Aramak

Ayın Konusu

TEMİZ HAYAT
GENİŞ RIZIK

Hâlid b. Velid radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem rızık genişliği talep eden birine şu tavsiyede bulundular: 

“Taharet üzere ol ki rızkın genişlesin.” (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummal, nr. 44154, 16/127) 

Hadis-i şerif, temizliğe riayet edildiği takdirde rızkın artacağını, genişleyeceğini müjdelemiştir. Bu müjde, taharetle ilgili ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah’ın müminlere vaad ettiği nimetleri hatırlatır. Ayetin meali şöyledir: 

“Allah size zorluk dilemiyor; sizi tertemiz etmek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz.” (Mâide 6) 

Demek ki abdest başta olmak üzere taharete devam eden müminlerin manen de tertemiz olmak ve nimetin tamamlanması gibi iki büyük mükâfata erişecekleri müjdelenmiştir.

Rızık ve temizlik, hayatın gereklerindendir. Rızk olmadan hayat, temizlik olmadan da sağlıklı bir hayat mümkün değildir. Bu bütün canlılar için geçerlidir. Her canlı kendi tabiatına uygun bir şekilde rızkını alır, beslenir ve yine tabiatına uygun bir tarzda kendini temizler.

Yaratılmışların en üstünü olan insanın durumu diğer canlılardan farklıdır. İnsan akıl, kalp, nefs, irade, beden ve ruh gibi zâhir ve bâtın, başka canlılarda olmayan özelliklerle donatılmış ve çok özel bir varlıktır. Yeryüzü bütün nimetleriyle kullanımına sunulmuştur. İnsanın rızık temini ve temizliği de bu özelliklerine uygun olmalıdır. 

Rahat ve mutlu bir hayat, genellikle maddi anlamda varlıklı olmakla ilişkilendirilir. Malı çok olanın rızkı çok, rızkı çok olanın da mutlu olduğu varsayılır. Çoğumuz bu düşünceyle hareket eder, çalışır ve çabalarız. Ömür sermayemizi bu uğurda tüketiriz. 

Bu yaklaşım ve çaba, hayatın gerçeklerine uygun, ilkeli ve dengeli sürdürüldüğünde doğrudur. Çünkü rızık temini için çabalamak, fazilet olmaktan öte bir ibadettir. Müslüman ilkeli olmak, endişe veya hırsa kapılmadan, tevekkül ve teslimiyete gölge düşürmeyecek şekilde rızkını aramak zorundadır. 

Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yolu Ensar’a ait bir araziye düştü. Ekim mevsimiydi fakat tarla ekili değildi. 

– Niye ekmediniz, sizi engelleyen nedir, diye sordu. 

– Kuraklık, dediler. Bunun üzerine onlara şu tavsiyede bulundu: 

– Öyle yapmayın, siz ekin. Allah Azze ve Celle; “Ekini bitiren benim. Dilersem ekini su ile dilersem hava ile dilersem sırf tohumdan bitiririm” demiştir. Sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: 

“Ektiklerinizi görüyor musunuz? Ekini topraktan siz mi yoksa biz mi çıkarıyoruz?” (Vâkıa 63) [Kurtubî, 17/220: Sa’lebî, 25/507] 

Şu halde sebepler olsun veya olmasın, sonucu yaratan Allah Teâlâ’dır. Kul üzerine düşeni yapmak, sonra da O’na tevekkül etmek zorundadır.

Rızkın ezelde takdir edildiğini bildiğimiz halde Cenâb-ı Allah’tan üzerimizdeki nimetini tamamlaması, bol rızık ve kazanç ihsan etmesi için dua ederiz. Bu, tavsiye edilen ve kulluğa yaraşır bir davranıştır. Helalinden bol rızk için çalışıp çabalamanın da dinen sakıncası yoktur. Aksine, dua gibi o da ibadetlerden sayılmıştır. 

Rızık endişesi

Bol rızık için çalışıp çabalamak, Allah Teâlâ’ya yakınlık, hayır ve hasenata vesile olması bakımından farz, vacip, mendub ve müstehab gibi dinî hükümler bağlamında değerlendirilir. Fakat insanı kulluktan uzaklaştırdığı, aslî vazifesini unutturduğu ölçüde günah ve isyan sayılmıştır. İnsanı günaha sevk eden her çaba, bu vesileyle kazanılan her rızk da haram veya mekruh olarak değerlendirilmiştir.

İnsanın en zayıf olduğu yönlerinden biri rızık ve geçim endişesidir. Hem anlık ihtiyaçlar hem de güvenli gelecek onu sürekli kaygılandırır. Bu, insana has bir durumdur ve insanlık tarihiyle eş zamanlıdır. Bu kaygı kişiler kadar devletleri de meşgul eden ve en çok tartışılan konuların başında gelir. İlginçtir, endişenin seviyesi ekonomik anlamda gelişmiş toplumlarda daha yüksektir. 

Şeytan insanı en çok bu zayıf tarafından yakalar ve onu yanlışa sevk eder. Ayet-i kerimede Allah Teâlâ; “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin işleri emreder. Allah ise size, kendisinden bir mağfiret ve bir ihsan vaad ediyor. Çünkü Allah, vâsi (lütfu geniş olan)dır, alîm (hakkıyla bilen)dir” buyuruyor. (Bakara 268)

Rızık endişesine kapılmış kimsenin hata yapması, günaha düşmesi muhtemeldir. Endişenin seviyesine göre günah da değişir. Fakirlik kişiyi başkalarına el açmaya, boyun bükmeye, dilencilik veya hırsızlık yapmaya zorlayabilir. Varlıklı olmak ise kibir, cimrilik, zulüm ve haksızlık gibi çirkinliklere itebilir. Bunun sebebi ise hırs, elindekileri kaybetme ve gelecek endişesidir. 

Dolaysıyla rızık endişesi iki tarafı keskin kılıç gibidir. Mal hırsı ve dünya sevgisi kalbe yerleşince kaybetme ve yokluk endişesi insanı esir alır. Hesap kitap ve plan yapmaktan asıl sorumluluğuna, ibadetlere vakit ve enerji bulamaz. Kulluk gündeminden düşer. En tehlikelisi de budur. 

İman ve tevekkül

Rızık endişesi ve gelecek kaygısı iman zafiyetinden kaynaklanır. Teslimiyet ve tevekküle aykırı bir durumdur. Aklıselim bir kimsede olmaması gereken bir hastalıktır. Tek ilacı vardır; o da kalpte yerleşmiş, duygu ve düşüncelere müdahale edecek seviyeye ulaşmış imandır. İman olmadan kaygılar ve kalbi esir eden hastalıklar bitmez. Tevekkül, teslimiyet ve huzur imanın neticeleridir. 

Cenâb-ı Allah bütün mahlûkatın rızkını ezelde takdir etmiş ve her birini uygun seviyede farklı nimetlerle donatmıştır. Kader haktır ve nasibin ötesi yoktur. Sebepler ne olursa olsun, kimse takdir edilenin dışına çıkamaz. Az veya çok, nihayetinde takdir edilen donanım ve rızık bir araçtır. Asıl olan bunları ilâhî rıza için kullanmak ve Âlemlerin Rabbi’ne güvenip dayanmaktır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulur: 

“Kim Allah’a karşı takvalı olursa Allah ona (her darlıktan) bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse O kâfidir. Allah mutlaka emrini gerçekleştirendir. Allah her şeye belli bir ölçü koymuştur.(Talâk 2-3)

Kısacası, rızık için telaşa kapılmamak ve ölçüyü kaçırmamak gerekir. Araçla amacı birbiriyle karıştıran, sermayesini boş kuruntu ve endişelerle zâyi eder. Rızkı takdir edilmişken kanaat etmeyip daha fazlasına ulaşmak, geleceği güven altına almak için yığmak, eldeki imkânları bu yolda tüketmek doğru bir tercih değildir. Ebedî hayatın ve ona götüren azığın tâlibi olmak yerine geçici rızıklarla oyalanmak akıl kârı değildir. 

Asıl ve önemli olan âhiret hayatıdır; asıl onun endişesini taşımak ve hayatı ona göre şekillendirmek gerekir. Dünya hayatı ve rızkı birer vasıtadır. “Allah’ın sana verdiği ile âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma!” (Kasas 77) ilâhî emri, az ve geçici olsa da dünyalık rızkın bir vazifesi olduğunu, onunla âhiret yurduna hazırlık yapılması gerektiğini hatırlatır. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: 

“Kimin kaygısı âhiret ise Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya zelil bir şekilde ona gelir. Kimin kaygısı dünya ise Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve iki yakasını bir araya getirmez. Kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” (Tirmizî, Kıyâme 39)

Temizlik ve rızık irtibatı

İşte hadis-i şerifte rızık genişliğinin taharetle irtibatlandırılmasındaki hikmet, bu hakikatin içselleştirilmesine yöneliktir. Nefs ve şeytanın ayartmasıyla rızık kaygısına düşen insanın bu durumdan kurtulması için temiz olması ve temizliğe devam etmesi gerekmektedir. Nebevî tavsiye, hayatın rızık derdinden daha mühim ve anlamlı bir vazifesi olduğuna dikkat çekmekte, inananları temiz olmaya, boş çaba ve endişelerden kurtulmalarını, manevi olarak arınıp yücelmelerini istemektedir.

Asr-ı Saadet’te hayat şartları bugünkü ile kıyaslanamaz derecede zordu. Ashâb-ı Kiram’ın çoğu fakirdi; günlük ihtiyaçlarını dahi zor karşılıyordu. Bazen aç kaldıkları, günlerce sadece su ve hurmayla idare ettikleri kaynaklarda zikredilmektedir. Bu durum Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ve yakın dostları için de geçerliydi. (Hakîm, el-Müstedrek, nr. 7375)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ihtiyaçtan dolayı kendisine gelenleri asla boş çevirmezdi. Yarım yufka veya hurma da olsa elindekini onlarla paylaşır, varlıklı kimseleri muhtaçlara yardıma yani infak etmeye teşvik ederdi. Kendisine geçim derdi ve rızık şikâyetiyle gelenlerin durumlarına göre çare bulur veya yönlendirirdi. Bazılarına sabrı, bazılarına sıla-i rahim yapmayı, kimine de evlenmesini tavsiye ederdi. Gücü, sağlığı yerinde olanları ise yol yordam gösterip çalışmaya teşvik ederdi. (Konuyla ilgili hadis-i şerif için bkz: Buhârî, İlim 15, Zekât 18, Edeb 34, Müsâkat 13; Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr 6/173)

Rızık genişliğine dair taharet tavsiyesi ise geneldir ve herkesi ilgilendirmektedir. “Rızık genişliği istiyorum” diye soran sahabiye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin “Taharet üzere ol ki rızkın genişlesin” tavsiyesi şart ve konumları ne olursa olsun, inanan herkesi ilgilendiren genel geçer bir kaide niteliğindedir. Rızık hususunda rahatlamak isteyen kimsenin taharetli olması, temizliğe riayet etmesi gerekmektedir. Taharet adeta rızık genişliği için bir ön şart veya sebep olarak belirlenmiştir. Bu, abdest ile namaz, namazla huzur ilişkisine benzer.

Hadis-i şerifte rızık genişliğinin emek, ticaret, yatırım veya tasarruf gibi bilinen ekonomik sebeplerin dışında bir kritere bağlanması düşündürücüdür. İlim ve irfan ehlinin yaptığı açıklamalardan bu nebevî tespitte derin anlam ve incelikler olduğunu anlıyoruz. İrfan ehlinin açıklamalarından derlediğimiz özete geçmeden önce, taharet ve rızık kavramları üzerinde kısaca durmakta yarar var. Sonra da aralarındaki irtibata, hadis-i şerifin işaret ettiği inceliklere değinebiliriz. 

Taharet ve rızık, hem özel ve dar hem genel ve geniş anlamları olan kavramlardır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde sıkça bahsedilen taharet ve rızık kavramları, bazen birlikte ve birbiriyle ilişkilendirilerek zikredilmiştir. (Bkz: Mâide 6) Adeta hayatın bu iki kavram üzerine kurulu olduğu, biri olmadan diğerinin eksik kalacağı gerçeğine vurgu yapılmaktadır. Fıkıh ve tasavvuf kaynaklarında bu iki kavram hem zâhirî/maddi hem de bâtınî/manevi yönleriyle ele alınmaktadır. 

Taharetin anlamı

Taharet, sözlükte temizlik, temizlenmek, arınmak anlamlarına gelir. Kir ve pislik anlamına gelen necasetin zıddı durumu ifade eder. Taharet dar anlamıyla fıkıhta “hadesten taharet” olarak bilinen, ibadet maksadıyla belli azaların usulünce yıkanması veya temizlenmesi işlemidir. Bu işlem abdest, gusül veya teyemmümle yapılır. Taharet, fıkıhta iman esaslarından sonra üzerinde detaylıca durulan ilk konudur. Dinin direği ve kulluğun sembolü namaz ibadetinin ön şartlarındandır ve onun kadar önemlidir. 

Genel anlamda taharet ise Allah Teâlâ’ya yakınlığa vesile olan maddi ve manevi arınmayı ifade eder. Dinen kirli (necis) sayılan şeylerden, hal ve davranışlardan temizlenmek anlamına gelir. Bu anlamda taharet iki kısımdır: 

• Birincisi maddi temizliktir ki insanın giyim, kuşam, yiyecek ve içecek gibi bedenini ve çevresini ilgilendiren ve görünen kirlerden arındırmasıdır. Bu temizlik görünen aza ve alanla sınırlıdır. 

• İkincisi manevi temizlik yani selim kalp ve ahlâk güzelliğidir. İnsanın kalbine sirayet eden haset, kibir, riya, hırs, kin, şüphe, cehalet ve mâsivâ tutkusu gibi görünmeyen hastalıklardan; gıybet, yalan, hıyanet kötü söz ve haram yemek gibi azalarla işlenen günahlardan temizlenmesidir. Bu bâtınî temizliktir. Manevi temizliğin sonuçları diğerine nazaran daha etkili ve kapsamlıdır. Faydası dünyada ve âhirette görülür.

Bu arada dış temizliğin dinî bir vecibe olduğu, kalbe yansıdığı, insana manevi huzur hissettirdiği unutulmamalıdır. İhmali söz konusu olamaz. Çünkü insan, madde ve mana âlemiyle bir bütündür. Beden ve azalarda meydana gelen hal kalbe sirayet eder, kalbin durumu da azalara yansır. 

Kısaca taharet beden, kalp ve azalarla ilgili, insanın iç ve dış temizliğine dayalı önemli bir ibadettir. Genel anlamdaki temizlik ile ibadet maksatlı temizlik birbirini tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. 

Fıtrî temizlik ve kirleticiler

İnsanın fıtratı temizdir; yani temizlik onun aslındadır. Ruhen ve bedenen temiz yaratılmıştır. Fıtrattan uzaklaşan insan kirlenir. Necaset ve taharet ise arızî bir durumdur. Taharet, insana sonradan sirayet eden, iç veya dış yapısına zarar veren, kirleten bir durumun (necasetin veya günahın) temizlenmesi işlemidir. Bu açıdan taharet fıtrata dönme faaliyetidir.

Necaset, genel anlamda pis sayılan ve dinen yasaklanmış her şeydir. Bu kapsamda Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı her şey, hal ve davranışlar da necistir ve haramdır. Günah, manevi kirliliktir. Cenâb-ı Allah’ın hoşnut olmadığı şeyi yapan kimse günahla kirlenir. Şu halde necaset, biri açık diğeri gizli iki türlüdür. Necasetin görünen türüne zâhirî necaset, görünmeyenine bâtınî necaset denir. Zâhirî necaset bâtını, bâtınî necaset de zâhiri etkiler. Görünen necaseti su, görünmeyeni ise tevbe ve istiğfar temizler. 

İmam Kuşeyrî rahmetullahi aleyh bu mevzuda şöyle der: “Taharetin dört mertebesi vardır. Birincisi görünen pisliklerden temizlenmektir. İkincisi, azaları yaralayan günahlardan temizlemektir. Üçüncüsü nefsi ve kalbi kötü huy ve sıfatlardan temizlemektir. Dördüncüsü ise kalbi Allah’tan uzaklaştıran her şeyden temizlemektir. Enbiya ve evliyanın temizliği budur.” (Ankaravî, Minhacü’l- Fukara, s.133)

Bütün günahlar necistir; bulaştığı yeri de kirletir. En kötü necaset şirk veya küfürdür. Onu ancak iman temizler. Temiz olmayanın ibadeti, ibadeti olmayanın da imanı kâmil olmaz. Bu ikisi, yani hidayet ve ibadet bir arada olduğunda iman tamamlanır. İman kalp ve beden temizliği ile kemâlâta erer. Kulun temizliği de ancak bu şekilde tamamlanmış olur.

Günahların temizliği günahın ağırlığına veya büyüklüğüne göre değişir. Bazı günahlar tevbe, istiğfar ve sâlih amellerle çabucak temizlenirken, bazısının temizliği yavaş, geç ve külfetli olur. Bazısı berzah âleminde, bazısı mahşerde, bazısı da ancak cehennemde temizlenir. 

Taharet ve ibadet, imandan sonra dinin en önemli esaslarındandır ve birbirini tamamlar. Kulluğun şartı ve Cenâb-ı Allah’a yakınlığa vesiledir. Şeytanın ve nefsin oyunlarına düşmemek için taharet önemlidir. “Abdest müminin silahıdır” kelâm-ı kibarı bu hikmetin tercümanıdır. Temizliği, abdestli olmayı kendisine düstur edinen kimse vesveseden ve rızık endişesi tuzağından emin olur. Çünkü taharet hem bir ibadet hem de ibadetlere vesiledir. İbadetler de insanın günahlardan sakınmasına vesiledir. Ayet-i kerimede “Şüphe yok ki namaz, (insanı) çirkin işlerden ve kötülüklerden alıkoyar” buyurulmuştur. (Ankebut 45)

Rızık nedir ne değildir?

Rızık, sözlükte yeme içme ve barınma gibi canlıların faydalandıkları, yaşamak için ihtiyaç duydukları her şeydir. Rızık denildiğinde akla ilk gelen mana, yiyecek içecek ve barınma gibi insanın fizikî ihtiyaçları, maddi nimetler anlaşılmaktadır. 

Oysa rızık, çok daha geniş anlamı olan ve Allah Teâlâ’nın mahlûkatına bahşettiği maddi ve manevi her türlü nimeti ifade eden genel bir ifadedir. Başlangıç ve son ile ikisi arasında mahlûkata ihsan edilen, ihtiyaç duyulup faydalanılan bütün nimetler rızık kapsamına girer.

Rızık bir anlamda hayattır; hayat varsa rızık da var demektir. Hayatı veren rızkı da vermiştir. Her canlı hayata rızkıyla gelir ve rızkını tamamlamadan ölmez. Yaratan, yaşatan ve rızkı veren Allah Teâlâ’dır. Bir Ayet-i kerimede “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’a aittir” buyurulmaktadır. (Hûd 6)

Rızıklar ezelde sebepleriyle birlikte takdir edilmiştir. Artmaz ve eksilmez. Sebepler ancak takdir edilmiş neticeye ulaştırır. Allah Teâlâ her canlıya rızkını ayrı ayrı ihsan eder. Herkes tabiatı ve kabiliyeti ölçüsünde bundan nasip alır. 

Dünyevî ölçülere göre kiminin rızkı az, kiminin çok görünür. Bu husus ilâhî sır ve hikmetlerle bezenmiştir. Yaratılmışa düşen görev, sebeplere sarılmak ve rızkını aramaktır. Takdir edilen ne ise razı olmak ve onun için şükretmek kulluk vazifesidir. Hayatın amacı ne ise rızıktan maksat da odur. Az veya çok, sonuçta rızık da bir imtihan vesilesidir; herkes bu bilinçle hareket etmek zorundadır.

Rızıklar zâhirî/maddi ve bâtınî/manevi olmak üzere iki kısımdır. Zâhirî rızka tâlip olanlar zâhir, bâtınî rızka tâlip olanlar bâtınî temizliğe önem verirler. 

Zâhirî rızık, dünya hayatı için insanın ihtiyaç duyduğu her şeydir. Toprak, hava, su, gıda, mal mülk, giysi gibi maddi şeylerin yanı sıra zaman, akıl, sağlık, güç, itibar, ilim, hüner, iş, meslek gibi maddi olmayan nimetler de rızıktır. 

Bâtınî rızık ise insanın kalp âlemi ve uhrevî hayatı için ihtiyaç duyduğu, gerekli olan her şeydir. Din, iman, ihsan, takva, adalet, merhamet, sevgi, sabır, şükür, sükûnet, basiret, ilâhî feyz ve nurlar insanın kalp âlemine hayat veren, ruh ve ahlâk güzelliğini besleyen manevi gıdalar da Allah Teâlâ’nın kullara bahşettiği rızıklardandır.

Fakat seçkin kullar hariç, insanı en çok meşgul eden rızık dünyalık olanıdır. Rızkı yeterli bulmayanlar veya kaybetme endişesi taşıyanlar, zihinleri, kalpleri ve azalarıyla sürekli onunla meşgul olurlar. Gelecek kaygısı ve tedbir maksadıyla mal ve servet biriktirme gibi tevekküle ters davranışlara yeltenirler. Kalpleri bir türlü rahata kavuşmaz. Rabbi’ne karşı tevekkül ve teslimiyetini yitirmiş insanın asıl sorumluluklarını unutacağı, fıtrattan uzaklaşacağı bellidir. “Asra yemin olsun şüphesiz insan elbette ziyandadır” (Asr 1-2) ayetinde beyan edildiği gibi insanların çoğu ziyan içerisindedir. Bu yıkımdan iman edenler ve sâlih amel işleyenler müstesna kılınmıştır. Taharet, maddi ve manevi arınma anlamında sâlih amellerin başında gelir.

Hangi rızık ve temizlik daha önemli?

Hayatın anlamını ve maksadını bilenler için manevi rızıklar diğerlerinden çok daha önemli ve önceliklidir. Çünkü maddi rızıklar sebep, manevi rızıklar ise sonuçtur. Sebepler sadece dünya hayatıyla sınırlı iken sonuçlar hem dünya hem de âhiret hayatıyla ilgili ve sınırsızdır. İlim ve irfan ehli, girişte zikrettiğimiz hadis-i şerifi ve nebevî müjdeyi bu minvalde anlamış ve değerlendirmişlerdir. 

Buna göre gerek maddi gerekse manevi temizliğin ilâhî füyûzatın ve manevi ikramların çoğalmasına vesile olacağı, mümini kalp zenginliğe kavuşturacağı müjdelenmiştir. Rızıktan maksat bu olmalı, Müslüman bunun gayreti içinde olmalı ve bunu talep etmelidir. İşte Ashâb-ı Kiram’ın temizliği de zenginliği de böyle idi. Nebevî müjdenin hikmeti ve temiz oldukları vahiyle sabit olan sahabilerin maddi anlamda fakir ve sıkıntılı hayatlarının sırrı burada saklıdır. 

Çünkü onlar, fakir olmalarına rağmen gönül zenginliğine sahip idiler. Manevi rızıkla besleniyorlardı; bu da onlar için daha önemliydi. Onlar zenginliği manevi rızıklarda bulmuşlardı, bunun için tahareti önemsiyorlardı. Rızık talepleri ise sırf âhireti kazanmak ve maneviyatı yükseltmek maksadını taşıyordu. Onlar için Allah ve Resûlü her şeyden çok değerliydi. Bu yüzden ne kadar ağır olsa da dünya sıkıntıları onlara hafif geliyor, katlanıyor ve asla şikâyet etmiyorlardı. Bu hassasiyet onlardan sonra azalarak devam etti. 

Onlar ve biz

Benzer sıkıntılı durum bugün için de geçerli. Fakat arada çok büyük fark var. Selef-i Sâlihîn, sıkıntıları arttıkça Allah’a yakınlık ve teslimiyet bağlarını sağlamlaştırmaya yoğunlaştırırken bugün durum tersine dönmüştür. Dünyalık dert ve sıkıntılar arttıkça Müslümanlar daha fazla dünyaya sarılır oldular. Haram helal, takva gözetilmez oldu, maddi ve manevi taharet arka plana itilmiş durumda. Gelişmiş ülkelere kıyasla İslâm toplumları, dünyada maddi sıkıntı çekenler sıralamasında en üst sıralarda yer almaktadır. Üstelik bu durum, yer altı ve yer üstü zenginlik ve maddi imkânlar bakımından diğerlerinden ileride olmasına rağmen böyledir. Fakirlik, darlık ve sıkıntılar asla yakalarını bırakmamaktadır. Sebebi, rızık talebindeki hassasiyetin bozulması, maddi olana kaymasıdır. Dünya hırsı âdil paylaşımı bozmuş, zenginliğin nefsine tapan küçük bir grubun tekelinde kalmasına sebep olmuştur. 

İnsanlar görüntü yerine gönül güzelliğini öncelemedikleri sürece durum değişmeyecektir. İnsan veya toplum maddi anlamda yıkılabilir, kıtlık ve yokluk içine düşebilir. Ancak manevi kıtlık ve yokluk içine düşmek mahvolmak, insanî hakikatin yok olması demektir. Bu, aşağıların aşağısına, cehennemin en alt tabakasına yuvarlanmaktır. Böyle insanların itibarlı olduğu toplumlar daha dünyada bir tür cehennemi yaşarlar. Adaletsizlik, güvensizlik, nefsperestlik hayatı kurtlar sofrasına çevirir. Nitekim bugünün dünyası böyledir. 

Rızkın azalıp çoğalması 

Son olarak, rızık ezelde takdir edilmiş, sebeplere rağmen değişmeyeceği malum iken rızkın genişleyeceğine dair bu nebevî müjde ne anlam ifade ediyor olabilir?

Hadis-i şerifte ifade edilen rızık genişliği ile ilgili üç farkı değerlendirme yapılmıştır: 

• İlki, yukarıda ifade edildiği gibi rızık genişliğinden maksat manevi rızıklardır. İnsanın ondaki nasibi manevi kabiliyetine, sâlih amellerine göre artar veya eksilir. 

• İkincisi, rızkın artması veya eksilmesinden maksat berekettir. Temizliğe riayet eden kimsenin rızkını Cenâb-ı Allah bereketlendirir. Az gibi görünen rızkı çoğa yeter. Tersi durum da temizliğe riayet etmeyen, ilâhî emirlere uymayanlar için geçerlidir. 

• Üçüncüsü, rızkın artması veya eksilmesi hakikattir ve takdiri Allah Teâlâ’ya aittir. Dilediği zaman dilediği kulun maddi ve manevi rızkını değiştirir, arttırır veya azaltır. Nitekim ayet-i kerimede “Şüphesiz ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve (dilediğine de) daraltır” buyurulur. (İsra 30) Burada kulun kabiliyeti, Cenâb-ı Allah’a yakınlığı önemlidir. 

Özellikle manevi temizlik insanı sâlih amel işlemeye, sâlih ameller de rızkın bereketlenmesine vesiledir. İbadetlerin hepsi temizdir ve temizleyicidir. Nitekim ayet-i kerimede “İyilikler kötülükleri siler” (Hûd 114) buyurulmuştur. “Kötülüğün hemen akabinde onu silecek bir iyilik yap ki temizlensin” (Tirmizî, Birr 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/277) hadis-i şerifi de aynı manaya işaret eder. 

Asıl temizlik nefsin ve kalbin temizlenmesidir. Buna tezkiye ve tasfiye denir. “Nefsini bilen Rabbi’ni bilir” sözünden maksat, nefsin kötülüklerini, hile ve tuzaklarını bilip önlemini almaktır. Dil, göz, kulak, akıl ve kalp kirlerden arınırsa hepsi temiz işlere yönelir, tertemiz sonuçlar elde edilir. 

Temiz olmak, temizliği devam ettirmek için öncelikle taharet konusunda bilgili olmak, sonra da onunla amel etmek gerekir. Neyin temiz, neyin necis olduğu ve temizlenme usulleri bilinmeden taharet mümkün olmayacağı gibi, nebevî tavsiyeden istifade de mümkün olmaz. Dinin dışında bilinen ve uygulanan yöntemler veya malzemelerle taharet olmaz. Görünürde kir ve necaset yok edilse de dinde bir anlam ifade etmez, kişiye bir faydası olmaz.

İhlâs, samimiyet ve zikir kalbi kirlerden temizleyici ilaçtır. Her şeyden önce niyet ve ihlâslı olmak taharetin şartlarındandır. Çünkü taharet sâlih amellerden sayılır ve Allah Teâlâ’ya yakınlaşmak için bir vesiledir. Bu da ancak Allah rızası gözetilerek yapıldığında mümkün olur. Niyetler hijyen, gösteriş, beğenilme gibi amaçlarla kirletilmemelidir. Çünkü bunlar için de ayrıca kalplerin ve niyetlerin temizlenmesi gerekir. Bu hususta en güzel örnek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin uygulamaları ve sahabilerine öğrettikleridir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy