Aramak

Fâtiha Suresindeki Dosdoğru Yol

Fâtiha Suresindeki Dosdoğru Yol

“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” (Fâtiha 6-7)

Fâtiha suresi; akaid, ibadet ve kıssaları içeren Kur’an’ın özeti ve önsözüdür. Bu sure kendinden başlayarak, Yahudiler ve Hıristiyanlar üzerinden müminlere kim olduklarına dair tarifler içerir. 

Fâtiha suresinin son ayetleri bir dua manzumesidir. Bu duada müminler Allah’tan doğru yolda olmayı, nimetlendirdiklerinin yolunda olmayı, Yahudilere ve Hıristiyanlara benzememeyi istemektedir. 

Peygamberimiz “Fâtihatu’l-Kitab’ı okumayanın namazı yoktur” buyurmuştur. Fâtihatu’l-Kitab Fâtiha suresidir. Allah Teâlâ bizlere her gün en az 40 defa (doğru) yolda olma isteğimizi tekrar etmemizi buyurmaktadır. 

Buna mukabil Hak Teâlâ surenin başında er-Rahman ve er-Rahîm sıfatlarının tecellisi olarak kulların bu duasına Mushaf-ı Şerif’in hemen karşı sayfasında cevap vermektedir: 

“Elif, Lâm, Mîm (dikkat edin!) Kendisinde şüphe olmayan bu Kitap, Allah’a karşı gelmekten sakınanları (doğru) yola ulaştırıcıdır.” (Bakara 1-2) 

Doğru yol

Doğru yolun ne olduğunu anlatmak için Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün yere kalın ve uzun bir çizgi, yan taraflarına da bu çizgiyi kesen ince küçük çizgiler çizdi. Uzun ve kalın çizgiyi kastederek;

Bu (dosdoğru) yoldur, buyurdu. Yandaki küçük, ince çizgileri kastederek; 

Bu yollar da şeytanın yollarıdır. Her bir yolun başında bir şeytan bekler ve “hadi gel” der, buyurdu ve sonrasında şu ayeti okudu: 

“Şüphesiz ki (emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi olmayın. Sonra sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte Allah size bunları emretti ki (kötülükten) sakınasınız.” (En’am 153) (Ebu’l-Leys Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, 1/18)

Allah’ın Kitab’ı, Peygamber’in sünneti

Hz. Ali radıyallahu anhunun bildirdiğine göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem; “Doğru yol Allah’ın Kitabı’dır.” buyurmuşlardır. (Ebu İshak es-Sa’lebî, el-Keşif ve’l-Beyân an Tefsiri’l-Kur’ân, 2/441) 

Yine doğru yolun ne olduğuyla ilgili olarak bir rivayette, “Peygamber’in sünneti ve O’ndan sonra gelen Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in yolu” olduğu bildirilmiştir. (es-Sa’lebî, el-Keşif ve’l-Beyân, 2/445) Bu iki rivayet birlikte değerlendirildiğinde Allah’ın Kitabı’yla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sünneti ve sahabenin tutumu arasında tam bir mutabakat söz konusudur. 

Bu yönüyle Allah’ın ayetlerini anlamak için en önemli kaynağımız Hz. Peygamber’in hadisleridir. Çünkü “O, nefsinin hevâsından konuşmaz.” (Necm 3) 

O’nun hayatı boyunca sözleri, uygulamaları ve onayları yani sünneti Kur’an’ın açıklamasıdır. Böylece O, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun bir hayat tarzının yanı sıra bütün ibadetlerimizin nerede, ne zaman ve nasıl yapılacağını göstermiştir. 

Mesela O, Hak Teâlâ’nın “namazı kıl” emrinin ne olduğunu vaktiyle, şartlarıyla, rükûnlarıyla bizzat göstermiş ve sahabesini de yönlendirmiştir. Ayrıca ibadetlerin şekil şartlarını ümmetine gösterdiği gibi, ruhunu ve faziletlerini de bizlere anlatmıştır. Şu hadis-i şeriflerde olduğu gibi:

“Bir Müslüman, vakti geldiğinde güzelce abdest alıp, kendisini Allah’a vererek rükû (ve secdesiyle) farz namazı kıldığında -büyük günah işlemedikçe- bu onun önceki günahlarına kefaret olur. Bu her zaman için böyledir.”  (Müslim, Tahâret 7) 

Bir kimse mescide gitme niyetiyle evinden çıktığında, attığı her bir adımla kendisine bir sevap yazılır, diğer adımıyla bir günahı silinir.” (Nesâî, Mesâcid 14)

Nimet verilenlerin yolu

Allah’ın nimetlendikleri kimselerin işaret ettiği yol doğru yoldur. Bir yolun doğru olduğunu gösteren en önemli ölçü o yolda gidenlerdir, diyebiliriz. “Hak Teâlâ’nın nimetlendikleri kimlerdir?” sorunun cevabını bizlere yine Kur’an-ı Kerim şöyle haber vermektedir:

“…Allah’ın nimetlendirdiği nebîler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kullarıdır.” (Nisa 69) Yani peygamberlerin yolu, özellikle de Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin yolu Allah’ın nimetlendirdiği yoldur. “Peygamberlerin yolunda olmak ne demektir?” sorusunun en kestirme cevabı ise şudur: Onların tebliğine “işittik ve iman ettik” teslimiyetiyle icabet etmek, tevhid davetini anlamaya ve bildirdiklerini yaşamaya çalışmaktır. 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şu beş özelliği ile bütün insanlığı Allah’ın dinine çağırmıştır. 

• Şahit olması: Ümmetinin hallerini bilip denetlemesi, gerekli müdahaleleri yapması. 

• Ashabına ve bütün ümmetine doğru sözlü oluşu

• Adaleti: O güç ve güce yakınlıktan kaynaklanan ayrıcalıkları kaldırmış, herkese aynı hak terazisine göre muamelede bulunmuştur. 

• Merhameti: O asla sert, katı tavırlı olmamış, ümmetine son derece düşkün ve yumuşak huylu tavır sergilemiştir. Küfre ve münkere karşı ise son derece kararlı ve tavizsiz olmuştur. 

• Usve-i hasene yani örneklik: O sallallahu aleyhi vesellem sadece bildirmemiş, ilâhî rızaya ulaştıran amelleri ve hayat tarzını kendi yaşantısıyla göstermiştir. 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin bu özellikleri ümmetinin, bizim de yol haritamızdır. O’nun bu özelliklerini hayatımıza taşımalı ve O’na layık ümmet olmaya çalışmalıyız.

Mesela O’nun merhametini örnekleyen şu hadisede, kin ve intikamın baş tacı edildiği bugünün dünyasına çok önemli mesajlar vardır: 

Mekke döneminde müşriklerine kendisine türlü işkenceler yapmasına rağmen Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Mekke’nin fetih gününde elinde silah olmayan herkesi affetmiştir. 

O, iman eden ve imanı üzere yaşayanları cennetle müjdelemiş, inanmayan ve inanmamakta inat edenleri cehennemle korkutmuştur. Bu da kendisi gibi düşünmeyenleri kolayca tekfir edebilen kimi Müslümanlar için akılda tutulması gereken bir husustur. 

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemi karanlığı aydınlatan ışık kaynağına benzetmiştir. O, kendisine tâbi olan ümmetini, Hakk’ı ve hakikati bilmeme karanlığından aydınlığa taşımıştır. 

Gazaba uğrayanların ve sapıkların yolu

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Fâtiha suresinin son ayetinde yer alan gazaba uğrayanları Yahudiler, delâlette olanları Hıristiyanlar olarak açıklamıştır. Yahudiler tefriti, Hıristiyanlar ifratı temsil etmektedir. Yani her iki inanç grubu da aşırılığa düşmüştür. Dinde tefrit tembellik ve atâlet; ifrat ise insan takatinin üstünde olanın teklif edilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerle ilgili kıssalara bakıldığında, onların en tipik özelliklerinin Allah’ın emirlerine karşı umursamaz bir tutum takınmaları olduğu görülecektir. 

Hıristiyanların ise Hz. İsa aleyhisselamı insan olmaktan çıkartıp ilâhlığa kadar götürdükleri için aşırılığa kaçtıkları görülmektedir. İlâhî emirlere karşı tutumlarında takatlerinin çok üstünde aşırıya gittiklerinden dolayı Allah’ın emirlerini hayattan koparmışlar ve dünyevî zevklerden yüz çevirdiklerini iddia ederek ruhbanlık sınıfının ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. 

Aşırılık ve denge

Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin ümmetini “orta yolda gidenler” olarak tavsif etmiştir. “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık” buyurulmuştur. (Bakara 143) 

Bu ayet-i kerimede geçen “vasat ümmet” ifadesi, ifrat ve tefritin iki aşırılığına düşmeden Hak Teâlâ’nın insanlığa son teklifi olan İslâm’ı yaşama iradesi gösterenler demektir. Yani her türlü aşırılıktan uzak olmak anlamında vasat olmakla, inanç ve amel boyutunda hiçbir eğrilik kabul etmeyen dosdoğru yolda olmak aynı şeyi ifade etmektedir. 

Müfessirler arasında “vasat” kelimesinin adalet anlamına geldiğine dair neredeyse görüş birliği vardır. Vasat olmak her şeyin ve herkesin hak ettiğini vermektir. Bir başka açıdan, hakikatte insanın neye ihtiyacı varsa ona koşan olmaktır. 

Sosyal hayatta zulmün zıddı olan adaletin kendisi de korunması ve yaşatılması gereken bir ihtiyaçtır. Mazlumun yanında durmak, zalimin karşısında olmak adaletin bir gereğidir. Dolayısıyla Müslüman, her nerede olursa olsun haksızlığa uğrayanın yanında ve haksızlığın karşısında olandır. Bu yönüyle Müslümanların zulmedene karşı bir duruşu olması, insanlığın vicdanını ve hakkı temsil etmesi gibi bir sorumluluğu vardır. 

Ferdî hayatımızdan başlayarak ahlâkımızda, toplumsal düzenimizde adaleti ayakta tutmamızla kıyamet gününde bütün ümmetlere şahit/örnek gösterilmemiz söz konusu olacaktır. (Ebu Mansur el-Maturidî, Te’vilât Ehli’s-Sünne, 1/585) 

Fâtiha suresindeki dua, dolaylı olarak aşırılıklara düşme ihtimalimizin olabileceğini ifade etmektedir. Her gün her namazda ve her rekâtta, orta yolda Allah’ın emir ve haramlarına karşı her türlü aşırılıklardan uzak olmamız istenmektedir. Bu duada günlük hayatımızda beşerî münasebetlerimizde, ahlâkî tutumlarımızda aşırı olmama emri bulunmaktadır. 

Mesela harcamalarımızda israf ifrat, cimrilik tefrittir. İhtiyaç kadarını harcamak vasat olandır. Kibir ifrat, hakir olmak tefrittir. Tevazu vasat olandır. 

İbadet hayatımızda denge hususunda şu hadise güzel bir örnektir:

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin nafile ibadetlerini öğrenmek üzere sahabeden üç kişilik bir grup müminlerin annelerinin evlerine geldiler. Kendilerine Allah Resûlü’nün ibadeti haber verilince azımsarcasına dediler ki:

– Biz nerede, Resûlullah nerede! Allah, Peygamberi’nin geçmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bütün günahlarını mağfiret etmiştir. 

Sonra içlerinden biri;

– Ben geceleri daima namaz kılacağım, dedi. Diğeri;

– Ben de her gün oruç tutacağım, dedi. Üçüncü sahabi de;

– Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim, dedi. 

Onlar böyle söylerken Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanlarına gelerek buyurdu ki:

– Siz, şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi? Fakat şunu bilin, Allah’tan en çok korkanınız ve ittika edeniniz benim. Bununla beraber bazen oruç tutarım, bazı günlerde tutmam. Gecenin bir kısmında namaz kılarım, bir kısmında uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim budur.) Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir. (Zeynüddîn Ahmed ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sahih Tercemesi, Trc: Babanzâde Ahmed Naim, Kâmil Miras, 8/166)

Özetle; her gün bütün namazların her rekâtında tekrar ettiğimiz “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil” duasının geniş ve derin anlamları var. Her mümin kendi hali ve yaşantısına göre bu anlamları akılda tutarak duasını kendisine mal edebilir, manası bilinmeyen bir tekrar yerine hayatına katabilir. 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Fâtiha suresinin son ayetinde yer alan gazaba uğrayanları Yahudiler, delâlette olanları Hıristiyanlar olarak açıklamıştır. Yahudiler tefriti, Hıristiyanlar ifratı temsil etmektedir. Yani her iki inanç grubu da aşırılığa düşmüştür. Dinde tefrit tembellik ve atâlet; ifrat ise insan takatinin üstünde olanın teklif edilmesidir. Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerle ilgili kıssalara bakıldığında, onların en tipik özelliklerinin Allah’ın emirlerine karşı umursamaz bir tutum takınmaları olduğu görülecektir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy