Musibet ve Rahmet
Şâzeliyye tarikatının pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhû “Tâcü’l-Arûs” adlı eserinde şöyle der:
Gerçek manada musibete uğramış kişi, günahların ve nefsinin isteklerinin kendisini yıprattığı kimsedir. Günahlar ve nefsin arzuları o kimseyi adeta kokuşmuş deri kaba çevirmiştir. Bu öyle bir musibettir ki, o kimsenin yemesini içmesini ve bütün arzusunu sadece tuvalete gitmek ve hanımının gönlünü razı etmekten ibaret kılmıştır. Keşke hiç değilse bunları helâl yoldan sağlamış ve yerine getirmiş olsaydı.
Makamların ilki tevbedir. Tevbe olmadan diğer ameller kabul edilmez. Günah işleyen bir kulun durumu, ateşe konulmuş yeni bir çömleğe benzer. Altında bir müddet ateş yakıldığı zaman çömlek kararır. Şayet işin bittikten sonra vakit kaybetmeden çömleği ateşten alıp yıkarsan bu karalıktan bir iz kalmaz. Fakat ateşin üzerinden almayıp içinde defalarca yemek pişirirsen, o karalık çömlekte yer tutar, ne kadar yıkarsan yıka, hiçbir faydası olmaz.
Aynı şekilde günahın hemen ardından yapılan tevbe de kalbin karalığını yıkayıp temizler. Böylece ameller de temizlenir ve onlardan kabul kokusu yayılır. Öyleyse her zaman Cenâb-ı Hak’tan tevbeni kabul etmesini dile. Eğer Allah tevbeni kabul ederse huzurlu olursun. Çünkü bu Allah’ın bir hediyesidir ve dilediği kullarına ihsan eder.
Çok defa görüldüğü olmuştur: Topukları yarılmış bir köle tevbeye muvaffak olur ama efendisi olamaz. Kadın muvaffak olur ama kocası olamaz. Genç bir kimse muvaffak olur ama yaşlı muvaffak olamaz.
Şayet sen tevbeye muvaffak olduysan bu, Allah Teâlâ’nın seni sevdiğinin delilidir. Çünkü O şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara 222)
Bir şeye ancak onun kıymetini bilen kimse gıpta eder. Hayvanın önüne pırlanta konulsa bile şüphesiz arpa ona daha sevimli gelir. Şimdi şu iki gruptan hangisi olduğuna bak: Tevbe edip sevilen kimselerden misin yoksa tevbe etmeyip zalim olanlardan mı? Allah Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurât 11)
Tevbe eden kimse kazançlı çıkar, tevbe etmeyen ise hüsrana uğrar. Allah’ın rahmetinden ümidini kesmiş bir şekilde, “Kaç defa tevbe ettim, her defasında bozdum” deme! Hasta olan kimse ruhu bedeninde olduğu müddetçe iyileşmeyi ümit eder.
Kul tevbe ettiğinde onun cennetteki evi de yer de gök de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de sevinirler. Hak Teâlâ senin seven olarak kalmana razı olmaz, sevilen olmanı da ister. Sevilen nerede, seven nerede?
Yazıklar olsun o kula ki, kendisine ihsanda bulunan Yüce Allah’ın ihsanını bildiği halde O’na isyan etmeye cüret eder. Allah’a isyan etmeyi seçen kimse O’nun ihsanını da bilmez. O’ndan korkmayan kimse O’nun kadrini bilemez. O’ndan başkasıyla meşgul olan kimse kazançlı çıkmaz.
Yazıklar olsun o kula ki, kendisini helâke çağırdığını bildiği halde nefsine uyar. Kendisini doğruya çağırdığını bildiği halde kalbini dinlemez. Allah’ın büyüklüğünü bildiği halde O’na isyan etmekten geri durmaz. Günahkâr kul O’nun azametini bilseydi, isyan etmiş olarak O’nunla karşılaşmak istemezdi. Mevlâsı’nın kendisine yakın olduğunu ve onu gördüğünü bilseydi, O’nun yasakladıklarından daha fazla kaçardı.
Yine yazıklar olsun o kula ki, günahın dünyevî ve uhrevî sonuçlarını bildiği halde Cenâb-ı Hak’tan hayâ etmiyor. Bu kul, Allah’ın kudret pençesinde olduğunu bilseydi, emir ve yasaklarına muhalefet etmiş olarak O’nunla karşılaşmak istemezdi.