Hakka Davet Vazifemiz
Yüce Allah Müberra Kitabımız’da mealen: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104) buyurmaktadır. İsmail Ferruh Efendi rahmetullahi aleyh Mevâkib Tefsiri’nde bu ayeti şöyle açıklar:
“İçinizden, insanları hayra davet eden ve iyiliği yani Kitap ve Sünnet’e uymayı emredip, kötülükten yani Kur’an ve Sünnet’e karşı çıkmaktan alıkoyan bir topluluk bulunsun!”
İyiliği emredip kötülükten sakındırmak manasına gelen “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” hepimizin görevidir. Başta peygamberler olmak üzere sahabiler, mürşidler, âlimler, anne babalar, müminler kendi sorumluluğu çerçevesinde hakka davetçi, şerre mani olan kişilerdir.
Allah Teâlâ bizi kendisine kulluk etmemiz için yaratmıştır. (Zâriyat 56) Her kulun en birinci ve en mühim vazifesi Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmaktır. Büluğ çağından son nefese kadar Rabbimiz’e itaatten ayrılmamaktır.
Sonra, en yakın çevreden başlayarak kulluk vazifesini yapabilmek için sorumlulukların öğretilmesi gelir. Kimse namazı, orucu, zekâtı, Kur’an tilavetini, helal ve haramları kendi kendine öğrenmez. Ona bunları ilk olarak öğreten, hakkı tavsiye eden, iyiliği gösteren, yasaklardan sakındıran, tebliğ eden birileri vardır. Bu olmasa kişi ne namazı kılabilir ne Kur’an okuyabilir ne İslâm’ı yaşayabilir. Hepsinden mahrum kalır, hüsrana uğrayarak dünyadan ayrılır.
Marufu emir ilk olarak ailede başlar. İnsanın ilk uyarıcısı, tebliği edicisi, yol göstericisi anne babasıdır. İlk bilgileri onlardan alır. Anne babalar her davranışı, her sözü ile aile fertlerine bir şeyleri tebliğ etmektedir. Hayır üzere yaşayanlar hayrı, şer üzere yaşayanlar şerri öğretmekte, örnek olmaktadır. Her evladın ahlâkı ilk olarak anne babasını hayatı ve sözleri üzere şekillenir. “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonradan anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsî yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92) hadis-i şerifi anne babanın çocuğu üzerindeki etkisini hatırlatır.
Allah Teâlâ’nın âlemde yarattığı en şerefli varlık insan, insanların en şereflileri de peygamberlerdir. Onlar Yüce Allah tarafından seçilmiş en seçkin ve üstün kişilerdir. Hz. Âdem aleyhisselamdan peygamberlerin sonuncusu Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar yeryüzüne gönderilen yüz yirmi dört bin peygamberin ilk ve en birinci vazifesi, Yüce Allah’tan aldıkları emir ve yasakları ümmetlerine ulaştırmak olmuştur.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi veselleme, hiçbir engele, fitnecilere, karşı çıkanlara aldırış etmeden, kimseden çekinmeden, korkmadan ilâhî emirleri tebliğ etmesi emredildi. Müberra Kitabımız’da O’na hitaben şöyle buyuruldu: “Ey Resûl! Rabbin’den sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Mâide 67)
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hira mağarasında ilk olarak vahiy meleği ile karşılaştıktan sonra ilâhî vahyin azametinden titremiş, ailesine “Beni örtün!” demişti. Bu haldeyken “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar!” hitabıyla başlayan Müddessir ve Müzzemmil surelerinin ilk ayetleri inmiş, insanlara hakkı tebliğ etmesi emredilmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sadece Kureyş’e tebliğde bulunmamıştı. Taif’e gidip onları hakka davet etmiş, hac zamanları Mekke’nin dışından ziyaret maksadı ile Mina’ya gelenlere de tebliğde bulunmuştu. Medine’den Akabe’ye gelen kişilere İslâm’ı anlatıp Müslüman olmalarını sağlamış, bunun üzerine birinci ve ikinci Akabe Biatları gerçekleşmiştir. Bu biatlar sonucu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Medine’ye davet edilmiş, bir yıl sonra oraya hicret etmiş ve İslâm Medine’den dünyaya yayılmıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ilerleyen yıllarda İran, Bizans, Mısır imparatorlarına da elçiler göndererek İslâm’a davet etmişti.
Hz. Musa aleyhisselamın son derece gaddar ve zalim olan Firavun’un karşısına geçip onu hakka davet etmesi, azgınlık ve zorbalığı bırakmasını söylemesi emredildi. O da zâhiren çok çetin bir iş olan bu mühim vazifeyi hakkı ile ifa edebilmek için yüce Allah’tan kardeşi Hz. Harun aleyhisselamı yardımcı olarak istemiş, ondan aldığı destek ile Firavun’un karşısına çıkmış, yüzüne karşı tebliğde bulunmuştur.
Yâsîn suresinde haber verildiği üzere Hz. İsa aleyhisselam da Antakya halkına elçiler göndermiş, putperest halkı hakka davet etmiştir. İki kişi olarak gelen bu elçilere üçüncüsü de destek olarak gönderilip İslâm’a davet etmişlerse de halkın pek çoğu inkâr etmiş, hatta tehditler savurmuşlardı. Bunun üzerine şehrin bir ucundan koşup gelen Habib Neccar da peygamberlere destek olup halkı uyarmaya çalışmıştı. Fakat kavmi onu şehid ederek inat ve inkârlarında ısrar etmişlerdi.
Peygamberlerin şerefli hayatında ilk sırayı alan vazife Allah’ın emir ve yasaklarını halka ulaştırmak, yani emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münkerde bulunmaktı. Onların yolundan giden ashabı ve müminler de bu kutlu vazifenin bir parçası idi. Müberra Kitabımız’da meâlen, “Muhakkak onlar Rablerine iman eden gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini artırdık” (Kehf 13) buyurularak övgüye mazhar görülen Ashâb-ı Kehf’in mücadelesi örnek gösterilmektedir. İktidara yakın oldukları halde zamanın zalim ve putperest kralına karşı gelen bu yiğitler büyük bir cesaretle hakkı haykırmış, küfrün karşısında olduklarını ilan etmişlerdi. Onların bu örnek davranışları, hakkı tavsiye etmede gösterdikleri cesaret bütün Müslümanlara, özellikle gençlere örnek gösterilmiştir.
Sahâbe-i Kiram efendilerimiz de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin vefatından sonra Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını uzak diyarlara ulaştırmak için her köşesinde Allah Resûlü’nün hatırası olan nurlu şehir Medine-i Münevvere’den ayrılmış, bu yüce vazife uğruna ömürlerini feda etmişlerdir.
Mürşid-i kâmiller her devirde ashabın izinden ayrılmamış, onlardan devraldıkları tebliğ ve irşad mirasını dünyanın dört bir yanına taşımışlardır. Yaya, binek sırtında, bıkmadan, usanmadan, diyar diyar dolaşarak insanlara Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmiş, ellerinden tutup hak ve hakikate ulaştırmışlardır.
Bizler de başta kendi nefsimiz, aile fertlerimiz, çocuklarımız, komşularımız, yakınlarımız olmak üzere herkese hakkı tebliğ etmenin niyetinde ve gayretinde olmalıyız. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” (Buhârî, Cum’a 11) hadisi bize tebliğ vazifesinin önemini haber vermektedir. Bir güzel sözü, bir nasihati esirgememeli, benim sözümden ne olur dememeli, Allah ve Resûlü’nün yoluna insanları davet etmeliyiz.
Tevfik ve inayeti ile…