Hemen bir kurs falan bakayım ben. Belki de geleceğin en ünlü kuaförlerinden birisi olacaktır.
– Ama hanımefendi... bakın ben.. bakın çocuğunuzu maalesef okulumuzda… Hanımefendi, çocu...
– Çok teşekkür ederim hocam, böyle bir konu için çağırmanız gerçekten beni çok mutlu etti. Sizin gibi hoca da zor bulunur, böyle bir okul da. İşte feraset, işte basiret! Ülkedeki her okulun sizin gibi çocuklarımızdaki potansiyeli fark edip ailelerle iş birliği yapan neferlere ihtiyacı var!
. . .
Şimdi ayıp olmasaydı atalarımızın bizlere miras bıraktığı o şahane cümle ile olayı özetleyip “kargaya yavrusu şahin gibi gelirmiş” derdim ama elbette böyle demeyeceğim. Onun yerine, istirham ederim kendimize gelelim diyeceğim. Gözümüzün bebeği yavrularımızın başkalarını zor durumda bırakacak ölçüdeki yaramazlıklarını yüksek IQ, hiperaktiflik, keşfetme arzusu, özgüven ve daha bir sürü bilimsel kılıf ile süslemeyelim.
E, hiçbir şeyi merak etmesinler mi? Etsinler tabii. Tabiatı ve duygularını keşfetmesinler mi? Keşfetsinler efendim, faydalı keşiflerini bizlerle de paylaşsınlar. Ama rica ederim, bunları yaparken civarlarında yaşam sürdüren canlı ve cansız varlıklara hayatın anlamını sorgulatmasınlar.
Eğer bizler anne babalar olarak özgürlük alanlarının hudutlarını net ve kararlı bir biçimde kendilerine öğretemezsek, başka anne babaların çocuklarının alanları ihlâl edilmiş olur. Ve inanın bana, yeryüzündeki hiçbir Hikmet Fırılcan’ın buna hakkı yok.