İran Yine Şaşırtmadı
Merhum Kadir Mısıroğlu, bazı konularda keskin yorumlar yapsa da, meselelere tarih penceresinden bakması dolayısıyla olayları oldukça ferasetli bir bakış açısıyla yorumluyordu. Sınır komşumuz İran’la ilgili pek çok kişi yorum yapıyor. Ancak Mısıroğlu, anlamı sayfalar dolusu bilgiyi ihtiva eden bir cümlede İran’ın karakterini ortaya koyuyor: “İran’da güneş doğsa şemsiyenin altına gir!”
Gerçekten de tarihin hiçbir döneminde Ehl-i Sünnet Müslümanların yanında olmayan İran, bugün de yaptığı açıklamalar ve gerçekleştirdiği eylemlerle büyük oranda İslâm dünyasına zarar veriyor. Osmanlı Devleti’yle mücadelesinde hep düşmanın yanında yer alan, hatta bir zamanlar Haçlılarla bile ittifak yapan İran, aradan geçen yüzlerce yıl ve yaşanan pek çok olaya rağmen bugün de aynı noktada durmaya devam ediyor.
İsrail’in Gazze’yi işgalinin başladığı 7 Ekim tarihinde, Hamas’ın fırlattığı füzeleri İran vermişti. İzzettin Kassam Tugayları komutanı İran’a kendilerine verdiği silahlar ve füzeler için teşekkür etmişti. Başlangıçta son derece sempatik görünen bu davranışı İran Allah rızası için yapmadı elbette. Bölgede başlayacak bir savaş ortamını kendi lehine çevirmekti niyeti. Nitekim İsrail’i üzerine çekerek kriz çıkarmayı başardı. İsrail, Suriye’deki İran konsolosluğunu vurdu. İran da misilleme yaparak füzelerle ve dronlarla İsrail’e saldırdı. Attığı füzeler, gönderdiği dronlar imha edildi tabi.
Her iki ülkenin de birbirileriyle esaslı hamlelerle savaşmaya niyeti yok. Tel Aviv yönetimi İran’ın etkisiz saldırılarını bahane ederek Suriye ve Lübnan’a saldıracak. Zaten Gazze’ye yönelik işgal girişimi başladığında Suriye, Ürdün ve Lübnan’a yönelik operasyon yapılacağı dillendirilmişti. İran tarihteki misyonunu bugün de devam ettiriyor.
Gazze’de İnsanlık Rafa Kaldırıldı
Ortadoğu, tarihte pek çok savaşa sahne oldu. Bu topraklarda şimdilerde bile okuduğumuz, tartıştığımız katliamlar yaşandı. Kuşkusuz bir trajediyi diğerleriyle kıyaslamak insanlık açısından pek doğru olmayabilir. Ancak bugün Gazze’de meydana gelen katliam, kanlı mücadeleleri unutturacak türden.
1948’de İsrail’in devlet olarak resmen kurulmasıyla sistematik hale gelen işgallerde on binlerce insan hayatını kaybetti. Filistin topraklarına peyderpey el konuluyor. 7 Ekim 2023’ten bu yana Siyonist İsrail, yapılan küçük çaplı ve savaş hukukuna halel getirmeyecek mücadeleleri bahane ederek insanlığın evrensel kurallarını ayaklar altına alarak çocukları, kadınları ve sivilleri öldürüyor. Üstelik dünyanın büyük devletlerini de arkasına alarak...
İsrail meseleyi öyle bir yere getirdi ki havadan attığı roketlerle sivilleri katletmekle, evleri ve tarihî binaları yıkmakla yetinmiyor. Hapishaneye attığı esirlerle ilgili de ölümden başka bir yolu düşünmek aklına gelmiyor.
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı aşırı sağcı Ben-Gvir, utanç verici bir öneri sunarak hapishanelerin kalabalık olduğu gerekçesiyle Filistinli mahkumların infaz edilmesini teklif etti. Bina sayısını artırmanın cezaevine daha fazla terörist koymaya yarayacağını söyleyen Bakan, çözümü mevcut tutukluların öldürülmesinde buluyor!
İsrailli bazı insan hakları örgütleri teklifi tepkiyle karşılasa da Gazzelileri potansiyel terörist gibi gören bu zihniyetin her an Filistinli mahkumları öldürmeye karar vermesi beklenmeyecek bir gelişme değil. Böyle bir ihtimalin Müslüman bir ülke adına ortaya çıkacağını bir düşünün! Uluslararası kamuoyunun tepkisi ne olur, bir tahayyül edin. Zulme maruz kalan Müslümanlar olunca üç maymunu oynayan, İsrail yüzbinlerce insanın hayatını karartırken bir saat bile haber yapmayıp İran’ın ufak tefek müdahalelerini 24 saat yayınlayan Batı medyasının tavrını hayal etmeye çalışın.
Umarız, âlem-i İslâm uyanır ve arasındaki farklılıklardan vazgeçerek zalime karşı tek yumruk mücadele eder. Aksi takdirde Müslümanlar için daha huzurlu bir dünya tasavvur etmek mümkün olmayacak.
Amerika Filistin’i BM’de İstemiyor
Siyonizmi dünyada güçlü kılan sebeplerin başında şüphesiz elinde bulundurduğu maddi güç geliyor. Siyasî nüfuzu ve medya üzerindeki hâkimiyetinin temel nedeni bu. Kurduğu finans kuruluşları, televizyonlar, internet siteleri ve gazetelerle kitleleri yönlendirme konusunda son derece başarılı olan Siyonist lobi, liderleri peşinde kolayca sürükleyebiliyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi dünyanın süper gücü olduğuna inanılan bir ülkenin devlet başkanı olmak istiyorsanız, Siyonist lobinin gücünü arkanıza almak zorundasınız. Aksi takdirde ABD’de başkan olmanın mümkün olmadığını söylemeliyiz.
İsrail 1948’de kurulduğunda onu ilkin ABD’nin tanıması tesadüf değil. Bir önceki başkan Trump’ın dünyanın gözlerinin içine bakarak Büyükelçilik binasını Kudüs’e taşıması, İsrail’in “güvenliği” konusunu sürekli gündeme getirmesi başka gerekçelerle açıklanamaz. Yine şimdiki başkan Biden’ın “Ben de siyonistim. Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek yok” açıklaması da tam olarak bu gerçeğe işaret ediyor.
Filistin, 2011’de Birleşmiş Milletler (BM)’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştu. Müracaatı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde gereken desteği alamamıştı. Cezayir, geçtiğimiz günlerde BM Güvenlik Konseyi’ne, 2012’de gözlemci statüsüyle BM’de yer alan Filistin için tam üyelik karar tasarısı sundu. Geniş bir çoğunluğun onayladığı tasarı ABD’nin vetosuyla reddedildi.
Filistin’in BM üyesi olması bu saatten sonra kendisine ne kazandırır bilinmez. Daha doğrusu böyle bir adımın Filistin davasına yararlı olacağı konusu tartışılır. Fakat her şeye rağmen ABD’nin tavrı İsrail’in her alanda ne kadar etkili olduğunu gözler önüne seriyor.
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ama yinelemekte yarar var: Küresel sistemin sermaye üzerine kurgulandığı bir ortamda sermayeyi elinde tutan gücü de elinde bulunduruyor. Buradan çıkartılması gereken ders belli: İslâm ümmetinin ekonomik açıdan güçlenmesi lazım. Bunun için de başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarına sahip çıkması, kaynaklarını akıllı şekilde kullanması hayatî öneme sahip.
Türk İHA’ları Yunanistan’ı Ürkütüyor
Türkiye savunma sanayii alanında yaptığı atılımlarla artık dünyanın sayılı devletlerinden biri. Eğer bu gücü maddi ve siyasî güçle de destekleyebilirse küresel bir güç haline gelecek. Çok değil, 10-15 yıl önce silah konusunda Batı’ya bağımlı olan Türkiye, şimdilerde artık SİHA ve İHA ihraç ediyor. Yakında kendi savaş uçağı ve kendi tankını da üretecek. Türkiye bu alanda tam bağımsızlığa kavuşmuş olacak. Buradan elde edeceği gelir de olacak tabii. Bir de yerli hava savunma sistemini üretirse, uluslararası alanda bir üst lige çıkmış olacak. Çevresi yangın yerine dönmüş Türkiye’nin, geçmişte yaşadığı acı tecrübeleri de göz önünde bulundurarak güvenliğini sağlaması için bu hamleleri yapması şarttı. Aksi takdirde, olası bir savaş durumunda başkaları tarafından üretilen ve kontrol edilen uçaklar ve insansız hava araçlarıyla çetin mücadelelere girişemezdi.
Savunma sanayiindeki gelişmeler kimi ülkelerde takdirle karşılanırken, kimilerini de endişelendiriyor. 2. Karabağ Savaşı’nın gidişatını değiştiren SİHA’lar, Ukrayna-Rusya savaşında da öncül pozisyonda bulunuyor. Avrupa’nın bazı ülkeleri bu teknolojiyi kullanmak üzere Türkiye’nin kapısını çaldı. İlişkilerimizin inişli çıkışlı olduğu sınır komşumuz Yunanistan ise gelişmeleri endişeyle takip ediyor. Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias, Türkiye’nin bu konuda karşısına çıkan fırsatları zamanında gördüğünü ve ileriye doğru adımlar attığını belirterek Yunanistan’ın geri kaldığını vurguluyor. Yunanistan’da devlet teşvik etse de küçük çaplı şirketlerin çalışmaları yeterli görülmüyor.
Bu çalışmalar Türkiye gibi imparatorluk vârisi, stratejik bir ülke için de yeterli olmayacak. Önümüzdeki günlerde tüm dünyanın şaşıracağı savunma alanındaki yeni gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.
Batı Medyasının İki Yüzlülüğü
Rusya-Ukrayna savaşı, Batılı ülkelerin kışkırtmaları sonucu içinden çıkılmaz hale geldi. Rusya’yı bağlayan çok bir şey yok aslında. Pazarını Doğu’ya taşıdı, savaş zeminini hazırladı. Neredeyse iki yılı geçmesine rağmen Rus ekonomisi dimdik ayakta. Olan Ukrayna’ya oldu. Putin yönetimi karşısında ayakta kalamayacağını bilen Zelenski, Avrupa’nın rüzgârını arkasına aldı ve “direnebildiğimiz kadar direniriz” dedi. Fakat gelinen noktada Batı’nın desteği de yavaş yavaş kesiliyor.
Bu mücadele başladığında başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere olmak üzere, pek çok ülkenin lideri Rusya’nın savaş suçu işlediğini vurgulayarak uluslararası bir boykot çağrısı yapmıştı. Şimdi İsrail insanlık suçu işleyerek, hastaneleri ve okulları bombalayarak Gazze’yi acımasızca yok etmeye çalışırken Batılı ülkeler Ukrayna konusunda gösterdiği hassasiyetin binde birini Gazze için göstermiyor. Dahası İsrail’in sivil katliamını engellemeye çalıştığı şeklinde akıllara zarar açıklamalara imza atıyorlar.
Batı medyası da aynı. Euronews, BBC, CNN International ve France 24 gibi medya kuruluşları ağız birliği yapmışçasına Filistin’deki drama ilişkin neredeyse hiç haber yapmıyor. Fakat söz konusu İran saldırıları olduğunda bir kişinin burnu bile kanamamasına rağmen sanki Tel Aviv yerle bir olmuşçasına bir hafta boyunca neredeyse 24 saat “İran İsrail’i vurdu” haberleri yapıyor. İsrail’de katledilen basın mensuplarını bile görmezden gelen Batılı sözde bağımsız medya kuruluşları, “Müslüman” sıfatı taşıyan kişilerce yapılan herhangi bir eylem için dünyayı ayağa kaldırıyor.
Bu durum güçlü siyasî karakterler, güçlü devletler kadar, hakikati haykıracak güçlü medya organlarına duyulan ihtiyacı da gözler önüne seriyor. Dileriz ve ümit ederiz ki başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyası da uluslararası alanda etkili olacak medya kuruluşlarına sahip olsun.
Avrupa’nın Göçmenlere Yönelik Tavrı Sertleşiyor
Bölgesel savaşlar ve krizler, dünyanın gündemine çözülmesi güç bazı problemleri taşıyor. Birilerinin silah satmak üzere fitilini ateşlediği gerilimler, toplumları altından kalkılması çok zor durumlarla karşı karşıya bırakıyor.
Göç ve göçmen meselesi de bunlardan biri. Elbette kitleler yalnızca savaşlar nedeniyle evlerini ve vatanlarını terk etmiyor. Fakat Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmesiyle başlayan, “Arap Baharı” ile tetiklenen bu süreç, bölge ülkeleri başta olmak üzere neredeyse tüm dünyayı etkiledi. Türkiye’nin olması gerekeni fazlasıyla yaptığını söylemeliyiz. Fakat diğer ülkeler bu konuda imtihanı maalesef kaybetti. Avrupa’yı konuşmaya bile gerek yok. Sığınmacıları seçerek kabul eden Batılılar, onlara da neredeyse hayat hakkı tanımıyor. Geçtiğimiz günlerde alınan bazı tedbir kararları, Avrupa’nın göçmenlerle alakalı daha sert tedbirleri hayata geçireceğini gösteriyor.
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği (AB)’nin sığınma ve göçle ilgili geniş kapsamlı reform tasarısını onayladı. Hadiseyi tarihî bir gün olarak yorumlayan Avrupalılar, vatandaşlarının taleplerine hitap ettiklerini iddia ediyor.
Buna göre; bir sığınmacı Avrupa’ya girerken profilini hızlı bir şekilde inceletmek için uyruk, yaş, parmak izi ve yüz görüntüsü gibi temel bilgileri toplama prosedürüne maruz bırakılacak. Parmak izi toplamak için asgari yaş 14’ten 6’ya düşürülecek. Ulusal makamların daha uzun kayıt ve gözaltı süreleri de dâhil olmak üzere daha sert tedbirler uygulamasına izin verilecek ve Komisyon’a ek “dayanışma” tedbirleri talep etme yetkisi sağlanacak.
Kendilerini demokrasinin beşiği olarak tanımlayan, insan hakları havarisi Avrupa’nın göçmenlere karşı tavrı sertleşiyor. Bakalım bu ikiyüzlülük daha nereye varacak.