Aramak

Başyazı

Vahiy ve Akıl

Yüce Rabbimiz Müberra Kitabı’nda “Sana kitaptan vahyedileni oku” buyurmaktadır. (Ankebut 45)

Allah Teâlâ yoktan var ettiği kullarına peygamberleri aracılığı ile istikameti göstermektedir. İnsanoğlu bu sayede doğruyu yanlıştan ayırır, neleri yapıp nelerden sakınacağını bilir. Yaratılış gayesi olan Rabbi’ne kulluğu da bu şekilde öğrenir.

En şerefli varlık olarak yaratılan insan bu seçkinliğini korumakla sorumludur. Onu ayaklar altına almamalı, kaybetmemelidir. İnsanlığın değerini muhafaza etmek ancak Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları doğrultusunda yaşamakla mümkündür.

İlk insan olan Hz. Âdem aleyhisselam aynı zamanda ilk peygamberdir. İnsanlık var olduğu ilk andan itibaren kendisine yol gösterici, tebliğci, hatırlatıcı, öğretici, terbiye ediciler gönderilmiş, Allah Teâlâ peygamberleri vasıtası ile kullarına rehberlik etmiştir.

Hz. Âdem aleyhisselamdan Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar bütün peygamberler Allah Teâlâ’nın kendilerine vahyettiği hükümleri insanlara aktarmışlardır. Bu en şerefli vazifedir. Onların getirdiği ilâhî hükümleri hayata tatbik etmek de kulluğumuzun gereğidir.

İnsan akıllı varlıktır; fakat akıl da rehbere ihtiyaç duyar. Bu yüzden Yaratıcımız, doğruya ve âhiret saadetine sevk edecek peygamberler göndermiştir. Bu durum sadece akılla, ilâhî vahyi göz ardı ederek dünyada huzurun, âhirette selametin elde edilemeyeceğini gösterir. 

Bu hakikate şu yaşadığımız dünya da şahitlik etmektedir. Bugün vahyin rehberliğinden uzak fertler ve topyekûn dünya türlü çeşit sıkıntı, zulüm ve karışıklıkların girdabındadır. Vahiyden kopuk akıl nefsin ve şeytanın kontrolüne girmekte, “bilirim, yaparım” kibriyle fert ve toplum için dünyayı cehenneme çevirmektedir.

Aklın asıl işlevi vahyi anlamak, ilâhî hikmetleri tefekkür etmek, “sorumlu varlık” olmanın hakkını nasıl vereceğini düşünmektir. Yani akıl, insanın büyük kozmik nizama uyumunu sağlayan ilâhî hükümlere nasıl tutunacağını bulmalı, kendini sorgulamalıdır.

Dünya hayatını düzenleyen sosyal ve tabiat bilimlerde bile ferdî akıl tek başına yeterli görülmez. Mektep medrese okunmakta, akademik sistemler inşa edilmektedir. Kimse, “aklım bana yeter; yola yordama ihtiyacım yok” deyip ferdi olarak hareket edemez. Mutlaka öğreticiye, rehbere, kaynağa ihtiyaç duyar. Şu halde akıl, yol gösterenin rehberliğinden yararlanmak için gereklidir; ondan uzaklaşmak için değil.

Mücella dinimiz İslâm’ın kaynağı ilâhî vahiydir. Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim, Hz. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme Yüce Allah tarafından vahiy yoluyla bildirilmiştir. “O nefsinin arzusu ile konuşmaz. Onun söyledikleri vahyedilenden başkası değildir” (Necm 3-4) buyurularak, O’nun saadetli sözlerinin yani hadis-i şeriflerin de Allah’ın kalbine ilka ettiği kelimeler olduğu bildiriliyor. “Andolsun ki sizin için Resûlullah’ta, Allah’ın sevabını, O’na kavuşmayı ve âhiret nimetlerini uman ve Allah’ı çokça zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb 21) ayeti ise hayatımıza rehber olan örnek hayatının, Yüce Allah tarafından yönlendirilen davranışları olduğunu haber veriyor.

Peygamberlerin hem sözleri hem de yapıp ettikleri insanlık için paha biçilmez değerdedir. Çünkü kaynağı ilâhî vahiydir. Ona sarılan en kıymetli olanı seçmiş demektir. Ondan uzaklaşan ise pişman olur, bir girdabın içinde dolaşıp durur. Huzur bulmak, hayatını anlamlı yaşamak için bir ömrü harcar da ona kavuşamadan dünyadan ayrılır gider.

İnsanlar aynı kısır döngüye girmesin diye Kitab-ı Kerîm’imiz geçmiş kavimlerin ibretlik hallerini haber verir. Hz. Âdem aleyhisselamdan beri gönderilen peygamberlere, onlara gönderilen ilâhî vahye tâbi olanlar ebedi kurtuluşa ermiş; kulak tıkayanlar, karşı duranlar ise ebedi hüsrana uğramıştır.

Hz. Nuh aleyhisselam, ebedi hüsran gelmeden önce kavmini ikaz etmiş ve demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.”  Fakat kavmi onu sapkınlıkla suçlamıştı. 

Görülüyor ki kendisini seçkin, akıllı, keskin görüşlü, isabetli fikirli zannedenlerin, kutlu elçilerle ve vahiyle alay edenlerin durumu yeni değil. Kendilerince meseleyi çözümlemiş ve şöyle demişlerdi: “Sana sığ görüşlü ayak takımımızdan başkasının uyduğunu da görmüyoruz.” Yani onlar güya akıllı, inananlar değersiz, akılsız... Hz. Nuh aleyhisselam onlara; “Günahtan sakınıp da rahmete eresiniz diye, içinizden sizleri uyaracak bir adam vasıtasıyla Rabbiniz’den size bir zikir (vahiy) gelmesine şaşırdınız mı?” buyurarak hallerinin kibirden başka bir şey olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Sonuçta sadece aklına güvenen, vahye kalbini ve kulağını tıkayanlar Allah’ın elçisini yalanlamış, Hz. Nuh aleyhisselam ve ona iman edenler kurtulmuş, inkârcılar ise boğulmuşlardır. (bkz. Nuh 1; Araf 59-64; Hud 27)

Hz. İsa aleyhisselamın babasız dünyaya gelişini sadece dünya bilgisiyle, düz akılla yorumlamaya kalkanlar, yeryüzünün en iffetli hanımlarından olan Hz. Meryem’e iftira attılar. O tertemiz anneye çirkin görüşleriyle, sözleri ile acı çektirdiler. Allah Teâlâ onu teselli etti, “Sen üzülme, mahzun olma, canını sıkma. Allah’ın sana ikram ettiği taptaze hurmadan ye, senin için özel olarak akıttığı sudan iç, gözün aydın olsun, kederlenme” dedi. Ona fütursuzca sözler söyleyenlere karşı Hz. İsa aleyhisselam bir bebek olduğu halde dile gelip konuştu. Hem kendisinin Allah’ın kulu ve peygamberi olduğunu, ilâhî kitap verildiğini hem de annesinin iffetli olduğunu bildirdi. (bkz. Meryem 24-33)

Allah Resulü sallallahu aleyhi veselleme vahyin ilk inişi ile nübüvvet mühürlendi. Karanlıklar yerini aydınlığa bıraktı. Sığ aklının kibriyle, ihtirasları ile hareket eden cahillerin babası Ebu Cehillerin dönemi artık sona erecekti. Artık aklını vahyi idrak etme ve yaşamaya sarf eden sıddıkların timsali Hz. Ebû Bekirlerin dönemi başlayacaktı. Hira dağında ilk ayetler inmeye başladığı an kâinatta bayram yaşandı. Onun indiği gece bin aydan daha hayırlı kılındı, selamet gecesi oldu. Onun vahyedilmeye başladığı ay Ramazan ayı oldu. Şükür nişanesi olarak müminlere oruç farz kılındı.

İndiği karanlık geceyi Kadir Gecesi yapan ilâhî vahyi kalbine nakşedenin hayatı da karanlıklardan kurtulur, bereket kazanır, Kadir Gecesi gibi kadri, kıymeti yücelir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin saadetli hayatında ona inen ilâhî vahye tâbi olanlar ebedi kurtuluşa nail oldular. Allah Teâlâ onlar için korku ve hüzün olmayacağını bildirdi. (Yunus 62) Kendilerini toplumun en seçkinleri, akıllıları, ileri gelenleri sayıp kulağını tıkayanlar, Rahmet Elçisi’ni ve ona tâbi olanları hakir görenler ise ebedi hüsrana uğradılar.

İlâhî vahye tâbi olmak insan için bir seçenek, bir alternatif değil, zorunluluktur. İnsan Allah’ın hükümlerine uydukça yücelir, uzaklaştıkça kaybeder. Rabbimiz bir ömür boyu vahyin izinden ayrılmamayı, onun bereketi ile yaşamayı nasip eylesin. 

Tevfik ve inayeti ile… 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy