Hikmet
Sevginin Sebepleri
12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah “Kimyâ-yı Saâdet” adlı eserinde şöyle der:
Sevginin sebepleri açıklanınca, Allah Teâlâ’dan başka sevilmeye layık kimse olmadığı anlaşılır.
Sevginin birinci sebebi şudur: İnsan kendini, kendi bekâsını ve tam oluşunu sever. Ölümünü ise sevmez. Ölüm acısız ve sıkıntısız bir hiçlik bile olsa... Peki, niçin sevmez? Çünkü sevmek insanın tabiatına uygundur. İnsan için hep var olmaktan ve özelliklerinin tam olmasından daha uygun ne olabilir? Aynı şekilde yok olmaktan ve özelliklerinin eksilmesinden daha zararlı ne olabilir?
Kişi çocuğunu da bu sebeple sever. Çünkü onun varlığını kendi varlığı gibi görür. Kendi devamlılığından ümitsiz ve çaresiz kalınca, kendi bekâsını andıranı sever. Bu yolla aslında kendisini sevmiş olur. Çünkü çocuğunu nefsinin ve özelliklerinin sürekliliğine vesile olduğu için sever. Kulun akrabalarını, yakınlarını ve malını sevmesi de onları yardımcısı görerek, kendisini onlarla tam hissetmesindendir.
İkinci sebep iyiliktir. Kalpler kendisine iyilik edeni sevme, kötülük yapandan da nefret etme özelliğinde yaratılmıştır. Denilmiştir ki: “İnsan iyiliğin kölesidir.” Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Allahım! Fütursuzca günaha dalan, bâtıla sapan (fâcir) birinin bana iyilik yapmasını nasip etme ki, kalbim onu sevmesin.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 2011)
Yani iyiliği sevmek tabiidir. Hakikatte bu da insanın kendini sevmesi demektir. Çünkü iyilik, insanın devamlılığına ya da özelliklerinin tamlığına sebep olan bir husustur. İnsan hastalığı değil, sıhhatli olmayı sever. Hastalığı tedavi ettiği için hekimi de sever. Bu da aslında kendini sevdiğini gösterir. Çünkü kendisine iyilik yapan bir kimseyi, iyilik yaptığı için sevmiş olur. O halde birinci sevgi doğrudan, ikinci sevgi dolaylıdır.
Üçüncüsü: İnsan, kendisine bir faydası olmamış olsa da güzel ahlâk sahibini sever. Eğer bir kimse uzak bir diyarda âlim, âdil, bütün halkını memnun eden iyi bir hükümdar olduğunu işitse, hiçbir zaman oraya gidip iyiliğini görmeyeceğini bilse de tabiatıyla ona meyleder.
Dördüncüsü: İnsan bir kimseyi güzelliği için sever; ondan bir şey elde ettiğinden değil. Hatta yalnızca onun kendisi ve güzelliği için sever. Çünkü onun güzelliğinin sevgisi tabiatına hoş gelir. Bir kimsenin yeşillik ve akarsuyu sevmesi onları yiyip içmek için değil, bakmaktan haz aldığı içindir. Güzel ve güzellik sevilendir.
Beşincisi: İki mizaç arasında münasebet olmasıdır. Bazıları bazı kimseleri güzellik ve mükemmelliğinden dolayı değil, tabiatları arasındaki münasebet için severler. Bu münasebetin sebebi bazen açık olur. Çocuğun çocuğa, tüccarın tüccara, âlimin âlime ve herkesin kendi cinsine meyli olur. Bazen de bu irtibat gizli olur. Şöyle ki: Yaratılışın aslında veya doğum zamanında ilâhî sebeplerle aralarında bir münasebet olur, hiç kimse onun sırrını bilmez. Bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ruhlar, sınıflarına göre bölükler hâlinde dizilmiş ordular gibidir. Ruhlar âleminde tanışanlar dünya âleminde kolayca kaynaşırlar. Orada birbirini tanımayanlar burada da zıtlaşıp dururlar.” (Buhârî, Enbiyâ 2)