İçimizdeki
Düşman
Şöyle dışarıdan bir bakışla, kötülük hayatımızın merkezine oturmuş durumda. Yalan, hile, itibar suikastı gibi ahlâkî rezîletler sıradanlaşmış görünüyor. Kimse elindekine şükretmiyor, başkasının sahip olduklarına göz koyuyor. Daha on yıl önce yadırganan tavırlar şimdilerde sıradanlaştı. Üzülerek söylemeliyiz ki birinde gördüğümüz en küçük, en sıradan erdem bile artık şaşırtıcı gelebiliyor.
Bir keresinde büyüklerden birine sormuştum:
– Efendim, nereye kadar böyle gidecek? Düzelmeyecek mi?
Şöyle buyurmuşlardı:
– Her gün bir öncekinden daha fena olacak. Ta ki Mehdi aleyhisselam gelene kadar.
Neyse ki sayıları az da olsa iyiler ve iyilikler hâlâ var. Allah eksikliklerini vermesin. Yoksa vaziyet her birimiz için içinden çıkılmaz noktaya gelecek.
Bu hali yalnızca tek bir gerekçeye bağlayamayız tabii ki. Teknolojinin ilerlemesi ve dolayısıyla önceliklerimizin, değerlerimizin değişmesi gibi dış etkenler tetikleyici unsurlar olarak karşımızda duruyor. Fakat insan olmamızdan, nefs taşımamızdan kaynaklanan içsel sebeplerle manzarayı biz kendimiz, hem de bile isteye tamamlıyoruz. Önce ateşi harlıyor, sonra da yangından şikâyet ediyoruz.
Cehaletin dibi
Kuşkusuz kalbimizde bulunan ve iyiliklerimizi küçük bir kurdun dev gibi çınar ağacını yiyip tükettiği gibi kemiren pek çok hastalık var. Ancak aralarından bir hastalık var ki yalnızca kendimize zarar vermemize neden olmuyor. Küçük bir taşın durgun göl üzerinde oluşturduğu dalgalar gibi bütün topluma sirayet ediyor.
Bu illet hasetten başka bir şey değil. İleri seviyede kıskançlık olarak da bilinen hasedi, Seyyid Abdülkadir Geylânî kuddise sırruhû “en büyük cahillik” olarak tarif ediyor. Ârifler, âlimler ve âbidler ise kendi kısmetinin başkasına, başkasının nasibinin de kendisine geçmediğini biliyorlar.
İnsanı hayatının sonuna kadar huzursuz, ibadetlerini de heba eden haset, toplumsal hayatı son derece olumsuz etkiliyor. Haset duygusuyla dolu huzursuz kişiler, içlerinde barındırdıkları olumsuz düşünceler nedeniyle huzursuzluklarını genele yayıyorlar. Böylece sağlıklı biçimde diyalog kurmayı, paylaşımı ve iş birliğini engelleyerek toplumsal birlikteliği zayıflatıyor, kardeşlik hukukuna halel getiriyorlar.
Hasedin tam zıddı ahlâk ise cennete götürüyor. Başkasının sahip olduğu nimetin kendisine geçmesini istemek bir yana, kendisi için arzuladığı şeyi kardeşi için de talep eden kişi, hadis-i şerifte müjdelendiği gibi hakiki manada iman etmiş oluyor çünkü.
Asr-ı Saadet’ten güzel bir örnekle devam edelim: Hz. Enes radıyallahu anhunun anlattığına göre, Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashâbıyla otururken;
– Şimdi içeriye cennetlik bir kişi girecek, buyuruyor. Biraz sonra da Ensar’dan biri Fahr-i Kâinat Efendimiz’in bulunduğu meclise giriyor.
Ertesi gün Resûlullah yine aynı cümleyi kuruyor ve aynı adam tekrar çıkageliyor. Bir gün sonra Efendimiz yine “Birazdan içeriye cennetlik biri girecek” dediğinde kapıda yine o zat beliriyor.
Bu hadiseye üç gün şahitlik eden Abdullah b. Amr radıyallahu anhu bu mübarek zâtın evine misafir olmak istiyor. Birkaç gün onunla birlikte kalıyor. Peygamber Efendimiz tarafından cennetlik olduğu işaret edilen adamın ibadet ve taatinde neyi farklı yaptığını görmek istiyor ama bir şey göremiyor.
Şaşırıyor ve dayanamayarak soruyor:
– Ey Allah’ın kulu! Geçen gün Efendimiz’le aynı mecliste otururken “Şimdi içeriye cennetlik bir kişi girecek” deyince sen geldin. Ve bu peş peşe üç kez tekrarlandı. Ne yaptın da böyle bir müjdeye mazhar oldun?
O sahabi gülümseyerek cevap veriyor:
– Allah’ın bahşettiği herhangi bir nimet yahut hayırdan dolayı hiç kimseye haset etmedim.
Kabımızı kim kirletiyor?
Nazargâh-ı ilâhî olan kalp, Kâlû Belâ’da verdiğimiz sözü tutup tutmayacağımızı ölçmek için yeryüzüne gönderildiğimiz gün tertemiz bir şekilde emanet ediliyor bize. İçerisinde bulunduğumuz sosyal çevre ve yetiştirildiğimiz koşullar kişiliğimizin oluşmasını etkilerken, kalbimizin nereye doğru evrileceğini de belirliyor. Fakat insanoğlunu diğer mahlûkattan ayıran irade kavramı işte tam da burada devreye giriyor.
İyi ya da kötü olmayı, cimriliği yahut cömertliği, kıskançlığı, hasetliği, suizannı veya hayır duada bulunacak genişliği biz tercih ediyoruz. Kalbimizi tertemiz bir kaba benzetirsek, onu korumak da kirletmek de bizim elimizde.
İki cihan serveri Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “Size önceki ümmetlerin hastalığı sirayet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bunlar kazıyıcıdır. Bilesiniz ki haset ve buğz, saçın kazındığı gibi dini kazır.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 57)
Dinimizi kazımamak, iyiliklerimizi söküp atmamak, Cenâb-ı Hakk’ın “Haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden…” (Felâk 5) uyarısının fâili olmamak ve kalp âlemimizi karanlıklardan aydınlıklara kavuşturmak için haset duygusundan sıyrılmalıyız. Başkasının elindekine göz dikmek yerine Allah’ın bizlere bahşettiği nimetlerin şükrünü hakkıyla edaya çalışmalıyız.
Aksi takdirde, gelip geçici dünya hayatında Rabbimiz’e iman etmiş olmanın verdiği huzurdan mahrum kalır, geri dönüşü olmayan ebedî âlemde de cehennemi mesken tutmuş oluruz. Allah muhafaza...