Hiç’e Doğru
Giderken
Dünya adeta uzun, karanlık bir tünelden geçiyor. Savaşlar, krizler, salgın hastalıklar ve toplumsal gerilimler bir yana; insana, tabiata, çevreye hatta nesnelere nasıl davranmamız gerektiğini bilmediğimiz bir devre denk geldik.
Kavramların anlamını yitirdiği, insanoğlunun huzuru ve mutluluğu sürekli mazide aradığı bugünlerde sadra şifa olacak bir kıssa ile başlayalım:
Hz. Ömer radıyallahu anhunun halifeliği döneminde huzuruna üç genç gelir ve;
– Ey halife, yanımızdaki bu genç adam babamızı katletti. Lütfen hükmünü verin, derler. Hz. Ömer;
–İddia ettikleri şey doğru mudur? diye sorunca genç olayı
anlatmaya başlar:
– Halim vaktim yerinde. Ailemle birlikte gezmeye çıktığımız gün, kader bizi bu arkadaşların bulunduğu yere sürükledi. Çok güzel bir atım vardı. Öyle güzeldi ki gören bir daha dönüp bakıyordu. Ne yapıp ettimse atımın bu arkadaşların bahçesinden meyve yemesine engel olamadım. Babaları durumu fark edince öfkeyle atıma bir taş attı. Atım da oracıkta öldü. O kadar hüzünlendim ki kendime hâkim olamadım ve yerden bir taş alarak ben de babalarına attım. Adam vefat edince de kaçmaya çalıştım. Fakat oğulları beni yakalayarak huzurunuza getirdi.
Hz. Ömer, suçunu itiraf ettiğini ve cezasının idam olacağını söyleyince genç adam dedi ki:
– Efendim, bir maruzatım var. Babam vefat etmeden önce bana yüklü miktarda altın bıraktı. Maddi durumum yerinde olduğu için onları küçük kardeşime vermek üzere saklamıştım. Eğer cezam şimdi infaz edilirse yetimin hakkı teslim edilmemiş olacak. Müsaade buyurursanız gideyim, kardeşime altınları vereyim. Üç gün sonra gelirim. Cezam o zaman infaz edilir. Bu süre içerisinde de yerime birini bulurum.
Hz. Ömer gencin burada yabancı olduğunu, kimseyi tanımadığını hatırlatıp yerine kimi bırakacağını sorunca genç adam topluluk içerisinde bulunan Amr b. As radıyallahu anhuyu gösterir.
Hz. Ömer, Hz. Amr’a gence kefil olup olmadığını sorar. O da hiç düşünmeden “evet” der. Genç adam oradan ayrılır. Üçüncü günün dolmasına saatler kala, Medine’nin ileri gelenleri katilin gelmeyeceğini, Amr b. As’ın idam edilmesi yerine diyet ödenmesini teklif ederler.
Ancak maktulün oğulları babalarının kanının yerde kalmasını istemediklerini söyleyip infaz talep ederler. Hz. Ömer de kefil kendi babası dahi olsa cezayı uygulayacağını ve infazı gerçekleştireceğini söyler. Amr b. As ise son derece sakin bir şekilde “Ben sözümün arkasındayım, buradayım.” der.
O sırada kalabalık içerisinde bir hareketlilik olur. Katil olan genç adam çıkıp gelmiştir.
Hz. Ömer sorar:
– Ey genç adam! Gelmeme gibi bir fırsatın vardı. Neden geldin?
Vakurla başını kaldıran genç herkesi şaşırtan şu cevabı verir:
– Ahde vefasızlık etti
demeyesiniz diye.
Hz. Ömer bu kez Hz. Amr’a dönerek sorar;
– Ey Amr! Tanımadığın bu delikanlıya neden kefil oldun?
Cevap herkesi duygulandıracak türdendir:
– Bu kadar insanın içerisinde insanlık öldü demeyesiniz diye!
Bu cevaplar karşısında maktulün oğulları davadan vazgeçtiklerini söylerler. Hz. Ömer nedenini sorduğunda da şu cevabı verirler:
– Merhametli insan kalmadı demeyesiniz diye!
Vefa, insanlık ve merhamet
Vefa, insanlık ve merhamet… Elimizden düşüp paramparça olan değerli kristaller gibi darmadağın ettiğimiz, unuttuğumuz pek çok hasletten bazıları.
Dünya adeta uzun, karanlık bir tünelden geçiyor. Savaşlar, krizler, salgın hastalıklar ve toplumsal gerilimler bir yana; insana, tabiata, çevreye hatta nesnelere nasıl davranmamız gerektiğini bilmediğimiz bir devre denk geldik.
Aslına bakarsanız kendi elimizle yaptık her şeyi. Daha fazla kazanmak, daha önde olabilmek için bizi “biz” yapan değerleri ayaklar altına aldık. Şimdi içerisinde bulunduğumuz durumdan şikâyet ediyoruz. Ve konuşuyoruz sürekli: “Bu girdaptan nasıl çıkabiliriz?”
Bütün yollar O’na çıkıyor
Merhum Nurettin Topçu “Var Olmak” isimli eserinde şöyle diyor:
“Her şeyin fâni ve vefasız oluşu, olayların üzerimizdeki izleri olan hatıraların zamanla silinmesi, unutmak denilen o müthiş hem de kurtarıcı musibet, daha yaşarken hayat yolunda adım adım öldüğümüzü göstermiyor mu? Her şey bir hiçe doğru götürüyor sanki. Bunca varlığın gayesi, varlıklarının hikmeti bizi bir yokluğa
teslim etmekmiş!”
Evet, kendisine bahşedilen gelip geçici nimetlerin ebedî olduğunu zannederek daha fazla elde etmek adına hayatı kendi elleriyle bir anafora dönüştüren insanoğlu, aşağı doğru çekilmeye başlayınca ne yapacağını bilemez
vaziyette panikliyor.
Hâlbuki dünya, içerisinde yaşayan varlıklardan ibaret. Dolayısıyla çirkinliklerin yahut güzelliklerin sebebini, dünya üzerinde yaşayanlarda yani kendimizde aramak gerekiyor. Dünyayı oluşturan toplumlar, toplumları oluşturan da kişiler ise, tek tek kendimizi düzeltmekle yola koyulmalıyız.
Küçük gördüğümüz, önemsemediğimiz herhangi bir kötülüğün, hayatımızın olağan akışı içerisine yerleştirdiğimiz kötülüklerin üzerine gitmekle
başlamalıyız mesela.
Bir anlık öfkesine yenilip cana kıyan, sonra da üç gün müsaade istediği için infaz edileceğini bile bile geri dönen genç adamın ahde vefasını örnek almalıyız.
“İnsanlık öldü” demesinler diye kendini canını feda etmekten geri durmayan Hz. Amr b. As’ın insanlık tarihine serlevha olacak
karakterine özenmeliyiz.
Merhamet, tıpkı babaları katledildiği halde önce bedelini isteyip, gördükleri manzara karşısında kalpleri yumuşayan kardeşlerde olduğu gibi kuşatmalı
yüreklerimizi, evlerimizi.
Hakkında Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 21) buyrulan âlemlerin sultanı Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellemin hayatı
çizmeli rotamızı.
Sakin bir şekilde sırtımızı duvara yaslayıp kendimizi muhasebe etmeye başladığımızda, çözüm için bütün yollar Sevgililer Sevgilisi’ne çıkacak çünkü...