Zaman mı Değişiyor Biz mi?
Çinliler birbirilerine beddua edecekleri zaman “Tuhaf zamanlarda yaşayasın” derlermiş. Öyle görünüyor ki yeterince tuhaf bir dönemde yaşıyoruz. Etrafımızdaki savaş ve mücadelelerin nereye doğru evrileceğini kestiremediğimiz gibi, içinde yaşadığımız toplumun hali her birimizi endişelendiriyor.
Biliyoruz, üstünde yaşadığımız dünya, tarihi boyunca milyonlarca insanın hayatını kaybettiği katliamlar, depremler, yangınlar, sel felaketleri, Doğu’da ve Batı’da hüküm süren büyük zulümler nedeniyle çok daha büyük krizlerle karşı karşıya kaldı. Fakat ayakta kalmaya çabaladığımız bu zaman dilimi belki de teknolojinin etkisiyle olan biteni görünür kılıyor.
Meydana gelen her dram, anında gözlerimizin önüne seriliyor. Kötünün ifşası, başka kötülere ve kötülüklere kapı aralıyor. İşittiğimizde ya da gördüğümüzde irkildiğimiz hadiseler, bir süre sonra istemesek de hayatın normallerinden birine dönüşüyor. Kendimizi bir yandan yemek yiyip, bir yandan da cinayet haberleri okurken buluyoruz. Ve maalesef, insanın en mühim vasıflarından biri olan merhamet duygumuz örseleniyor.
Güneş Gibi Olmak Dururken
Anadolu irfanını mayalayan gönül erlerinden Hz. Mevlânâ kuddise sırruhûnun yedi öğüdünü hatırlayalım:
• Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
• Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
• Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
• Öfke ve hiddette ölü gibi ol.
• Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
• Müsamahada deniz gibi ol.
• Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Hepimizin yüzlerce defa duyduğu bu sözler, aslında yaralarımızı nasıl saracağımızı öğütlüyor bize. Günümüz insanı akarsu kadar cömert, güneş kadar kucaklayıcı ve sıcak, gece kadar saklayan, ölü kadar sakin, toprak kadar mütevazı, denizler kadar hoşgörülü olsa ve gerçek yüzünü gizlemeden olduğu gibi görünse yahut göründüğü gibi olsa ideal toplum iddiasının kısa süre içerisinde nasıl kolaylıkla gerçekleşeceğine hep birlikte şahitlik edeceğiz.
Ve fakat, her biri nebevî ölçülerden süzülmüş böyle nasihatleri ve bunları söyleyenlerin izini takip edeceğimize; böylece insan onuruna yaraşır bir hayat süreceğimize, şeytanın ve nefsin ayartmalarına kapılıyoruz. Böylece herkesin, hepimizin ıstırap duyduğu şu toplum düzeninin parçaları haline dönüşüyoruz.
Eskiler hal hatır sorma kabilinden “Asayiş berkemâl mi?” diye sorarlardı. Değil. Çünkü asayişi yani güvenliği var eden temelleri kendi ellerimizle söktük. Yeryüzüne günahsız gönderilen insan ölmenin, öldürmenin, başkasına zarar vermenin ısrarla kaçınması gereken bir davranış olduğu duygusunu yitirdi.
Müslüman Türk toplumu söz konusu olduğunda ileri sürdüğümüz “irfan” ya da daha özel ifadesiyle “Anadolu irfanı” gerçekten yaşıyor mu? İster plan proje diyelim ister zamanın dönüşümü; bütün erdemleri altında topladığımız “irfan”ın yerini artık bencilliğin, katı çıkarcılığın, şiddetin aldığını görüyoruz. Allah korkusu, mahalle baskısı ve devletin uygun gördüğü cezalara maruz kalma endişesi üzerine bir hayat inşa eden toplumumuz, dünyevîleşme, vahşi şehirleşme ve kötü hukuk nedeniyle bu hale geldi. Bir zamanlar güneş gibi olmaya çalışan insan, şimdilerde karanlık dehlizlerin bilinmezliğinde kaybolmayı tercih ediyor.
Hâlâ Kaybedecek Çok Şeyimiz Var
Bir şeylerin mutlaka ve topyekûn kötüye gitmesi, Âlemlerin Rabbi’nin adetine aykırı. Bu karamsar tablonun bir yerlerinde elbette güzellikler de var; hep var olacak. Zaman akıp giderken, kötülükler bizi, ailemizi ve bütün toplumu sarıp sarmalamışken, kalbimizin derinliklerinde barındırdığımız sevgi ve merhamet ağacını filizlendirmek zorundayız. Belki cehennem gibi cennetin de ayakkabımızın bağından yakın olduğu zaman bu zamandır.
(Bkz. Buhârî, Rikak 29)
Kişinin yapmadığı şeyleri başkasının yapmasını beklemesi inandırıcılığını yitirmesine neden oluyor. Dolayısıyla kendimizden başlamak üzere sadece bizi değil, toplumun tamamını ilgilendiren şefkat, sadakat, ülfet, tevekkül ve muhabbet gibi kavramları hayatımızın merkezine koymamız gerekiyor. Ellerinde bulunan her türlü aracı kullanarak dünyayı ve dünyacılığı dayatanlara inat, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmaya odaklanmış bir hayat yaşamak, örnek olarak yaşatmaya çalışmak, daha huzurlu bir dünyayı özleyen herkesin bir numaralı gündemi olmalı.
Kutadgu Bilig müellifi büyük âlim Yusuf Has Hacib’in bin yıl öncesinden bugünlere sadra şifa nasihatleriyle bitirelim:
• Bütün iyilere hürmet göster, onları yücelt. Kötülere yüz verme, onları kapına dahi yaklaştırma.
• İnsanların iyisi kendi menfaatini bırakıp, zahmet yüklenerek başkalarının faydasını isteyendir. İnsanların seçkini faydalı olan kimsedir.
• Halk nazarında muteber kimse merhametli olan kimsedir.
• Dünya ikbâline inanma, elinden gelirse iyilik et. Bil ki bugün sende ise yarın başkasındadır.
• Halka faydalı ol, muhtaçlara yardım et, akrabalarına yakınlık göster.
• İnsan ebedî değildir, ebedî olan onun adıdır. İyi kimselerin adı bunun için ebedî kalmıştır.
• İnsanların seçkini hayâ sahibi olandır. Hayâ sahibi kimse insanların başıdır.