Aramak

İslâm’ın Yasakladığı Kölelik

İslâm’ın Yasakladığı
Kölelik

İslâm âlimlerine göre, “hiçbir kayıt ve etki altında kalmaksızın tercihte bulunmak, tutum veya davranış sergilemek” tarzındaki hürriyet tarifi doğru değildir. Çünkü insan farkında olsun olmasın, her halükârda bir tâbi oluşun sevkiyle hareket etmektedir. Bu sebeple bizim dinimizde hürriyeti de esaret veya köleliği de kişinin kime yahut neye tâbi olduğu belirler.

Coğrafî keşiflerle başlayan Avrupa sömürgeciliği, sadece sömürgeleştirdikleri coğrafyaların kaynaklarını talan etmekle kalmadı. Buralarda yaşayan milyonlarca insanı da köleleştirmek suretiyle 400 yıl boyunca
sömürdü Batılılar. 

Aynı Batılılar, 19. yüzyılın başlarından itibaren el emeğinin yerini makineler almaya başlayınca peyderpey köleliği ve köle ticaretini yasaklayan kanunlar çıkarmaya başlayıp insan hakları savunucusu kesildiler. Fakat köleleştirdikleri insanlara yaptıkları zulüm, sergiledikleri vahşet göz ardı edilir gibi değildi. 

Irkçılıktan da öte, insan yerine bile koymadıkları Afrika yerlilerine reva gördükleri her türlü insanlık dışı muamele herkesçe biliniyordu. Onları Karayipler’e yahut Amerika’ya götürmek üzere gemilere aldıklarında yaptıkları ilk iş göğüslerini kızgın demirle dağlayarak damgalamaktı. Köleler, aylar sürecek bir deniz yolculuğunu boyunlarından ve ayak bileklerinden zincirlenerek sürdürmek zorundaydı. 

Aç gözlülükle olabildiğince çok köle yüklemeleri, hesapta olmayan gecikmeler sebebiyle yiyecek ve su sıkıntısına yol açtığında, o sıkıntıyı giderecek sayıda köleyi denize atıyorlardı. Götürüldükleri yerde ölünceye kadar akla hayale gelmeyen eziyetlere maruz kalan köleler, denize atılan soydaşlarının şanslı olduklarını düşünüyordu
belki de. 

Tarihte münferit örneklerine rastlansa da dünya bu boyutlarda, bu kadar acımasız, bu kadar aşağılık, bu kadar organize bir insan sömürüsüne ilk defa şahit olmuştu. Mızrak çuvala sığmıyordu ve Batılılar hep yapageldikleri gibi günah çıkarma yoluna gittiler. İşledikleri vahşeti romanlar, sinema filmleri ve dizilerle, araya kendilerini temize çıkaracak ince mesajlar sıkıştırsalar da bütün çıplaklığıyla
anlatmayı seçtiler. 

Bu yayınlar bizde de bir köle ve kölelik algısı oluşturdu. “Köle” denince, “kendisine hiçbir hak tanınmayan, en ağır işlerde ölesiye çalıştırılan, her türlü zulüm ve işkenceye müstahak görülebilen, hatta insan sınıfına dâhil edilmeyen, zincire vurulmuş siyah derili insanlar” belirir oldu zihinlerimizde. Dolayısıyla köleliği hiçbir vicdan sahibinin meşru göremeyeceği bir statü olarak kabullendik.

Kadim zamanların kaçınılmaz uygulaması

Bu algı, İslâm’ın köleliğe ruhsat tanıdığı gerçeğini problemli bir tartışma alanı haline getirdi. Seküler çevreler, elverişli bir mevzi olarak gördükleri bu alandan İslâm’a ateş etmeyi bugün de sürdürüyorlar. 

Bir kısım Müslümanlar ise ya zorlama tevillerle İslâm’ın köleliği büsbütün yasakladığını iddia ederek mukabelede bulunuyorlar onlara yahut mahcup bir eda ile
susmayı seçiyorlar. 

Oysa dinimizin cevaz verdiği kölelik ile sömürgeci Batı’nın uygulamalarından hareketle zihnimize kazınan kölelik algısı aynı değil. Buna dikkat edilmediği içindir ki insaf ve akl-ı selim sahibi Müslümanların İslâm’ın köleliğe yaklaşımına dair değerlendirmeleri çoğu zaman merak bile edilmiyor.

Nitekim esirlerin köle statüsü ile hizmet elemanı olarak istihdamı; savaş hukukunun kaçınılmaz kıldığı kadim bir uygulama, İslâm’dan önce de bütün toplumlarca kabullenilmiş sosyal ve ekonomik bir gerçeklikti. 

İslâm bu gerçekliği yok saymadı ama zamanla fiilen ortadan kalkmasını sağlayacak şekilde ıslahını esas aldı. Köleleri, kısıtlı hukuku sebebiyle bazı sorumluluklardan muaf tuttu. Onlara bedelini ödemek kaydıyla kölelikten kurtulmak gibi birtakım haklar tanıdı. Ayet-i kerimelerde kölelere tasaddukta bulunulması, eziyetten kaçınılması, iyi
davranılması emredildi. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vessellem de hür Müslümanlara, köleleri “kardeşleri” gibi görmelerini; sahiplerine de onlara yardımcı olmalarını, kendi yediklerinden yedirmelerini, giydiklerinden giydirmelerini, tatlı dille “oğlum, kızım” diye hitap etmelerini telkin buyurdu. Kölelerin altından kalkamayacakları ağır işlere koşulmasını yasakladı. Nihayet İslâm, bir sevap olarak köle azat edilmesini teşvikle kalmadı, bazı günahların kefareti için köle azadını şart koştu. 

Aslında efendilerin kölelerinin ihtiyaçlarını giderme yükümlülüğünü bir çeşit ücret kabul edersek, İslâm’daki köleyi, günümüzde bir âmirin emri altındaki hizmetliye benzetmek bile mümkün. 

Bazı ayet ve hadislerde “köleler” yerine “hasbelkader elinizin altında verilmiş hizmetkârlar” ifadesinin kullanılması da bu açıdan hayli manidardır. Zira bir üst makamdakinin emri altında onlara hizmet etmek üzere çalışanlar tarihin her döneminde vardır, bundan sonra da var olacaktır. Mesele, hizmetkârların amirlerince aşağılanarak, takatini ve asıl görevini aşan işlere mecbur bırakılarak istismar edilmesinde düğümlenmektedir. Bu zulümdür ve İslâm zulmün bütün çeşitlerini haram kılmıştır.

Kim hür kim köle?

Köleliği sadece sömürgeci Batı’nın alçaklığından hareketle, “acz içindeki insanlara her türlü zulmü reva gören bir istismarcılık” olarak anlamak, İslâm’a bühtan dışında başka yanılgılara da yol açıyor. Mesela kâğıt üzerinde kaldırılan bu tür köleliğin fiilen de bittiğine inandırabiliyor insanları. Halbuki çaresizliklerinden yararlanılarak hiçbir güvencesi olmadan en ağır işlerde karın tokluğuna çalıştırılan göçmenlerin, çocuk işçilerin, fuhşa icbar edilerek alınıp satılan kadınların sayısı bugün 50 milyonu bulmuş durumda. Yapılan araştırmalar, tarihin hiçbir döneminde köle sayısının bu rakama ulaşmadığını söylüyor. 

Bundan da önemlisi, köleliği Batı sömürgeciliğindeki örneklerinden ibaret sanmak; İslâm’ın reddettiği, kölelere her türlü zulmü, sömürü ve istismarı mübah gören bu anlayışa da sebep olan daha dehşetli bir kölelik çeşidinin gözden kaçmasına yol açıyor.

Hadis-i şeriflerde ve özellikle de ayet-i kerimelerde “köle” kavramı, başka bazı adlandırmalar yanında daha çok “abd” kelimesiyle karşılanır. Türkçeye “kul” olarak aktardığımız abd kelimesi, bu kaynaklarımızda bağlamına göre, “Allah Teâlâ’ya hakkıyla kulluk etmeye çalışan mümin”, “Rabbi’ni bilsin bilmesin, yaratılmış bütün insanlar” ve “hür olmayan kimse, köle”
anlamlarında kullanılır. 

Köle anlamındaki abd ile de iki tür kölelik kastedilir. Biri yukarıda anlatmaya çalıştığımız, İslâm’ın cevaz verdiği köleliktir. İkincisi ise insanın kendi iradesiyle yahut gaflet ve cehaletle Allah Teâlâ’dan başka bir varlığa, bir şeye kul olmasıdır ki en dehşetli, en zelil kölelik
 dediğimiz budur. 

Batılı sömürgecilerin geçmişte özellikle Afrikalı kölelere reva gördüğü zulüm de bugünün güçlülerinin zayıflara yaptığı zulüm de böyle bir köleliğin tezahürüdür. Çünkü sömürü, istismar ve zulüm ancak Allah Teâlâ’dan başkasına kul olanların işleyebileceği kötülüklerdendir. Böyleleri ne kadar güçlü, ne kadar üstün, ne kadar irade sahibi görünürse görünsün, hür değil köledirler. Köleliğin, insanı aşağıların aşağısı kılan en rezil türüne yakalanmışlardır üstelik.

Köle azadının en faziletlisi

İslâm âlimlerine göre, “hiçbir kayıt ve etki altında kalmaksızın tercihte bulunmak, tutum veya davranış sergilemek” tarzındaki hürriyet tarifi doğru değildir. Çünkü insan farkında olsun olmasın, her halükârda bir tâbi oluşun sevkiyle hareket etmektedir. Bu sebeple bizim dinimizde hürriyeti de esaret veya köleliği de kişinin kime yahut neye tâbi olduğu belirler. 

İnsan sadece Âlemlerin Rabbi’ne kul olmuş, kâmil bir imanla o kulluğun gereklerini ifaya koyulmuşsa hürdür. Bu anlamda hürriyet insan için en şerefli, en yüksek mertebeyi ifade eder. Kişi, Allah Teâlâ’dan başkasına kul olmuş, O’ndan başkasını ilâh edinmişse esir ya da köledir ki şeref yoksunluğuna, zilletin en aşağı derecesine delalettir. 

Allah Teâlâ’dan başkasına kulluk derken kastedilen, bir kimse veya zümrenin, bir ideolojinin, bilimin, rasyonel aklın, Kur’an-ı Kerim’de “tâğut” diye adlandırılan şeytanî güçlerin yahut nefsin putlaştırılması; İslâm’ın ölçüleri yerine bunlara
tâbi olunmasıdır. 

Dünyalık hırsını, açgözlülüğü, bencilliği, kibri ve hukuksuzluğu besleyip büyüten bir yöneliştir bu. Her türlü günahı, zulmü, haksızlığı, sömürü ve istismarı mübah gösterir. İnsanı en tehlikeli, en acımasız, en vahşi hayvan derekesine düşürür. Batılılar, köleleştirdikleri Afrikalılara bu yüzden zulmetmişlerdir. 

İşte İslâm, insanları daha en başta en temel inanç esasıyla sadece Allah’a kulluk etmeye çağırarak, O’ndan başkasına kul olmak gibi zelil bir köleliği yasaklamıştır. Tevhid akidesine inanmayan kâfirler, müşrikler ve münafıkların düçar olduğu böyle bir kölelikten Müslümanlar da büsbütün azade değildir. Hür olduklarını ilan sadedinde “Allah’tan başka ilâh yoktur” deyip buna inansalar da bazen dünyaya aldanmak, şeytana ve nefse uymak, başkalarının hukukunu gözetmemek gibi kölelik alametleri sergileyebilirler. 

Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler, iman edin!” mealindeki emir (Nisâ 136), Allahu a’lem müminlere böyle bir kölelikten kurtulma daveti olarak da ifade buyurulmuştur. Öyleyse Müslümanlar olarak bir an evvel, İslâm’ın şiddetle reddettiği köleliğin emarelerini taşıyorsak eğer, önce kendimizi, sonra güzel bir örneklikle başkalarını azat eylemenin yoluna koyulmak gerekiyor. Köle azadının bundan daha acili, daha faziletlisi
yok çünkü.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy