Rüya
Görmek anlamına gelen “rü’yet” kökünden türeyen “rüya”, sözlüklerde “uykuda bir şeyler görmek veya uykuda zihinde beliren düşünce ve olaylar” şeklinde tarif edilir. Sûfîler, bir bilgi edinme vasıtası olarak gördükleri rüyaya çok önem verirler. Hatta İmam Kuşeyrî rüyayı bir nevi keramet olarak görüp şöyle demektedir: “Rüyanın hakikati şudur: Rüya kalbe gelen havâtır (manevi hitap) ve zihinde canlandırılan hallerdir. Rüya, uykuda bütün his ve şuur hallerinin tamamen yok olmadığı bir sırada görülür; insan uyandığı zaman gördüğü şeyin rüya olduğunu ancak o zaman kavrar.”
Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf aleyhisselamın rüyasında güneşin, ayın ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini, Hz. İbrahim aleyhisselamın rüyasında oğlunu kurban ettiğini gördüklerinden bahsedilir. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme altı ay süresince ilk vahiyler salih rüya şeklinde gelmiş ve Efendimiz “Müminin rüyası peygamberliğin kırk altı bölümünden biridir” (Buhârî) buyurarak vahyin ilk altı ayına bu şekilde bir atıf yapmıştır. O, rüyalara her zaman önem vermiş, kendi gördüğü rüyaları tabir ettiği gibi sahabilerinin rüyalarını da tabir etmiştir. Ayrıca Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu gibi bazı sahabiler, O’ndan izin alarak kimi rüyaları yorumlamıştır.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhu genç yaşlarında gördüğü şöyle bir rüyasını anlatır: “Bir gün rüyamda, iki meleğin beni yakalayıp cehennemin kenarına kadar getirdiklerini gördüm. Cehennemde bazı insanlar vardı. Onları tanıdım. Hemen istiazeye başlayıp üç kere: ‘Ateşten Allah’a sığınırım’ dedim. Derken beni getiren iki meleği üçüncü bir melek karşılayıp bana ‘Niye korkuyorsun?’ dedi. Ben bu rüyayı kız kardeşim Hafsa’ya anlattım. Hafsa da Resûlullah’a anlatmış. O da; ‘Abdullah ne iyi insan, keşke bir de teheccüd namazı kılsa!’ demiş.” (Buhârî)
Kaynaklarımızda rüyalar; sâdık, nefsânî ve şeytânî olmak üzere üçe ayrılmıştır. Sâdık rüyalar Allah Teâlâ’dan müjde hükmünde olan doğru rüyalardır. Bu rüyalar sayesinde bazen gerçekleşecek olaylar hakkında önceden bilgi sahibi olunabilmekte, bazen yapılması veya kaçınılması gereken bir şey hakkında uyarılar alınabilmektedir. Nefsânî rüyalar ise kişinin kendi hal ve durumundan kaynaklanan ve sâdık rüyalar gibi ilâhî mesaj taşımayan rüyalardır. Böyle rüyalar gün içerisinde yaşanan olaylardan, elde edilemeyen isteklerden, korkulardan, kaygılardan kaynaklanan rüyalardır. Şeytânî rüyalar ise şeytanın etkisiyle görülen hayal ve sanrılardır.
Nefsânî ve şeytânî rüyalara Kur’an-ı Kerim’de “adgâsu ahlâm” denilmekte olup, hiçbir anlamı olmayan karmakarışık hayaller anlamına gelmektedir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem böyle rüyalar hakkında şöyle buyurur: “Rüya Allah’tan, hulûm ise şeytandandır. Biriniz hoşlanmadığı bir rüya görürse sol tarafında üç kez üflesin ve rüyanın kötü etkisinden Allah’a sığınsın. Böyle yaparsa o rüya kendisine zarar veremez.” (Buhârî)
İmam Gazâlî hazretleri sâdık rüyayı şöyle açıklamaktadır: “İnsan uyuduğu zaman kalbin duyu organlarıyla ilgisi kesilir, Levh-i Mahfuz ile kalp arasındaki perde kalkar, böylece Levh-i Mahfuz’daki bazı bilgiler kalbe yansır. Hayal gücü bu bilgileri sembollerle alarak korur,
insan uyandığında ancak hayalindeki
sembolleri hatırlar.”
Büyük müfessir Fahreddin Râzî, rüya konusuna şöyle açıklık getirir: “Yüce Allah insan ruhunu madde ötesi âleme çıkabilecek, Levh-i Mahfuz’u okuyabilecek yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi azaldığından Levh-i Mahfuz’u okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, insanın muhayyilesinde kendine özgü izler bırakır. Bu izler insanın hayal yetisi ötesindeki bir gerçeği yani Levh-i Mahfuz’daki bilgiyi gösterir ki sâdık rüyanın asıl işaret ettiği şey budur.”
Rüyalar son derece açık ve anlaşılır olabileceği gibi, karışık ve tabire muhtaç olarak da görülebilir. Rahmânî rüyalar açık ve anlaşılır olup genellikle tabire ihtiyaç bırakmaz. Melekten gelen rüyalar ise tabire ihtiyaç duyar. Nefs ve şeytandan kaynaklanan rüyalar ise bâtıldır. Belki kişinin psikolojisi hakkında uzman hekime veri sağlar. Görülen rüyalar, sadece rüya ilmine vâkıf, feraset ve basiret sahibi ehil kişilere tabir ettirilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf aleyhisselama tabir ilminin verildiği açıklanır.
Tasavvuf ehli, rüyayı bir bilgi edinme vasıtası görerek önemsemiş ve ruhun latifleştikçe sâdık rüya görülebileceğini belirtmiştir. Kul nefsini terbiye ettikçe Allah’a yaklaşır ve böylece kalbi Allah’ın mevhibelerine açık hale gelir. İmam Gazâlî hazretleri, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden sonra vahiy gelmeyeceğinden gayb âlemi ile irtibatın rüya ile kurulduğunu belirtir. Bu konuda da şu hadis-i şerifi kendine kaynak alır: “Benden sonra peygamberlikten sadece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!” Yanındakiler “Mübeşşirat da nedir?” diye sorunca “Salih rüyadır!” cevabını verdi.” “Salih rüyayı salih kişi görür veya ona
gösterilir.” (Buhârî)