Aynanın Yansıttıkları
Enes b. Mâlik radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular: “Mümin müminin aynasıdır.”
(Bezzâz, Müsned, nr. 6193)
Hadis-i şerif ayna benzetmesi ile inananların birbirine yakınlığını veciz bir şekilde tasvir etmekte ve karşılıklı sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
Hadis-i şerif hayatı iman penceresinden anlayıp değerlendirmeye yönelik nebevî bir tavsiyedir. İman insana bahşedilmiş en büyük nimettir. Hayatı anlamlı kılan, güzelleştiren imandır. Akıl, can, sağlık, ilim, rızık gibi bütün nimetler, madde ve mana onunla güzelleşir, rahmete dönüşür. Huzur ve mutluluk kaynağıdır. Yokluğunda ise her şey boş ve anlamsızdır.
İman, değiştirici ve dönüştürücü özelliği olan bir nimettir. Kalbe sirayet edince âzâlar da fıtrî etkinliğine koyulur. Hareketler güzelleşir ve hayra dönüşür. Yaratılıştaki ilâhî hikmet anlaşılır, hadiseler hayra yorulur, etraf da aynı yönde etkilenir.
İman sayesinde mümin müminin velinimeti, kemâlatına vesiledir. Hadis-i şerif, inananları ahlâkî güzellik, fazilet ve kullukta yarış için birbirinin suretini yansıtan ayna olarak tavsif etmiştir. Buna göre mümin, başkasına değil ancak mümine bakarak içini ve dışını güzelleştirebilir, eksiklerini tamamlayabilir.
Müminler birbirinin yakını, meslektaşı, komşusu olabildiği gibi, bütün bunların dışında ırkı, dili, rengi farklı, uzak coğrafyalarda yaşayan kimseler de olabilir. Burada ölçü imandır.
Görmek istenilen ve görülen
Ayna önündeki nesneyi olduğu gibi yansıtan bir araçtır. Yansımasına bakan insan kendisine çeki düzen verir, eksiklerini ve ayıplarını düzeltir. Aynadaki yansımalar ve yansımalardaki anlam ise bakış açısına göre değişir. Hayır penceresinden bakan hayır, şer penceresinden bakan şer görür.
İçte ne varsa dışa o yansır. Önemli olan nasıl ve niçin bakıldığıdır. Bu yüzden iman nazarıyla bakan için hadiseler birer hikmet ve ibret yansımasıdır. Manevî olgunluk ve ahlâkî güzelliğe açılan birer kapı ve fırsat olarak değerlendirilir. İnkâr eden veya kusur bulma nazarıyla bakana hayat kötü ve sıkıntı kaynağı olarak yansır.
Mümin için ayna zâhirî güzellikten çok ahlâk ve kalp güzelliğini hatırlatan bir semboldür. Aynaya her baktığında Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin: “Allahım, sûretimi güzel yarattığın gibi ahlâkımı da (sîretimi) güzelleştir” duasını hatırlar. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, nr. 24392)
Bu yüzden müminin hafızasında ayna, gönül ve ahlâk güzelliğine açılan nebevî bir penceredir.
“Mümin müminin aynasıdır ve mümin müminin kardeşidir. Onun geçimini muhafaza eder ve onu arkadan da çepçevre sarıp (tehlike ve zararlardan) korur.”
(Ebu Davud, Edeb 49, nr. 4918)
Aynaların en güzeli
Bir hadis-i şerifte “Allah güzeldir, güzeli sever” (Müslim, İman 147) buyurulmuştur. Güzellik yüzün, kılık kıyafetin şekli değil, Allah’a kulluk ve yakınlıktadır. Kul olmak, O’nun hoşnut olduğu sîrete ve sûrete bürünmektir. Bundan daha güzel hal, makam ve kazanım yoktur. Bu halin en güzel temsilcisi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemdir. O’nun sîreti ve sûreti bütün müminlerin aynasıdır. Mümin dinî ve ahlakî güzelliği (kemâlatı) ancak onun sünnetine tâbi olursa elde edebilir. O’ndan uzaklaşan ilâhî rahmet ve hidayetten, yani güzellikten uzaklaşır.
Mevlânâ kuddise sırruhû, Mesnevî’de ayna ve bakış açısı farklığı ile ilgili şu ibretli misali verir:
“Ebu Cehil bir gün Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e;
– Hâşimoğularının çirkini, diye hakarete yeltendi.
Efendimiz ona;
– Haddini aştın ama doğru söyledin, dedi.
Bir müddet sonra Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu geldi ve Efendimiz’e bakıp;
– Ey güneş yüzlü, ne güzelsin, dedi.
Resûlullah Efendimiz ona;
– Ey aziz dost, ey dünya prangalarından kurtulan, doğru söyledin, dedi. Orada bulunanlar;
– Ey Ulu Peygamber, bu ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisini de doğruladın. Bu nasıl olur, dediler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle cevap verdi:
– Ben Allah’ın cilâladığı bir aynayım. Bana bakan kendisini görür.
O zaman kim olduğumuzu görmek için bakacağımız ayna netleşti. Artık kim olduğumuzu öğrenmek için her önümüze gelene sormaya gerek yok. Olup biteni anlamak için aynaya bakmak yeterli.” (Mevlânâ, Mesnevî, 1/2365-2370)
Mümin inandığı değerleri yaşayan, yaşatan ve yansıtan kimsedir. Kalbi iman nuruyla parlak, âzâları bu nurla diridir. Duruşu ve davranışlarıyla Hakk’a ve hakikate tercümandır. Samimidir; Allah’ı ve âhiret gününü hatırlatır. Doğruluk, güven, esenlik, huzur ve hayır kaynağıdır.
Bu meziyet dolayısıyla müminler birbirine aynadır. Birbirlerine bakıp olgunlaşır ve güzelleşirler. Müminin bu niyetle kardeşine bakması, güzel halini örnek alıp ahlâkını güzelleştirmesi, eksik veya kusur gibi görünen yönleri ise kendi kusuruna veya bakış açısındaki eksikliğe yorması erdemli ve nebevî tavsiyeye yaraşır bir davranıştır. Çünkü aynaya bakmaktan maksat aynanın değil, kendi eksiklerini görüp düzeltmektir.
Hem mümin, değil din kardeşinin, yabancı bir kimsenin dahi ayıbıyla, kusuruyla ilgilenmez. Bu kibrin, kendini beğenmişliğin, mâlâyâniyle uğraşmanın alametidir ve haramdır.
Mümin kalbi, eksikleri ve kusurları olsa dahi nazargâh-ı ilâhîdir. Sırf bu hususiyetinden dolayı hürmete layıktır. Bu yüzden müminin insana ve mahlûkata yaklaşımı ilâhî hikmet ve tecelliyat arayışı bağlamındadır. Gördüğü, işittiği ve dokunduğu her şeyi ve hadiseyi, hikmet ve marifet açısından bir kazanım, Allah Teâlâ’ya yakınlık vesilesi olarak değerlendirir.
Kardeşlik hukuku
Hadis-i şerifteki bir başka hikmet, kardeşlik hukuku ve sosyal sorumlulukla ilgilidir. Ahlâk ve fazilet yarışında müminler birbirine karşı sorumludurlar. Nasihat etmek, marufu emretmek, münkeri önlemek, eksiği gidermek, ayıbı örtmek gibi karşılıklı sorumlulukları vardır. Kaynaklarımızda “İslâm’da Kardeşlik” başlığı altında sorumluluklardan detaylıca bahsedilir.
Müslümanları bir arada tutan, ümmet bilinci ve ortak şahsiyet kazandıran bağ iman ve İslâm kardeşliğidir. “Müminler kardeştir” (Hucurat 10) ilâhî fermanı inananlara topluca kardeşlik sorumluluğu yüklemiştir. Kardeşler birbirinin eksiğini tamamlamak, ayıbını örtmek zorundadır.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin “Mümin, mümine karşı parçaları birbirini destekleyen bir bina gibidir.” (Müslim, Birr 17; Buhârî, Edeb 34) sözü bu ilişkiyi ifade eder.
Kırmadan, parlatarak
Ayna olanı olduğu gibi yansıtır, demiştik. Ne eksik ne fazla, genellikle kusur ve eksikleri görmek için kullanılır. Nasihat de bir anlamda muhataba ayna tutmaktır. Düzeltmek maksadıyla eksik veya kusurları yansıtma işlemidir. Bu da ancak güzel ahlâk hususunda örnek olup yol göstermek; kötü ahlâktan, günah ve yanlıştan sakınmak ve sakındırmakla olur.
Nasihat ederken, kardeşinin eksik veya kusurlarını gösterirken ayna hassasiyetinde, kırmadan, utandırmadan, yansıyan kendisiymiş gibi davranmalıdır. Aleni değil, yalnız olduğu anı seçmeli ve kardeşinin tabiatına uygun üslup kullanarak iletmelidir. Güzel hasletlerini örnek alıp teşvik etmelidir. Mutlu ve sıkıntılı anlarda yanında olmalı, gıyabında arka çıkıp onu savunmalıdır. Nitekim hadis-i şerifin başka bir rivayetinde Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Mümin müminin aynasıdır ve mümin müminin kardeşidir. Onun geçimini muhafaza eder ve onu arkadan da çepçevre sarıp (tehlike ve zararlardan) korur.” (Ebu Davud, Edeb 49, nr. 4918)
İmam Gazâlî rahmetullahi aleyhe göre ayna samimi dosta işarettir. İnsan ahlâkını güzelleştirmek için samimi dosta ihtiyaç duyar. Doğrudan göremediği kendi kusur ve hatalarını mümin kardeşi vasıtasıyla görür. Bunun içindir ki Hz. Ömer kendi kusurlarını Selmân-ı Fârisî radıyallahu anhumâya sorardı. Mümin de kardeşinin kusur ve hatalarını münasip bir dille söyleyerek ona ayna görevi yapar. Ya da söz konusu kusur ve hataları kendisi işliyormuş gibi yaparak ona bunların yanlış olduğunu anlatabilir. (Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 2/18)
Rivayete göre Nizâmülmülk rahmetullahi aleyh, meclisine fakihlerden birini sık sık davet ediyor ve onunla bir süre baş başa kalıyordu. Ona niçin ve özellikle bu âlimi tercih ettiği sorulduğunda dedi ki:
– Bu âlim yanıma geldiğinde asla yağ çekmez, bende olmayan şeyi ve nefsimin hoşuna gidecek şeyleri söylemez. Aksine, bana kusur ve günahlarımı hatırlatıp nasihat eder. O çıktığında nefsimin kibirden arındığını hissediyorum. Israr etmeme rağmen asla benden bir şey almaz. Başkaları böyle değil. Onlarla olunca nefsim öyle gaflet ve kibre dalar ki gittiklerinden sonra bile bu hal devam eder. (A. Ferec, Ebtâl ve Mevâkıf, s. 340)
Samimi dost ihtiyacı
Samimi dost ahlâkı güzelse her durumda hayırlıdır. Ondaki güzel ahlâk ve özellikler dostlarına da sirayet eder. Ortada hoş olmayan bir durum, ahlâkî bir sorun varsa uyarır ve düzeltmeye çalışır. İnsanın söz, davranış ve hal diliyle kendisine yol gösteren, eksiklerini tamamlamasına yardım eden olgun ve dürüst bir dosta ihtiyacı hava ve su kadar önemlidir.
Aynı şekilde içinde bulunduğu durumun güzel olduğuna işaret edip, onda sebat etmesi için de kişinin aynaya ihtiyacı vardır. “Şu halin güzel, şu meziyetin sünnete uygun, senin şu tavrını beğeniyorum” deyip kendisini hayra teşvik eden ve bu yönüyle de ayna görevi yapan bir mümine ihtiyaç duyulur.
Her iki durumda da dikkat edilmesi gereken husus, aynanın temiz ve şeffaf, bakış açısının da doğru olmasıdır. Açı doğru değilse yahut ayna eğri veya kirli ise görüntü yanıltıcı olur. Güzeli çirkin, çirkini güzel gösterir. Bozuk ayna mide bulandırır, dengeyi ve huzuru bozar.
Burada anlatmak istediğimiz ister ayna konumunda, ister aynaya bakan konumunda olsun mümin, niyetinde samimi, ahlâkı güzel, maksadı Allah’a yakınlık olmalıdır. Kendi ayıbı ortada iken başkasına nasihat etmek yahut nasihate kulak vermemek insanı gülünç duruma düşürür. Kötü kimse aynada kendisini güzel, başkalarını çirkin görür. Başkasında olmasını istediğin özelliğe yahut davranışa önce senin sahip olman gerekir. Kendi noksanıyla yüzleşme cesareti olmayanın nasihat istemesi zaman kaybından öteye geçmez.
Kiminle dost olmalı?
Mümin ancak müminle dostluk kurabilir. Hadis-i şerif “mümin müminin aynasıdır” derken, inananlar arasındaki dostluğun, ülfet ve ünsiyetin önemini vurgulamaktadır.
İnsanlar ırk, renk ve cinsten çok ahlâk, hal ve huy benzerliğine dikkat eder, bir araya gelirler. Farklık ise nefret ve uzaklaşma nedenlerindendir. Ortak özellikler çoğaldıkça ülfet artar, dostluklar pekişir. Birlik, dayanışma, fazilet, marifet ve güç samimi dostluklar sayesinde sürdürülebilir. İnsanlar birbirine muhtaç olarak yaratılmıştır ve hayatın ancak dayanışma içinde sürdürülebileceği bir gerçektir.
Mümin sağlığına dikkat etmek, soğuk, sıcak, sel, afet gibi tehlikelere karşı önlem almak zorundaysa dinini, diyanetini, ahlâkını da şeytanın ve nefsin afetlerinden koruyup kollamak mecburiyetindedir. Bunun için rehbere, yol gösteren mürşide, hata ve yanlışta kendisini uyaran bir dosta ihtiyacı vardır.
Abdullah b. Abbas radıyallahu anhumâdan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme:
– Kimlerle yakınlık hayırlıdır, diye soruldu. Şöyle buyurdular:
– Kendisini gördüğünüzde size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi arttıran, ameli de size âhireti hatırlatan kimsedir. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/226)
Dost sevilen ve güven duyulan kimsedir. İnsanın sevdiği, güvendiği, sırlarını ve sıkıntılarını paylaştığı dostunun olması büyük bir bahtiyarlıktır. Hikmet ehline göre dost, dostunu muhtaç bırakmayan, her halükârda ona sahip çıkandır.
Dostluk düşünce ve hislerin paylaşımı seviyesine çıkmışsa, bu dostluğun zirvesidir.
Allah için kurulan dostluklar daha sağlam ve kalıcıdır. Din bağı, irade ve inanç meselesi olduğu için ilişkiler de dine dayanır ve ibadet kapsamına girer. Bu tabii veya çıkar ilişkilerinden daha güçlü ve etkileyicidir. Zoraki veya çıkara dayalı ilişkilerde samimiyet ve selamet aranmamalıdır. Allah’ı, Peygamber’i ve âhiret gününü hatırlatmayan sohbet ve meclislere mesafeli durmak müminin selametinedir.