Muhtacı Anlamak
Yüce Allah Müberra Kitabımız’da mealen şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sizi çok acı bir azaptan kurtaracak iyi bir ticaretin yolunu size bildireyim mi? Allah’a ve Resûlü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz sizin için hayırlı olan budur.” (Saff 10-11)
Başkasını düşünmek, müminlerin faydası için çabalamak, gayret göstermek mücella dinimiz İslâm’ın bize emridir. Müslüman kendi kabuğuna çekilip kalmaz. İslâm sadece kendini düşünmeyi, kendisi için çalışmayı, başkasını umursamaz bir tavır içinde olmayı yasaklamıştır.
Allah Teâlâ herkese farklı imkân bahşetmiş, yaşam biçimlerini farklı kılmıştır. Zengini fakiri, kadını erkeği, küçüğü büyüğü ile farklı hallerde ve şekillerde hayat devam eder. Herkesin imtihanı farklıdır.
Bu sebeple kişiler birbirine bağlıdır. Toplum içinde insanlar bir şekilde birbirini etkilemekte, birbirine muhtaç olmaktadır. En zengin, muktedir, güçlü, nüfuz sahibi kişiler de başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. Bir zengin de hastalandığında doktora, ekmek alacağı zaman fırına, bir yere gideceği zaman şoföre, bir eşyası bozulduğunda tamirciye muhtaçtır. Aynı şekilde doktor hastaya, hasta doktora, satıcı müşteriye, müşteri satıcıya ihtiyaç duyar.
İnsanların imkânlarının farklılığı bir anlamda hayatın gereğidir. Herkes aynı şartlara sahip olsa hayat yaşanmaz bir hal alır, düzen bozulurdu. Allah Teâlâ fakiri zengini, erkeği kadını, küçüğü büyüğü ile mükemmel bir denge ve düzen oluşturmuştur.
Bu durumda herkese birtakım sorumluluklar düşer. Zengin fakire nasıl davranmalı, fakir zengine hangi gözle bakmalı? Büyük küçüğüne, küçük büyüğüne, kadın kocasına, kocası hanımına nasıl davranacaktır?
Dinimiz bize hak ve sorumlulukların sınırlarını net bir şekilde belirlemiş, yol göstermiştir. Buna göre özellikle zâhirî nimetlere, sağlık ve afiyete, güç ve kuvvete, nüfuz ve makama sahip olanlar daha dikkatli davranmak zorundadır. Onların diğerlerine karşı sorumlulukları daha fazladır. Çünkü elinde güç ve imkân vardır. Mesela imkânı az, gücü zayıf olan kişiler kolaylıkla cezalandırılırken güç sahipleri sorumluluğunu yerine getirmediğinde belki hesap sorulamamaktadır.
Şu halde haklar ve vazifelerde belirleyici olan iman ve Allah korkusudur. Allah’tan korkan güçsüzü ezmekten hayâ eder. Âhireti ve hesabı düşünür. Zayıfın da güçlünün de sahibinin Allah Teâlâ olduğunu bilir.
Zenginlerin zekât, fitre, kurban, hac gibi sorumlulukları vardır. Fakirleri arayıp bulmaları, mallarını onlarla paylaşmaları gereklidir. Aynı şekilde büyükler küçüklerini koruyup kollamalı, işlerine yardımcı olmalıdır. Makam sahipleri insanlara güzel hizmetler sunmalı, işlerini kolaylaştırmalıdır. İdareciler mesul olduğu kişileri adaletle yönetmeli, haklarını vermeli, ihmalkâr davranmamalıdır.
Özellikle zenginlerin fakirlerin halini anlaması, dertlerine ortak olması, el uzatması, yardım etmesi çok önemlidir. Böylece tevazu ahlâkını elde eder. Fakirle zengin arasında bir ünsiyet, irtibat, yakınlaşma meydana gelir. Zengin fakirin halini anlar. Ona neden yardım etmesi gerektiğini idrak eder. Allah’ın bir kuluna yardım edebilmenin huzurunu yaşar.
Bu denge bozulduğunda ise hayatta zulüm, haksızlık, kabalık, vurdumduymazlık alır başını gider. Dertlinin derdi ile baş başa kalması, zenginin varlığı ile şımarması, gününü gün etmesi tahminlerin ötesinde bir felakettir. Herkes er geç elinde olan imkânlarını yitirecek, genç olan ihtiyarlayacak, gücü zayıflayacaktır. Müberra Kitabımız’da buyurulduğu gibi: “Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?” (Yâsin 68)
İnsan ne kadar zengin olsa da nihayet ölüm geldiğinde varlığı elinde kalmayacak; malı, nüfuzu, imkânları ölümünü erteleyemeyecek ve elinden çıkıp gidecektir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Ölen kimseyi (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak 42)
Esasen varlıklı kişiler, zekât ibadetini ifa edebilmek için fakirlere muhtaçtır. Fakiri bulamazsa zekâtını veremez, İslâm’ın bir farzını yerine getirememiş olur. Refah sebebi olan mal felaket sebebi, azap vesilesi olur. Ama fakir bu anlamda zengine muhtaç değildir. Zenginin yardımını, zekâtını alma zorunluluğu yoktur. Bunlar olmasa da bir şekilde hayatını devam ettirebilir.
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme iman etmeyen müşriklerin düşmanlıklarının en önemli sebeplerinde biri de zenginlik itibarları yüzünden kibirlenmeleri, fakir ve garipleri düşük görmeleri, kendilerini onlardan üstün ve ayrıcalıklı görmeleriydi. Yardım etmedikleri gibi fakirlerle aynı mecliste bile bulunmak istemez, kendilerini seçkin kişiler olarak görürlerdi. “Allah’ın içimizden lâyık gördüğü kişiler bunlar mı?” diyerek alay ederlerdi.
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme geldiler ve fakir sahabîleri kast ederek dediler ki:
– Bize özel bir sohbet meclisi oluşturmanı istiyoruz. Bu kölelerle görünmekten utanıyoruz. Biz senin yanına geldiğimizde onları gönder. Biz gidince dilersen yine onlarla beraber ol!
Bu kişiler Hz. Bilal, Hz. Süheyb b. Sinan, Hz. Ammar b. Yâsir (Allah onlardan razı olsun) gibi fakir sahabîlerden hoşlanmıyorlardı. Bu durum üzerine şu ayet indi: “Sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rableri’ne yalvaranları (yanından) kovma!” (En’am 52)
Oruç da açların, fakirin, hastanın, yaşlının halini anlamak bakımından büyük bir eğitimdir. Yılın belli günlerinde, günün belli saatleri arasında yemekten içmekten kendini tutmak, muhtacın ne yaşadığını hissetmek aç ve susuzların halini anlamak açısından gereklidir. Açlık çok zordur, muhtaçlık can yakıcıdır.
Efendimiz’in; “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şerifi açın halini bilmemiz gerektiğini ifade ediyor. “Ve onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Ve şöyle derler:) Biz sizi Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan 8-9) ayeti de fakiri anlamanın, onun yanında yer almanın, yedirmenin, ihtiyacını görmenin ne büyük bir ahlâk olduğunu gösteriyor.
Özellikle mübarek zaman dilimlerini fakirlere el uzatma, muhtaçları kollama, yetimlerin başını okşama, ilim ehli talebelere destek olma açısında fırsat bilmeliyiz. Tevfik ve inayeti ile…