Aramak

Her Zaman Her Yerde ADALET

Her Zaman Her Yerde ADALET

Adalet, Kur’an-ı Kerim’in önde gelen kavramlarından biridir. Çünkü insanlığın vazgeçilmez bir değeridir. Tarih boyunca adalet, basit yapıdaki kabile topluluklarından karmaşık toplumlara kadar her seviyede sosyal yapıların varlığını devam ettirmesi için olmazsa olmazıdır. Bütün hukuk sistemleri, yaptırımlar ve cezalar adaletin toplumsal inşası içindir.

Adaletin olmadığı toplumlar çökmeye mahkûmdur. Hz. Ömer radıyallahu anhuya ait olduğunu bildiğimiz şu veciz söz durumu özetler. “Adalet mülkün/devletin temelidir.” 

Kur’an-ı Kerim’in ideal toplum (medine-i fâzıla) teklifinde adalet en önemli değer olarak karşımıza çıkar. Bireysel tutumlarda, aile hayatında, sevgide, öfkede ölçülü olmak ve hak edenin hakkını vermek anlamında adaletli olmak gerekir. 

Dolayısıyla mahkemede hâkimin adaletle hükmetmesi kadar, aile içinde ebeveynlerin bütün çocuklarına ihtiyaç duydukları sevgiyi koşulsuz göstermeleri, onlara merhametli davranmaları adaletin bir gereğidir. Evdeki yaşlılara gereken saygının gösterilmesi böyledir. Komşuya güzel muamelede bulunmak adaletin gereğidir. 

Adaleti her alanda ayakta tutmak müteyakkız (uyanık) bir kalp, irfânî bilgiyle donanmış bir akla sahip olmakla mümkündür. 

Emrolunduğun gibi

Adaletin en önemli anlam boyutlarından biri de “istikamet”tir. Yani aşırılıklardan uzak, herkesle ölçülü bir şekilde münasebette bulunabilmek ve Hak Teâlâ’nın emrettiğini yapabilmektir. Buradaki ölçü Allah’ın Kitabı’dır. Hz. Aişe radıyallahu anhâ validemiz, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem için “Onun ahlâkı Kur’an ahlâkı idi.” buyurmuştur. 

“Artık emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Seninle birlikte tevbe edenler de (dosdoğru olsunlar). Sakın aşırı gitmeyin! Çünkü O, yapmakta olduklarınızı görür!” (Hûd 112) 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu ilâhî emirle ilgili; “Hûd suresindeki bu ayet saçlarımı ağarttı” buyurmuşlardır. İbn-i Abbas radıyallahu anhu, “Resûlullah için, Kur’an’da, anlamı bu ayetten daha ağır bir ayet inmemiştir” buyurmuştur. 

Adaletin anlamı

Adalet kelime olarak “doğruluk, insaf, istikamet, doğru olmak, doğru davranmak” demektir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Dinî ve Felsefî Ahlak Lügatçesi, Bilmen Yay. 1967, s. 71) 

Yine “her şeyi yerli yerine koymak” (el-Mâturîdî, Tefsiru’l-Mâturîdî, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005, 6/558) “her şeyin ölçülü olması, mizan, hak edenin hakkının iade edilmesi ifrat ve tefrite savrulmama anlamlarına” gelir. 

Kur’an-ı Kerim’de “adalet” kavramı çeşitli formlarda 28 kez geçer. Aynı anlama gelen “kıstas”, “istikamet”, “mizan”, “kıst”, “hak” gibi diğer kelimelerle birlikte adalet kavramı yaklaşık olarak 100’ü bulur. İlgili ayetler, adaletin tecelli edeceği birçok yönü ortaya koyar. Kâinattaki düzen, tevhid, mahkemede şahitlik ve hüküm verirken adaletle hüküm vermek bunlar arasındadır.

Kozmik adalet

Esasen adalet varlıkların tabiatında bulunmaktadır. Evrendeki düzen ve ölçü adaletin göstergesidir. Kâinatta kaos aklî ve bilimsel açıdan imkânsızdır. Bu gerçek, kâinatın yaratıcısı ve sahibi olan Allah azze ve cellenin el-Adl sıfatına işaret eder. Yani kâinattaki ve insanın yaratılışındaki düzen, denge ve denklik Hak Teâlâ’nın Âdil olmasının bir tecellisidir. 

İnsanın yaratılışındaki düzen ve dengeye işaret eden ayetlerden biri şudur: “Seni yaratan, sana salim uzuvlar veren, onları birbirleriyle denk yapan (Rabbin’e karşı seni aldatan nedir?)” (İnfitar 7)

Yine Kur’an-ı Kerim Âlemlerin Rabbi’nin tabiata koyduğu ölçüye dikkatimizi çeker.

“O göğü yükseltti, mizanı (ölçüyü, dengeyi) koydu. Tartıda haksızlık etmeyin ve teraziyi adaletle doğrultun, tartılanı eksik yapmayın diye.” (Rahman 7-8)

Kâinata düzen veren Allah, dünyada insanların kendi aralarında adalet ölçüsüne uygun hareket etmesini ister. Bu da doğruluk, emanetin ehline verilmesi, haksızlık yapmamak, taşkınlıktan ve azgınlıktan uzak durmak, zalimin karşısında durmak ve mazlumun yanında yer almak gibi uygulamalarla mümkündür. 

Allah’ın ve kulun hakkı

Adaletin bir anlamı tevhiddir. “Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya vermeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” (Nahl 90) ayetinde geçen “adalet”, tevhiddir. Yani bütün kapsamı ve anlam derinliği ile kelime-i şehadettir. 

Adaletin bir başka anlamı insaflı olmaktır. İnsaf, en başta bizi yaratan, yaşatan nimetler vereni kabul etmek, verdiği nimetlere şükretmektir. Bize her türlü nimeti verenin Allah olduğunu bilmek ve verdiği nimetlere şükretmek insafın ve dolayısıyla adaletin gereğidir. 

Adaletin bir anlamı da hüküm verirken adaletle hükmetmektir. 

“Allah emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa 58) 

Bu ayete göre toplumsal adaletin en önemli gereği işi ehline vermek yani yetkiyi liyakatli olana teslim etmektir. Eğer liyakat esasına göre davranılmazsa toplumda haksızlıkların, zulmün ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. 

Adalet ve liyakat

Bu ayet-i kerime Mekke’nin fethinden kısa bir süre sonra nâzil olmuştur. Kâbe’nin bakımı ve diğer hizmetleriyle Osman b. Talha görevliydi. Kâbe’nin anahtarı onda idi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Mekke’yi fethettiğinde, henüz İslâm’a girmemiş olan Osman b. Talha, Kâbe’nin kapısını kilitleyip damına çıktı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem anahtarı istettiğinde; “Eğer onun Allah’ın elçisi olduğunu bilsem, bir engel çıkarmam” diyerek vermekten kaçındı ve bunda ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Ali radıyallahu anhu zor kullanarak anahtarı elinden aldı ve Kâbe’yi açtı. 

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem içeri girdi, iki rekât namaz kılıp dışarı çıkınca amcası Hz. Abbas anahtarın kendisine verilmesini istedi. Bu olaydan sonra yukarıdaki ayet indi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. Ali radıyallahu anhuyu çağırıp anahtarı yine Osman b. Talha’ya vermesini ve kendisinden özür dilemesini emretti. O da öyle yaptı. Osman b. Talha ona: 

– Önce zor kullanıp beni incittin. Sonra da gelip özür diledin, neden, diye sordu. Hz. Ali radıyallahu anhu; 

– Çünkü Cenâb-ı Hak senin durumunla ilgili ayeti indirdi de ondan, dedi. Sonra ayeti okudu. 

Osman duygulandı ve;

– Ben artık Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorum, dedi ve Müslüman oldu. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs el-Arabî, 1420, 10/108)

Bu ayetin nâzil olmasına sebep olan hadise, adaletin tecellisi için Müslüman olmasa da işi liyakat sahibi olana vermenin önemini ortaya koyar. 

İşin ehline verilmemesinin zararlarının ne kadar büyük olacağına dair Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin önemli uyarıları bulunur. Bunlardan biri şöyledir:

Sahabilerle konuşurken Peygamberimiz’e bir bedevî ansızın çıkageldi ve;

– Kıyamet ne zaman kopacak, diye sordu.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sözünü kesmeden konuşmasına devam etti. Bunun üzerine sahabilerden birisi;

– Bedevînin sorusunu duydu, fakat beğenmedi, dedi. Bir başkası da;

– Hayır, soruyu duymadı, dedi.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem konuşmasını bitirince;

– Kıyamet hakkında soru soran nerede, buyurdu. Bedevî;

– Buradayım, ey Allah’ın Resûlü, dedi.

– Emanet zâyi edildiği zaman kıyameti bekle, buyurdu. Bedevî;

– Emanet nasıl zâyi olacak, diye sordu. Peygamberimiz de;

– Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle, buyurdu.

(Buhârî, İlim 2)

Mahkeme-i kübra

Kıyamet günü, ilâhî adaletin yani herkesin hak ettiğini alacağı gündür. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem “Kıyamet gününde haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan hakkı alınacaktır” buyurmuştur.

Enes radıyallahu anhunun naklettiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: 

“Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” 

Bunun üzerine birisi;

– Ey Allah’ın Resûlü! Eğer mazlum ise yardım ederim, zalimse nasıl yardım edeceğim, diye sordu. Efendimiz buyurdu ki:

Onu zulümden uzaklaştırırsın veya zulmüne engel olursun. İşte bu ona yapacağın yardımdır. (Buhârî, İkrâh 7)

Tarihimiz bu şuurun bütün dünyada gerçekleşmesi, yani nizam-ı âlem için hayatlarını ortaya koyanların, mücadele edenlerin hikâyeleriyle doludur. Şimdi insanlık yeniden bizden bu şuuru ve ona göre hareket etmemizi bekliyor. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy