Aramak

Dergâhın Son Dervişi

Dergâhın
Son Dervişi

1925 yılında çıkarılan bir kanunla ülkemizdeki bütün tekke ve zâviyeler kapatıldıktan sonra kara günler başlar. Kanundan, müze olarak kullanılmak üzere yalnızca Konya Mevlevî Âsitânesi istisna tutulur. Fakat yasa gereği dervişlerden dergâhı terk etmeleri istenir. Bunun üzerine bütün dervişler dergâhı terk eder. Bunun tek istisnası ise Mehmet Dede’dir. Sebebi de gördüğü bir rüyadır.

Mevlevîlik, büyük sûfî ve eşsiz İslâm bilgini Mevlânâ Celâleddîn Rûmî kuddise sırruhûya nisbet edilen ve entelektüel seviyesi yüksek olan bir tasavvuf ekolüdür. Hz. Mevlânâ, Mesnevî başta olmak üzere eserleriyle asırlardır insanların hidayetine vesîle olmuş büyük bir âlim, sûfî ve Hak dostudur. 

Mevlevî dergâhları da başta Konya olmak üzere İstanbul Yenikapı, Galata, Afyon, Halep, Şam ve Kahire Mevlevîhânelerinin yanında, irili ufaklı dergâhları ile Mevlevî ayinlerinin icrâ edildiği ve Mevlevî sülûkunun yapıldığı mekânlardır. 

Bu mekânlardan önemli şahsiyetler ve büyük Hak dostları yetişmiştir. Bunlardan biri de herkes tarafından bilinmeyen, ancak Konya Mevlevî Âsitânesi’nin son dervişi olarak Mevlevîlik tarihinde önemli yeri olan Ankaralı Mehmet Dede
kuddise sırruhûdur.

Birkaç mısra ile başlayan dervişlik

Mehmet Dede 1874 yılında Ankara’da dünyaya gelmiştir. Babası Seyit Mehmet Efendi adını Hacı Mehmet koyar. Sebebini soranlara da; “oğlunun daha doğmadan önce âlem-i mânâda kendisinin elinden tutarak beraberce hac farizasını ifa ettiklerini, onun için adını Hacı Mehmet koyduğunu” söyler.

Hacı Mehmet Ankara’da, Mahalle Mektebi’ndeki eğitiminden sonra bugünkü ortaokul seviyesindeki rüştiyeyi bitirir. Ardından, bugünkü lise seviyesindeki eğitim kurumu olan Mekteb-i İdâdî-i Mülkiye’ye başlar. İdâdîden Arapça, Farsça, Fransızca dillerini öğrenmiş olarak yirmili yaşlarda mezun olur. 

İdâdîdeki Farsça hocasının verdiği birkaç beyit vasıtasıyla Hz. Mevlânâ’yı tanıması sebebiyle Mevlevî dervişi olmak ister. Bu yüzden bürokrasiye ve memuriyet hayatına girmeyi düşünmemiş ve hiç evlenmemiştir. Peşinden Ankara’dan Konya’ya gelir. Mevlânâ Asitânesi’nde çileye girerek seyr ü sülûkunu tamamlar. Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra dahi
ölünceye kadar Mevlânâ Dergâhı’ndan ayrılmaz.

Mehmet Dede bu maksatla ilk olarak Ankara Mevlevîhânesi Şeyhi Ali Dede’nin huzuruna çıkarak Mevlevî dervişi olmak istediğini söyler. Ali Dede bunun için ailesinin iznini almasının şart olduğunu belirtir. Zira Mevlevîlik, diğer pek çok tarikattan farklı olarak tekke merasimine, semâ, âyin ve çileye dayanan bir tarikattır. Bin bir gün devam eden bir çile devresi için dergâhta ikamet zorunludur. Mehmet Dede bir yıllık bir uğraş sonunda ailesinden
gerekli izni alır.

Bundan sonra Ankara Mevlevî Dergâhı şeyhi Ali Dede’den Konya Mevlevî Dergâhı Şeyhi Aşkî Dede’ye verilmek üzere bir referans mektubu alarak Konya’nın yolunu tutar. Aşkî Dede’nin huzuruna çıkan Mehmet Dede, Mevlevî sülûkunun ve dergâh hizmetinin ilk basamağı olan matbaha/mutfağa gönderilir. Matbah kapısı girişindeki post üzerinde üç gün bekletilip Kazancı Dede’ye teslim edilir ve on sekiz gün süren ayakçılık hizmetine başlar.

On sekiz günlük süre sonunda hamama götürülerek kendisine temiz çamaşır verilir. Başına bir arakiye takke, sırtına da matbah tennûresi giydirilerek bin bir günlük çile
 hayatına başlar. 

Çilesini başarıyla ve büyük füyûzâta mazhar olarak tamamlayan Mehmet Dede’ye, 1900 yılında 26 yaşında iken müstakil bir hücre verilir. Böylece hücrenişîn (hücrede oturan) derviş olur. Kendisine, çilesini tamamlamasından iki gün önce vefat eden Mehmet Dede’nin hücresi verilir ve dergâhın bevvâblığına/kapıcılığına getirilir. 

Bundan sonra adet olduğu üzere diğer Mevlevî dergâhlarını ziyarete çıkarak Bursa, İstanbul, Afyon ve Ankara Mevlevîhânelerini dolaştıktan sonra tekrar Konya’ya döner.

Farsçaya hâkimiyeti çok iyi derecede olan Mehmet Dede, Mesnevîhan Sıdkı Dede’den Mesnevî dersleri alır. Mevlânâ’nın diğer eserlerini de okuyarak bazı kısımlarını tercüme eder. Bunun yanında mûsikî dersleri de alarak ney üfler ve semâ
âyinlerine katılır.

Tekkeler kapatılınca

Ancak Konya Mevlevî Âsitânesi’ndeki bu mutlu günler uzun sürmez. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla ülkemizdeki bütün tekke ve zâviyeler kapatıldıktan sonra kara günler başlar. Kanundan, müze olarak kullanılmak üzere yalnızca Konya Mevlevî Âsitânesi istisna tutulur. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nca kurulan bir komisyon dergâhın bütün demirbaşını tespit eder. Dervişlere gerekli tebligat yapıldıktan sonra bütün dervişler dergâhı terk eder. Bunun tek istisnası ise Mehmet Dede’dir. O dergâhı terk etmez. Sebebi de gördüğü bir rüyadır.

Çünkü dedemiz, kanunun çıkmasından bir süre önce pîrî Hz. Mevlânâ’yı rüyasında görmüştür. Hz. Mevlânâ rüyada Mehmet Dede’ye bir süpürge vererek dergâhın içinden kapı önüne kadar süpürmesini söyler. Mehmet Dede, kanunun yayınlanmasından sonra rüyasının ne anlama geldiğini anlar. Rüyasını, dergâhtaki hizmetinin hizmetli/hademe/müstahdem olarak devam edeceği şeklinde yorumlar.

Bunun üzerine müze müdürünün huzuruna çıkan Mehmet Dede müdüre şunları söyler: 

– Müdür Bey, eğer kabul ederseniz dergâhta hademe olarak kalmak istiyorum. Ne iş verirseniz memnuniyetle yaparım. Böylece hem pîrime hem sizlere hizmet etmiş olurum. Beni buradan ayırmayınız. Ben buraya ayrılmamak üzere geldim. Burada ölmek isterim.

Müzede böyle bir ihtiyacın olduğunu düşünen ve üstelik Mehmet Dede’nin müzedeki eşyalarla ilgili kimsenin bilmediği bilgiye sahip olduğunu bilen müze müdürü bu teklifi kabul eder. Böylece Mehmet Dede, hücresini/odasını koruyan son Mevlevî dervişi olarak 1926 yılında müze hizmetlisi olarak resmen göreve başlar.

Ne yazık ki Mehmet Dede dokuz yıl boyunca bu görevi ifa ettikten sonra 1934 yılında görevden alınır, tekrar kendisine dergâhı terk etmesi söylenir. Dedemiz hazırlıklarını tamamlamış, dergâhtan ayrılmak üzere yola çıkmıştır. Ancak tekrar geri döndürülerek ikinci defa dergâhta kalmasına müsaade edilince yine dergâhı terk etmez. Bunun sebebi de yine bir rüyadır. Yalnız bu sefer dedemizin değil bizzat Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gördüğü bir rüyadır. Rüyanın râvisi de Mevlânâ Müzesi müdürü Mehmet Önder’dir.

Bakan Hasan Âli Yücel bir gece rüyasında Hz. Mevlânâ’yı görmüş ve Hz. Mevlânâ kendisine; “Hasan, benim dervişimi koru” demiştir. 

Rüyanın etkisiyle ertesi gün Konya valisini arayan Bakan, validen her şeyin normal olduğu cevabını alır. Mevlânâ Müzesi müdüründen de aynı cevabı alınca, en küçük bir ayrıntıyı dahi kendisine bildirmelerini ister. Bunun üzerine müze müdürü önemsiz gördüğü bir olay olan Mehmet Dede’nin emekliliğinin geldiğini, bu yüzden müzeden ayrıldığını söyler. Bakan, hiçbir şey yapılmamasını ve kendisinin Konya’ya geleceğini söyler.

Bu suretle Konya’ya gelen Hasan Âli Yücel, Mehmet Dede’nin müzeden ayrılmasını engeller ve kendisine maaş bağlatır. O zamanki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün de onayını alarak Dede’nin hücresinde kalmasını temin eder. Böylelikle Mehmet Dede, ölünceye kadar hücresinde yaşamaya devam eder.

Yabancıların ilgi odağı

Mehmet Dede, dergâhtaki hücresinde kaldığı sürece, Mevlânâ hazretlerini ziyarete gelen yabancı ilim adamlarının ilgisini çeker. Çünkü iyi derecede Arapça, Farsça ve Fransızca bilmektedir. Üstelik bu dilleri zamanımızdaki lise eğitiminin karşılığı olan Osmanlı idâdîsinde öğrenmiştir. 

Mevlânâ’yı ziyarete gelen Maurice Barres isimli bir Fransız bilgine, Hz. Mevlânâ ve eserleri ile ilgili yüksek hakikatlerden bahsedince, Fransız bilgin kendisinin kim olduğunu sorar. Dergâhın süpürgecisi olduğunu söyleyince Fransız büsbütün
hayrette kalır. 

Yine 1957 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’la birlikte müzeyi ziyarete gelen Afganistan Kralı Zahir Şah’la Farsça olarak Mevlânâ ve Mesnevî üzerine konuşur. Böylelikle Şah’ın ve dolayısıyla Cumhurbaşkanının iltifatına mazhar olur.

Bunun yanında Konya halkının da derin teveccühüne mazhar olmuştur. Müzeye gelenler kendisini de ziyaret edip elini öperler. Elini öpenlere yaptığı duası, “Yok ol evlâdım” şeklindedir. Tabii bu dua, mecâzî anlamda benlikten, nefsânî sıfatlardan kurtulup Allah’ta fânî olmayı/yok olmayı ifade eden bir duadır.

Mehmet Dede, Mevlevî sülûkunu tamamlamış keramet sahibi bir Hak dostudur. Kendisiyle ilgili şöyle bir olaydan söz edilir: 

Bir keresinde müze müdürü Hz. Mevlânâ’nın sandukasının altındaki mübarek naaşının defnedildiği yere inmeyi düşünmektedir. Amacı Hazret’in naaşı mumyalanmış mı mumyalanmamış mı, çürümüş mü çürümemiş mi kontrol etmektir. Bunun üzerine Mehmet Dede müdürün yanına gelip Mevlevî tarzında ellerini bağlayıp selam verdikten sonra, Hz. Pîr’in merkadine inme düşüncesinden vazgeçmesini tavsiye eder. Müdür bunun
üzerine vazgeçer. 

Ankaralı Mehmet Dede, her fânî gibi bu dünyadaki vazifesini tamamlayınca 1957 yılında Rahmet-i Rahmân’a kavuşur. Mevlânâ Müzesi’nin karşısındaki Üçler Mezarlığı’na, Mevlevî dedeleri Sıdkı Dede ile Rûhî Dede’nin kabirlerinin
arasına defnedilir.

Yüce Allah dedemize rahmet eylesin. Bizleri de şefaatine
mazhar eylesin…

KAYNAKLAR

Mehmet Ali Uz, Mevlânâ Dergâhı’nın Son Hücrenişîn Dervişi Ankaravî Mehmet Dede; İbrahim Kunt - Hacer Totan, Ankaralı Mevlevî Mehmed Arısoy Dede’nin Hayatı ve Mevlânâ Müzesi Kütüphanesinde Bulunan Defteri; Refii Cevat Ulunay, Bir Mevlânâ Aşıkı Mehmet Dede; Mehmet Demirci, Hz. Mevlânâ: Hasan Benim Dervişimi Koru.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy