Misafir Nereye Gitti?
Sevdiklerimizle aramızda zayıflayan bağlara bir de yemek takımlarımızdan, soframızdan ve misafir ağırlama şeklimizden bakalım. Her şeyin fazlasıyla kusursuz olduğu bu sofralarda bakalım neyin eksik olduğunu görebilecek miyiz?
Bazen evimize baktığımda bunca eşyanın arasında ne işimiz var diye kendime sormadan edemiyorum. Çoğunu sadece sergiliyoruz. Mesela misafirler için alınmış porselen takımlarını en son ne zaman kullandığımızı hatırlamıyorum bile. Yılda bir iki defa misafir gelecek de o yaldızlı, işlemeli takımlar ortaya çıkacak! Bu eşyaların toplam bedelini hesaba katınca acaba yemek takımlarına harcananlarla kaç yoksula sofra kurulur diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Muhtemelen o yemek takımlarının bedeli, sözgelimi on yıl boyunca eve gelecek toplam misafirden daha fazla yoksula sofra kurabilir.
Hoş, evlere artık öyle aman aman misafir geldiği de yok ya! Geçmiş zamanlardaki gibi ikinci üçüncü kuşak akrabayı, komşuları, dostları geçelim, en yakınlar bile birbirine çok fazla misafir olmuyor. Hele evler iki göz oldu olalı yatılı misafir neredeyse hiç gelmiyor. Olağanüstü bir durum olduğunda ve evlerimizde yatılı misafir ağırlamak istediğimizde elimiz ayağımıza dolaşıyor. Bir iki kişiden fazlasını yatırabileceğimiz yerimiz yok. Evlerin, mahremiyet hiçe sayılarak inşa edilmesi ayrı bir sorun. Öyle böyle derken, bağlar gittikçe zayıflıyor.
Toplumsal bağlar zayıflıyorsa bu örgünün ilk ilmeğinin atıldığı hanelerimize dönüp bir bakmalıyız. Misafir ağırlamanın, sofra açabilmenin birlik olabilmekle bence sıkı bir ilişkisi var. Acaba kapımız misafire açık mı? Değilse neden?
Bunları şu yüzden düşündüm. Geçenlerde seyahat esnasında bir dostumuzun evine misafir olduk. Kendisine bir iki saat önceden haber vermiştik. Hem onu görmüş olacaktık hem de daha bir hayli yolumuz olduğu için biraz da olsa istirahat etmek iyi gelecekti.
Eve geldiğimizde saat gece yarısına yaklaşmıştı. Hemen sofra serildi. Öyle özel bir hazırlık değil, olması gerektiği kadar. Evden ayrılırken ne biz ona külfet olduğumuzu düşündük ne de o bizi layıkıyla ağırlayamadığını... Muhabbetle oturup biraz istirahat ettikten sonra ayrıldık. Her şey sıradan bir akışla seyretti. Misafir olmanın ve misafir ağırlamanın Müslümanın gündelik hayatında son derece olağan bir durum olduğunu hatırlamış olduk.
Yılda birkaç defa gelen misafirleri tekellüfle ağırlamayı adet edindiğimiz için son zamanlarda böyle misafirlikler gittikçe azalmaya başladı. Hele çat kapı misafirlik neredeyse hiç kalmadı. O gün ve daha sonrasında “Neden acaba?” diye düşünmeye başladım. Ve aklıma evdeki bilmem kaç parça yemek takımları geldi.
Acaba misafirlerle aramızın açılmasının sebeplerinden biri de o özel misafir takımları olabilir mi diye aklımdan geçirdim. Çünkü misafir için alınmış her bir özel eşya, kullanımı sırasında özel bir hazırlığı da gerektiriyor. Böyle olunca da misafir, misafirle ilgili bu eşyaları üreten kültürdeki anlamını kazanıyor. Gösteri toplumunun bir nesnesi olan bu eşyalarla birlikte misafir de kendi kültürümüzdeki anlamından uzaklaşıyor. Gösteri toplumundaki anlamına doğru evriliyor. O artık her zaman evimize gelebilecek olan değil, yalnızca özel bir şekilde ağırlanması gereken kişidir. Öyle ya, misafir gelmesi demek aynı zamanda o eşyaların kullanılması demek. Haliyle bunlarla da öyle sıradan ikramlar yapamazsınız! Bazen öyle sıra dışı hazırlıklar yapılıyor ki gelen kişi verdiği zahmeti düşünerek bir daha gelmeye çekiniyor.
Bu “sıradan olmama” arzusu tekellüfe sebep oluyor. Tekellüf kelime anlamı itibariyle “bir işi gösterişli bir şekilde yapmaya çalışmak” demek. Oysa misafirlikte gösteriş hem ağırlayanı hem de konuğu zor duruma sokar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifte “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi misafirine ikramda bulunsun” diyor. Fakat bu ikramın tekellüften uzak olması gerektiğini de belirtiyor. Çünkü tekellüfle yapılan ikram misafiri de güç duruma sokuyor.
Her eylemin bir gösterişe yönelik yapıldığı burjuva evlerinin bir simgesi olan eşyalar hayatımızda yaygınlaştı. Böyle olunca da misafirlik gibi oldukça sıradan bir olay sıra dışı bir hale gelmeye, misafirlerimiz azalmaya başladı. Çünkü misafir ağırlamak neredeyse bir gösteriye dönüştü. “Misafir için külfete girmeye gerek yok” denmesini bile yadırgar hale geldik. Oysa bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini üzen Allah Teâlâ’yı üzmüş olur.”
Misafir ağırlamak için özel bir hazırlık yapmak gerektiğini düşünüyoruz. Hatta bunun aksini abes sayıyoruz. Evimize bir akrabamızı, dostumuzu davet etmenin özel bir hazırlık gerektirdiğine inandığımızdan beridir de bu davetleri yapmaktan kaçınıyoruz. Bir eve misafir olacaksanız birkaç gün önceden haber vereceksiniz, dahası alışverişe çıkılacak, yemekler yapılacak, o yemek masası hazırlanacak, yemek takımları dolaptan çıkarılacak... Yani bir sürü külfet!
Bunca külfetin içinde misafir, zahmete sebep olacağını düşündüğü için gelmekten imtina ediyor. Sonuç: “Herkes oturduğu yerde otursun, kimse kimseye rahatsızlık vermesin” şeklinde bir zihniyet ortaya çıkıyor.
O halde zayıflayan bağlara bir de yemek takımlarımızdan, soframızdan ve misafir ağırlama şeklimizden bakalım. Her şeyin fazlasıyla kusursuz olduğu bu sofralarda bakalım neyin eksik olduğunu görebilecek miyiz? Belki de en büyük kusur, kusursuzluğa özeniyor oluşumuzdur.