KAAN Semalarda
Bir devletin uluslararası alandaki gücü öncelikle ekonomisine, sonrasında da silah ve mühimmat konusunda dışarıya muhtaç olup olmadığına bağlı. Bugün on binlerce kilometre öteden dünyanın diğer ucuna müdahale eden Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’yi yahut Ortadoğu’nun bağrına kalleş bir hançer gibi saplanan İsrail’i küresel siyasetin bu kadar merkezinde tutan şey, parasal ve askerî açıdan diğer devletlerin ötesinde olmaları. Rusya ve İngiltere için de aynı şey geçerli. Fransa ve Almanya gibi Avrupa Birliği (AB) için lokomotif mesabesinde bulunan ülkeler, diğerleri kadar olmasa da parasal açıdan güçlü oldukları için ön plana çıkıyorlar. Türkiye ise, Birinci Dünya Savaşı’nın peşi sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri üzerine kuruldu ve uzun bir süre pek çok açıdan dışa bağımlı olarak varlığını sürdürdü. Bedelini de siyasal, toplumsal, ekonomik ve askerî açıdan fazlasıyla ödedi maalesef.
Ancak 2010’lu yıllara gelindiğinde, hikâyenin seyri Türkiye lehine değişmeye başladı. Ekonomik açıdan peş peşe krizler, sosyal hadiseler ve üstüne bir de darbe girişimi nedeniyle zor dönemler geçirdik. Şimdilerde karşı karşıya kaldığımız tabloda hiç kuşku yok ki bu sürecin tesiri var. Fakat birtakım gerekçelerle parası ödendiği halde silah vermeyen ülkeler Türkiye’yi kelimenin tam anlamıyla ev sahibi yaptı. Daha düne kadar İsrail’den satın aldığımız insansız hava araçlarını artık kendimiz üretiyor, üstüne üstlük başka ülkelere de satıyoruz.
Yerli ve milli savaş uçağımız KAAN, Türkiye’yi F-35 programının dışında bırakan ABD’ye inat geçtiğimiz günlerde ilk deneme uçuşunu yaptı. Birileri rahatsız olsa da devrim niteliğinde diyebileceğimiz bu adım, Türkiye’nin dengeleri değiştirecek büyük bir güç olmasının yalnızca fragmanı. İnanır ve çalışmaya devam edersek, mazide hayal bile edemeyeceğimiz başarılara güle oynaya imza atacağız. İnşallah.
İsrail’in Ateşle Oyunu
İsrail’in 7 Ekim 2023’te başlattığı Gazze işgali ve soykırım, aradan geçen altı aya rağmen devam ediyor. Saldırılarda hayatını kaybeden, şehit olan Gazzelilerin sayısı 30 bini aştı. Bu arada milletlerarası kuruluşların göstermelik tepkilerinin bir işe yaramadığını görmüş olduk. Büyük devletlerin söylemi ise aynı: “İsrail meşru müdafaa hakkını kullanıyor!” Hükümetler rotayı hep İsrail devletine döndürse de halklar bu kadar vahşete artık tahammül edemiyor. Dünyanın dört bir yanında kitleler sokaklara indi. Protesto gösterileri dalga dalga büyüdü. Türkiye’nin başını çektiği boykot tavrı da neticelerini az da olsa veriyor. Sonuçta İsrail parası kadar konuşuyor, parası kadar hareket ediyor. Eğer boykot genele yayılır ve uzun süre devam ettirilebilirse, parayı çok seven ve İsrail hükümetini destekleyen Siyonist sermayedarlar da bir yerde artık yeter diyecekler.
Ama mesele yalnızca Siyonist şebekenin elinde bulundurduğu ekonomik güç değil. Türkiye’nin küresel alanda ısrarla ve her şeyi göze alarak başlattığı protesto kartopu gibi git gide büyüyor. Siyonist lobinin güdümündeki Amerikan yönetimi bile ateşkes çağrılarını yoğun bir şekilde dillendiriyor. Netanyahu hükümeti inadından vazgeçmez, kalıcı ateşkese yanaşmaz ve Gazze de dâhil Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımazsa, son sürat yuvarlanan ve artık devasa hale gelen kartopunun altında kalacak. İsrail halkının Netanyahu’ya karşı takındığı tavır bu sürecin çok uzakta olmadığını gözler önüne seriyor.
İşgalin daha ne kadar devam edeceğini, daha kaç masumun hayattan koparılacağını, bu katıksız vahşetin ne zaman biteceğini kestirmek güç. Zira Gazze kasabı Netanyahu ve şürekâsı, insanlık tarihine kanlı izler bırakan inatçılıkları nedeniyle geri adım atmaya ikna olmuyorlar. Her ne olursa olsun, bu işgal sona erecek ve öyle görünüyor ki Gazze’deki yıkıntının altından İsrail Devleti’nin enkazı çıkacak.
Türkiye-Mısır İlişkilerinde
Yeni Dönem
Yazılarımızda ve analizlerimizde sıklıkla dillendirdiğimiz bir söz var. Yeri gelmişken yeniden paylaşmanın bir mahzuru olmaz sanırım. İngiliz diplomat Lord Palmerston’a ait bu söz, diplomasinin en temel kurallarından biri olarak karşımızda duruyor. Şöyle: “Devletlerin dostları yahut düşmanları yoktur, çıkarları vardır!”
Türkiye, yaşanan kanlı darbe girişiminin üzerinden tam on bir yıl geçtikten sonra Mısır’la ilişkilerini normalleştirmeye başladı. Bir süre önce istihbaratçılar ve diplomatlar üzerinden sürdürülen temaslar, devlet başkanları düzeyindeki görüşmeyle hitama ermiş oldu. Sisi yönetimi, seçimle iş başına gelen Muhammed Mursi’yi kanlı bir darbeyle alaşağı etmiş ve arkadaşlarıyla birlikte yargılamış, kimilerine de idam cezası vermişti. Muhammed Mursi ise yargılama devam ederken mahkemede geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayata veda etmişti. Türkiye, İhvan iktidarının devrildiği günden itibaren Mısır’la arasına keskin bir mesafe koymuştu. On bir yıllık serencama bakarsak, bu mesafenin iki ülkeye de yaramadığını söylemeliyiz.
Mısır, güçlü tarihî ve kültürel bağlarımızın bulunduğu bir ülke. Türkiye, Mısır hükümetiyle köprüleri yıkmış olsa da vatandaşlar nezdinde ilişkileri bitirmek mümkün değil. Kırılmanın en yoğun olarak yaşandığı dönemde bile Türkiye pasaportu taşıyanlara gösterilen ilgi, Mısırlıların Türkleri ne kadar sevdiğinin göstergesiydi. Ayrıca, Gazze’ye açılan tek kapıyı elinde bulunduran Mısır’la iş birliği içerisinde olmak gerekiyor. Yine Doğu Akdeniz’de sürdürülen çalışmaların sükûnetle devam edebilmesi, Türkiye’nin Mısır’la kuracağı ortaklıkları kritik hale getiriyor.
Yalnızca Türkiye için değil, aynı koşullar Mısır için de geçerli. Bölgede varlığını huzur içerisinde devam ettirmek istiyorsa Türkiye’yi karşısına değil, yanına almak zorunda. Darbenin kesinlikle kabul edilemeyeceği gerçeği saklı kalmak kaydıyla Türkiye-Mısır ilişkileri Palmerston’un söylediği gibi çıkarlar düzleminde devam edecek. Ve bu yeni dönem her iki ülke için de olumlu neticelere kapı aralayacak.
Amerika Kaçınılmaz
Sona mı Yaklaşıyor?
Uluslararası siyasete ilişkin bazı ön kabuller var. Maziyi ve bugünkü durumu düşünmeden inanılan bu iddialar insanların ve dolayısıyla devletlerin hareket kabiliyetlerine varıncaya kadar çok şeyi etkiliyor. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) masalı da bunlardan biri. Öncelikle şunu söyleyelim: ABD, ekonomik ve teknolojik açıdan güçlü bir devlet. Zaten zihinleri bulandıran nokta da burası. Bu güç son derece ustaca yapılan propaganda çalışmasıyla öyle bir gösteriliyor ki yenilmez, yıkılmaz bir süper güç imajı oluşuyor. Oysa insanlık tarihi bir zamanlar dünyaya hükmettiği halde mazinin tozlu sayfalarına karışan imparatorlukların hikâyeleriyle dolu. ABD de bir gün yok olup gidecek. Şimdilerde yapılan bazı analizler, bu sürecin çok da uzak olmadığını ima ediyor. Ekonomik açıdan eski kuvvetini yitiren ABD, siyasal ve bürokratik olarak da iyi durumda değil.
1992’de kaleme aldığı “Tarihin Sonu” çalışmasıyla uzun süre tartışılan Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama, geçtiğimiz günlerde Londra merkezli bir gazetede yayımlanan analizinde Amerika’da kurumların sistematik bir şekilde çürümeyi sürdürdüğünü ve derin bir gerilimin ortasında olduğunu ifade ediyor. Diyor ki: “Amerikan sistemi, siyasette azınlıkların çoğunluğun iradesini engellemesini kolaylaştıran karmaşık bazı kontrol ve denge kurumu etrafında inşa edilmiş. Bu kurumlar aşırı siyasî kutuplaşmayla birleştiğinde, hükümetin felce uğramasına ve yıllık bütçenin geçirilmesi gibi temel işlevleri bile yerine getirememesine neden oluyor.” Bu sözlerin meali şu: Amerika’da hükümetler kutuplaşmayı tetikleyerek kendi kendilerini felce uğratıyorlar.
Daha önce söylemiştik, yineleyelim: Amerika’da çöküş hızlandı. Yeryüzünde nerede bir zulüm varsa altından ABD’nin çıktığı malum. Bunun bir bedeli olacak elbette. İnşallah o bedel tüm mazlumlar adına Müslümanların eliyle ödetilecek. İslâm dünyası tefrikayı bir kenara bırakarak birleştiği zaman elbette.
Rusya-Ukrayna Savaşında
Son Perde
Vladimir Putin’in “özel bir askerî operasyon” ilan etmesiyle başlayan Rusya-Ukrayna savaşının üzerinden iki yıl geçti. Çatışmalar hâlâ devam ediyor. Mücadelenin başladığı ilk zamanlar Rusya’nın bu savaşı kolay bir şekilde kazanacağını vurgulamıştık. Gelinen noktaya bakarsak, Rusya’nın hedefleri bağlamında vaziyet başladığı günkü yerinde duruyor. Askerî kayıplar var. Birleşmiş Milletler (BM)’nin yaptığı açıklamaya göre her iki taraftan da toplam on bir bin civarı sivil hayatını kaybetti. Epey de para harcandı. Ancak Kremlin yönetimi asla vazgeçmiyor. Ukrayna ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve AB ülkelerinin itelemesiyle, Rusya’nın Batı’ya doğru yayılışının önündeki tampon işlevini yerine getirmeye çalışıyor. İngiltere, Almanya ve İsveç gibi ülkeler vatandaşlarına uyarı üstüne uyarı göndererek Rusya’ya gitmemelerini, orada bulunanların ise aşırılıkçı grupların saldırılarına karşı dikkatli olmaları gerektiğini duyurarak kamuoyunu yönlendiriyor. Ukrayna’ya para ve silah yardımını devam etse de Zelenski yönetiminin daha ne kadar dayanabileceği muamma.
Rusya Devlet Başkanı, kendisinden emin açıklamalarıyla açıkça Ukrayna’nın arkasında bulunan herkese meydan okuyor. Seçimden kısa bir süre önce Rus medyasına açıklama yapan Putin, Rusya’nın askerî ve teknik açıdan nükleer silah kullanmaya hazır olduğunu söyledi. Ukrayna savaşında kitle imha silahı kullanmak gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını aktarırken bile ABD’ye meydan okudu. “Amerika nükleer silah denemesi yapıyorsa biz de yapmaya hazırız” dedi.
Finlandiya sınırına askerî yığınak yaparak Batı’ya son derece net bir mesaj veren Rusya, Ukrayna ile daha doğrusu ardında duran gerçek aktörlerle giriştiği kavgadan vazgeçmeyecek. Önümüzdeki sene ABD’de seçim var. Bir de yeni yönetimin Ukrayna’yı yolda bırakma ihtimali… Rusya-Ukrayna savaşında yeni bir perde açılıyor. Ve muhtemelen sahnede Rusya’nın yönettiği bir oyunu hep birlikte izleyeceğiz.
Libya’da Barış Ümitleri Yeşeriyor
“Arap Baharı”ndan en çok etkilenen ülkelerden biri Libya. Muammer Kaddafi hükümetinin devrilmesiyle ülkede özgürlük havasının hüküm süreceğini düşünenler maalesef yanıldı. Kaddafi yönetiminde anlaşmazlığa düşerek ülkeden kaçan ve Amerikan gizli servisiyle teması olduğu iddia edilen Halife Hafter, Kaddafi’den sonra sivil hükümete karşı cephe açarak Libya’yı yaşanmaz hale getirdi. 2011’den beri Libya iç savaşın etkileriyle boğuşuyor. Saddam sonrası Irak’tan beter bir durum var desek abartmış olmayız.
Türkiye’nin verdiği destekle ülkede sivil irade nihayet az da olsa nefes alabildi. Doğu Akdeniz’deki şer ittifakına alternatif olarak yapılan anlaşmadan sonra ülke adeta Türkiye’nin gölgesi altında serinlemeye başladı. Her şeyin yürek yaralayacak kadar kötü gittiği bir dönemin peşinden kalıcı huzuru ve barışı sağlamak üzere de geçtiğimiz günlerde önemli hamleler yapıldı.
Mısır’ın başkenti Kahire’de icra edilen Arap Birliği toplantısında Libya’daki anlaşmazlıkları düşmanlığa dönüşen farklı siyasî düşüncelerin temsilcileri bir araya geldi. Trablus ve Bingazi’de kurulan iki hükümetin temsilcileri seçimlerin denetlenmesi ve Libya’da zorluk içerisinde yaşayan vatandaşlara hizmetlerin ulaşması için birleşik bir hükümet oluşturma konusunda mutabakata varıldığını açıkladılar. Birleşmiş Milletler (BM) 2021 yılının sonunda Libya’da yapılacak seçimleri destekleyeceğini söylemişti. Lakin isimler üzerine uzlaşı sağlanamayınca seçimler iptal edilmişti.
Kuzey Afrika’nın en stratejik ülkelerinden biri olan Libya’da istikrarın sağlanması bölgedeki diğer devletler ve tabii ki Türkiye için önemli. Kurt puslu havayı sever, denilir. Dolayısıyla daha geçen sene Ulusal Birlik Hükümeti’ni yolsuzlukla suçlayarak yeniden iç savaş çıkacağının sinyallerini veren Hafter ve destekçileri barış atmosferinden huzursuz olacaklar. Libya’da asıl mesele petrol. Libyalılar husumeti bir kenara bırakıp uluslararası güçlerin maşası konumundaki kukla karakterlerin planlarını alt üst edebilirse Libya eski günlerinin de ötesine geçebilir.