KUTLU REHBER
HZ. PEYGAMBER
sallallahu aleyhi vesellem
Yolumuzu O’nunla bulduk. Düştüğümüzde O’nun mübarek eliyle çıktık, yolumuzdan saptırabilecek tehlikeleri O’nunla atlatabildik.
O kutlu rehberin dünya hayatında attığı her adımı bilmeden, o adımları takip etmeden yolu ve izi bulmak da bilmek de mümkün değil.
Söylediği ve ümmetinden yapmasını istediği her şeyi en güzel şekilde kendisi yaparak bizlere rehber oldu.
O’nun nuru ve O’nun vesilesiyle insanlığı kuşatan ilâhî rahmetle sayesinde insanlar cehaletten kurtuldu, Âlemlerin Rabbi’nin istediği gibi bir kul oldular, olmaya devam ediyorlar.
İlâhî vahyin tarif ettiği dosdoğru yol, istenilen kulluk O’nun ayak izleriyle yani sünneti, ahlâkı, tarzı ve tavrı ile görünür hale geldi.
Yolumuzu O’nunla bulduk. Düştüğümüzde O’nun mübarek eliyle çıktık, yolumuzdan saptırabilecek tehlikeleri O’nunla atlatabildik.
O kutlu rehberin dünya hayatında attığı her adımı bilmeden, o adımları takip etmeden yolu ve izi bulmak da bilmek de mümkün değil.
O’nun âlemlere rahmet olan yürüyüşünden geriye kalan ve mirasçıları Sâdât-ı Kirâm tarafından sürekli yenilenerek tazelenen izleri madem feraha vesiledir; mutlaka bilinmeli ve takip edilmelidir.
Risâletinden önce de örnek
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin soyu Hz. İbrahim aleyhisselama dayanır.
Mekke’nin reislerinden Abdülmuttalib’in oğlu olan babası Abdullah, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem doğmadan önce vefat etti.
Medine eşrafından olan Vehb’in kızı olan annesi Âmine ise Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem henüz altı yaşında iken dünyadan ayrıldı.
Hayatının ilk yıllarında öksüzlük ve yetimlikle tanışan Resûl-i Ekrem Efendimiz, gençliğinde Mekke’nin en güzel ahlâklı insanıydı.
25 yaşına geldiğinde herkes tarafından takdir ve saygı görüyordu. Bu sebeple Mekke’nin zengin ve soylularından olan Hz. Hatice validemiz ile evlendi. Bu evlilikten ilk olarak Kasım isimli oğlu doğmuş ve ona nisbetle “Ebu’l-Kâsım” olarak anılmıştır.
Risalet gelmeden önce sırasıyla Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma annelerimiz
dünyaya gelmiştir.
Hz. Hatice validemizden olan son erkek çocuk Abdullah ise İslâmiyetten sonra doğduğu için “Tayyib ve Tâhir” olarak anılmıştır.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem risaletinden önce asla putlara tapmamış, içki içmemiş, yalan söylememiş, kimseye haksızlık etmemişti. Bu sebeple kendisine “Muhammedü’l-Emîn: Emin, Güvenilir Muhammed” deniliyordu. Herkes O’nu seviyor, saygı duyuyor, güzel ahlâkını örnek gösteriyordu.
O’nun bu örnekliği kırk yaşlarında iken Hira’da “Yaratan Rabbin’in adıyla oku!” emriyle birlikte risalet geldikten sonra vahiy çerçevesinde sürmeye devam etmiştir.
Engellere rağmen
Ancak Mekke’nin yerlileri kendi iktidarlarının sarsılacağı korkusuyla kutlu davetini reddetmiş, O’nu engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Nübüvvetten önce “el-Emîn” diyerek her bakımdan güvendikleri Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme engel olmak için “kâhin, sihirbaz, mecnun” demişler, ancak dediklerine ne kendileri ne de
başkaları inanmışlardır.
Müşrikler, kendi düzenlerine karışmasın diye amcası Ebû Tâlib aracılığıyla O’na istediği kadar mal mülk, itibar ve kadın teklif ettiler. Ancak Server-i Cihân Efendimiz amcasını şu sözleri ile geri çevirdi:
“Amca! Güneşi sağ avucuma, ayı da sol avucuma koysalar, vallahi hak davadan vazgeçmem!”
Bunun üzerine giderek artan bir şiddet ve baskıyla O’nun kutlu yürüyüşünü engellemeye çalıştılar.
Ebû Leheb geçeceği yollara dikenler saçtı.
Ebû Cehil tehditler ve hakaretler savurdu, namaz kılarken O’na eziyet etmesi için gençleri kışkırttı.
Tâif’te taşlandı. Mekke’den hicret etmek zorunda kaldı.
Savaşlarda en sevdiği arkadaşlarının şehadetine tanık oldu.
Kendi ifadesiyle “Uhud dağının bile kaldıramayacağı acılara” katlandı.
Bütün bu sıkıntılar O’nun güzel ahlâkında da istikamet üzere duruşunda da en ufak bir tesir etmedi.
Ahlâkı
Resûl-i Kibriyâ sallallahu aleyhi vesellem dünyanın en nazik ve kibar insanıydı.
Kim olursa olsun herkese değer verirdi. Karşılaştığı insanları önce kendisi selamlar, onların yanından yavaşça ve gülümseyerek geçerdi.
Meclisinde son konuşanı ilk konuşan gibi sabır ve dikkatle dinler, kimsenin sözünü kesmez ve konuşan kişinin yüzüne bakardı.
Yanlış davranışlar karşısında kimseyi kırmadan, isim vermeden ince imalar ile gerekli uyarılarda bulunur ve insanların kusurlarına müsamaha gösterirdi.
Bedevîlerin yaşam tarzlarından kaynaklanan kaba, hatta kimi zaman incitici davranışlarını dahi hep tebessümle karşılardı.
Kimsenin ayıbını açık etmez, kimsenin kusurunu araştırmaz, kimseyle tartışmaya girmezdi.
Yüzüne karşı hakaretlerde bulunanlara dahi müsamaha ve şefkatle yaklaşırdı.
Çok merhametliydi. Çocuklarla, yaşlılarla şakalaşırdı. Çocukları çok severdi. Kimsesiz ve fakirleri arar sorardı.
Akrabalarına ve dostlarına karşı vefalı ve sözüne sâdıktı. Yaptığı hiçbir anlaşmayı bozmadı.
Rehber ve yolcu
Resûl-i Zîşân Efendimiz bu dünyada bir yolcu olduğunu hiç unutmadı. Geçici süre için altında gölgelendiği ağaca benzettiği bu dünyanın konforunu hiçbir zaman istemedi.
Hep yolu gözetti. Yürüyüşünü aksatmadı. Bu hususta ümmetine örnek oldu.
Bir gün Hz. Ömer O’nu evinde ziyarete geldi. Evin içinde eşya namına hiçbir şeyi yoktu. Yerde hurma liflerinden örülmüş bir hasır seriliydi.
Biraz önce bu hasıra uzandığı anlaşılan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yüzünde hâlâ hasırın izleri duruyordu.
Bir köşede bir ölçek arpa unu, hemen üstünde de duvarda asılı eski bir su kırbası vardı.
Hz. Ömer bu manzarayı görünce kendini tutamadı ve ağladı.
– Niçin ağlıyorsun ey Ömer, diye sorulunca şöyle dedi:
– Nasıl ağlamayayım ey Allah’ın Resûlü? Perslerin, Rumların hükümdarları dünya nimetleri içinde yüzerken siz kuru bir hasır üzerinde yaşıyorsunuz.”
Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Kutlu Peygamber ona şöyle dedi:
– Ağlama ey Ömer! Dünya onların, âhiret bizim olsun istemez misin?
O’nun ardından
Eskiler, anlatılması imkânsız konular için “ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa” derlerdi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi layıkıyla anlatmaya Mevlânâ’nın dediği gibi sayfalar değil ömürler bile yetmez.
O yaratılanların en şereflisiydi. Şu kâinat kitabının en büyük ayetiydi.
O’nun varlığıyla mahzun gönüller teselli buldu. O’nun ahlâkının güzellikleri her asırda insanlara dokundu. Nice velîler O’ndan aldıkları nurla irşad halkaları kurdular.
O bu dünyadaki vazifesini milâdî 632 yılı Rebîülevvel ayının bir pazartesi günü kuşluk vaktinde “En Yüce Dost”a kavuşarak tamamladı. Ardında bizlere örnek bir hayat, doğru yolu gösteren bir Sünnet-i Seniyye, yolda düşenlere ellerini uzatan vârisler, yani Rabbânî âlimler bıraktı.
Mevlâ Teâlâ O’na vaad ettiği Makâm-ı Mahmud’u versin ve bizleri şefaatine nâil eylesin…
Sallallahu aleyhi vesellem.