Sır Tutmayı
Bilir misin?
Günlük hayattan devlet işlerine kadar yaşamın her alanında sır tutmanın önemini biliriz. Bu sebeple sır konusunda her toplumun deyimleri, atasözleri vardır. Mesela bürokrasinin mucidi olarak bilinen İngilizler, sır tutmanın önemini anlatmak için “Geveze dudaklar gemiyi batırır” derler.
Tarihin hemen her döneminde görülen siyasî mücadele ve çekişmeler, bir açıdan devletin ömrünü belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Bu mücadelede devlet adamlarının sır tutma becerisi hayatî önem taşır. Hatta çoğu zaman devletin gücü ve etki alanı hassas bilgileri koruma ve yönetebilme becerisiyle ölçülür. Sır tutmak ise hayli zordur. Benjamin Franklin’in “Üç kişi bir sırrı ancak iki kişi öldüyse saklayabilir” sözü de aslında bu gerçeğin veciz
bir ifadesidir.
Toplumların en üst organizasyonu olarak tanımlayabileceğimiz devlet, ulusal güvenlik meselelerinde sırlarını sıkı bir şekilde korumak zorundadır. Elbette bu da devleti yöneten aklın ve iradenin becerisine bağlıdır. Devletin ömrünü uzatacak ya da kısaltacak niyetlerin, kararların ya da projelerin zamanından önce veya sonra ortaya çıkması, bilmemesi gerekenler tarafından öğrenilmesi olabilecek en kötü sonuçların doğmasına neden olur. O nedenle devlet yönetiminde sır saklamak kadar önemli olan bir başka durum, sahip olunan sırrı ya da bilgiyi en uygun zamanda, maksada uygun şekilde açık etmektir.
Savaş kazandıran sır
Yakın tarihte yaşanan bazı olaylara baktığımız zaman devlet işlerinde gizliliğin başarıda etkili bir yönetim aracı olduğunu görürüz. Tabii zıddı da geçerlidir. İfşa olan bir devlet sırrı bazen çöküşü getirebilir. Bunun belki de en iyi örneklerinden biri yakın tarihte yer alan Enigma olayıdır ve şöyledir:
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar, Enigma adını verdikleri bir makine kullanarak haberleşmelerini şifreliyor, bu sayede Müttefik kuvvetlere karşı askerî plan ve stratejilerini koruyorlardı. Fakat önce Polonyalı sonra da İngiliz şifre kırıcıları sayesinde Müttefikler Enigma’nın şifrelerini kırmayı başardılar. Ancak burada önemli olan sadece şifreyi kırmak değil, ele geçirdikleri bilgileri bilmemesi gereken herkesten saklamaktı. Bunu başaran Müttefikler, savaş boyunca şifrelerinin kırıldığını bilmeyen Almanların bütün haberleşmelerini takip etti. Doğal olarak Almanların askerî hamlelerini, stratejik adımlarını önceden öğrendiler, bu sayede hem savaşı kazandılar hem de savaşın ömrünü en az iki yıl kısaltmayı başardılar.
Başarısız bir örneği de biraz daha yakın tarihten verelim. Tam bir fiyasko olarak tarif edebileceğimiz bu olay, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Vietnam Savaşı hakkında 1971 yılına kadar halktan saklamayı başardığı gerçeklerle alakalı. ABD için her geçen gün kâbusa dönen Vietnam Savaşı’nın kötü bilançosunu kamuoyundan saklamaya çalışan Nixon hükümeti, savaşla ilgili askerî belgelerin sızması ile büyük bir şok yaşadı.
“Pentagon Papers” olarak bilinen bu gizli belgelere göre savaşın durumu aslında Nixon hükümetinin anlattığından çok daha kötüydü. Hükümet 1971 yılına kadar durumu kamuoyundan saklamayı başarmıştı. Ancak The New York Times başta olmak üzere gazetecilerin ele geçirdiği gizli belgeler sonunda ortaya çıktı. Bunun doğal sonucu olarak Amerikan hükümeti ciddi bir güven kaybı yaşadı. Vietnam savaşına verilen kamuoyu desteği neredeyse bitme noktasına geldi.
Bu durum devlet açısından, özellikle savaş söz konusuysa bilgi yönetiminin ne kadar hassas ve dikkat gerektiren bir süreç olduğunu gösterir.
Sır tutmayı bilmek
Devlet işlerinde sertliği ve ciddiyetiyle bilinen Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük padişahlarından biri olan Yavuz Sultan Selim Han, sekiz yıllık saltanatı süresince strateji ve harekât planlarında gizliliğe büyük önem verirdi. Sefere çıkılacağı zaman ordunun gideceği yeri kimseye söylemez, atacağı bir sonraki adımı da sadece kendisi bilirdi.
Yavuz Sultan Selim’in devlet işlerinde sergilediği bu tavır dedesi Fatih Sultan Mehmed’e benzetilebilir. Tarihçiler, onun bir sefer öncesinde istikametin neresi olduğunu soran vezirine; “Bu sorunun cevabını sakalım bilse, onu dahi tel tel yolarım!” dediğini aktarır.
Osmanlı’nın talihsiz sultanlarından Genç Osman, kalkıştığı isyanlarla devleti zayıflatan Yeniçeri Ocağı’nın neden olduğu sorunları kökten çözmeyi düşündü. Bu sorunlu ocağı kaldırarak yerine yeni bir askerî teşkilatlanma oluşturmayı, böylece devleti yeniden eski gücüne ve ihtişamına döndürmeyi planladı. Dönemi açısından radikal bir dönüşüm olarak görebileceğimiz bu askerî reform düşüncesi Yeniçeri Ocağı tarafından öğrenildiğinde büyük bir isyana neden oldu. Planlarını Fatih Sultan Mehmed veya Yavuz Sultan Selim gibi saklamayı başaramayan Genç Osman, 1622 yılında patlak veren isyan sonunda henüz 18 yaşındayken hapsedildiği Yedikule Zindanları’nda
boğularak öldürüldü.
Dostun bile olsa
Günlük hayattan devlet işlerine kadar yaşamın her alanında sır tutmanın önemini biliriz. Bu sebeple sır konusunda her toplumun deyimleri, atasözleri vardır. Mesela bürokrasinin mucidi olarak bilinen İngilizler, sır tutmanın önemini anlatmak için “Geveze dudaklar gemiyi batırır” derler. Almanlar ise “sır balık gibidir; ortaya çıktığında ölür” sözüyle meseleyi başka bir yönden ifade ederler. İtalyanlar da “sır işin ruhudur” diyerek sır tutmanın ne kadar önemli olduğunu dile getirirler.
Japonya’da “sırrı söylemek mümkün değil”, Kore’de “bir sırrı ifşa ederseniz yüz kez yargılanırsınız” ifadeleri de meselenin önemi üzerine dilde yer tutmuş ifadeler. Türkçede ise “ser verip sır vermemek”
deyimi vardır.
Yukarıda bahsetmiştik, Yavuz Sultan Selim ketumluğu ile bilinirdi. Bu nedenle saltanatı boyunca en yakın dostu derviş Hasan Can’a bile devlet işleriyle ilgili hiçbir şeyi söylemezdi. Bir rivayete göre yeni bir sefer için hazırlıklara başlayan Yavuz Sultan Selim Han, ordunun nereye sefer eyleyeceğini soran vezirinin bu merakından rahatsız olur. Vezirinin ısrarlı soruları karşısında vezirine “Sen sır tutmayı bilir misin?” diye sorar. Heyecanlanan vezir “Evet hünkârım, bilirim!” der. Bunun üzerine Padişah, heyecanlanan vezirinin kulağına eğilerek; “Ben de bilirim, ben de!” der.
Yavuz Sultan Selim’in vezirine verdiği bu tarihî cevap, bugün de dilimizde kendine has bir yere sahiptir. Mahrem bulduğumuz bir bilgiyi verecekken muhatabımıza “sen sır tutmayı bilir misin?” diye
sormuyor muyuz?