Ölüm ve İstati̇sti̇k
Temel söylemi eşitlik ve insanca yaşam olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin yöneticileri, ele geçirdikleri iktidar aracılığıyla insanları kitleler halinde ölüme gönderirken gözlerini bile kırpmadı. Bir kişinin yaşadığı acıyı trajik görenler milyonların ölümü karşısında duyarsızlaşınca kitlesel can kayıpları resmî raporlara yansıyan birer istatistik veri olarak kaldı. İşte o günlerde kulaktan kulağa bir söz yayıldı ve tarihe geçti: “Bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise istatistik!”
Hemen kuzeyimizdeki büyük ülke, dünyanın ikinci süper gücü Rusya’nın yakın dönem hikâyesi ibretlerle doludur. Kısa bir özet geçelim:
1917 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü dönemde, Rusya’da Mart devrimi başarılı olunca çarlık rejimi yıkıldı ve yerine geçici bir hükümet kuruldu. Ancak bu hükümetin Almanya ile savaşa devam etme isteği, Ekim Devrimi’ne yol açtı. Böylece Rusya’nın yönetimi Lenin ve arkadaşlarından oluşan Bolşeviklerin eline geçti.
Bolşevikler, Çarlık Rusyası’nın egemenliği altında yaşayan tüm topluluklara bağımsızlık vaadinde bulunarak iktidara gelmişti. Adalet, özgürlük ve sosyal eşitlik gibi güzel bir gelecek vaatleriyle insanlara ümit ışığı oldular. Ve fakat bu söylemlerin ardındaki gerçeklerin açlık, ölüm, işkence ve toplama kampları olduğu kısa sürede ortaya çıktı.
Devrimin ardından ümitler kısa sürede hayal kırıklığına dönüştü. Bolşeviklerin iktidarı insana yaraşır yaşam koşullarını sağlamak yerine karanlık ve acımasız bir dönemi beraberinde getirdi. Açlık, yoksulluk, işkence ve keyfî tutuklamalar gibi dehşet verici gerçekler toplum hayatının değişmez bir parçası oldu.
Temel söylemi eşitlik ve insanca yaşam olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin yöneticileri, daha insanca yaşama vaadiyle ele geçirdikleri iktidar aracılığıyla insanları kitleler halinde ölüme gönderirken gözlerini bile kırpmadı. Bir kişinin yaşadığı acıyı trajik görenler milyonların ölümü karşısında duyarsızlaşınca kitlesel can kayıpları resmî raporlara yansıyan birer istatistik veri olarak kaldı. İşte o günlerde kulaktan kulağa bir söz yayıldı ve tarihe geçti:
“Bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise istatistik!”
Stalin: Karanlık ve Vahşi Bir İktidar
Lenin’in iktidara gelişi sürecinde yaşanan terör olayları onun iktidarını sağlamlaştırmasıyla hız kazanarak devam etti. İzlediği politikalarla Orta Asya halklarına yönelik şiddeti meşrulaştıran Sovyetler Birliği, Lenin’in liderliğinde Orta Asya’da asimilasyon politikaları uyguladı ve yerel kültürleri baskı altına aldı. Fakat en büyük katliamların yaşandığı dönem hiç kuşkusuz Josef Stalin dönemidir.
Lenin’in ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreteri olan Stalin, parti içi rekabette Troçki’ye karşı üstünlük sağlayarak 1927 yılında Sovyetler Birliği’nin yeni lideri oldu. Bu tarihten itibaren hem Rus halkının hem de Sovyet boyunduruğu altında yaşayan diğer halkların kaderi değişti.
Aslen Gürcistanlı olan Josef Stalin’in iktidarı, Rus tarihinde yaşanan en karanlık ve en vahşi dönemdir. 1927 yılından, öldüğü 1953 yılına kadar yönettiği Sovyet Rusya’da milyonlarca insanın hayatını kaybettiği sayısız katliamlar yaşandı. Stalin, gerçek ya da iddia edilen düşmanları yok etmek için acımasız politikalar izledi.
Onun iktidarı döneminde “Kolektivizasyon” denilen “çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana gelen kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikası” uygulandı. Ancak katliamların pek çoğu tam da bu kolektivizasyon politikalarının sonucu olarak kırsal bölgelerde yaşandı. Tarımı kamulaştırma çabaları köylülerin özgürlüğünü ve toprak sahipliğini ortadan kaldırınca, toprakları zorla ellerinden alınan yüz binlerce köylü açlık, yetersiz yaşam koşulları ve bu şartlara memnuniyetsizlik halinde de işkence yüzünden hayatını kaybetti.
Öldürülen Milyonlarca Çiftçi
Stalin döneminin en korkunç katliamlarından biri, 1932-1933 yıllarında milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan “Holodomor” yani yapay kıtlıktır. Stalin’in bilinçli olarak tarıma dayalı üretimi azaltması sonucunda yaşanan yapay kıtlıkla çiftçi nüfus yok edildi.
Bu uygulamada Ukrayna’daki köylüler toplama çiftliklerine zorla dâhil edilerek üretim devlet kontrolüne alınmaya çalışıldı. Fakat bu politika yüzünden Ukrayna’da tarımsal üretim müthiş bir hızla düştü. 1932 yılında Sovyet hükümeti, Ukrayna’da tahıl ve diğer gıda maddelerine el koydu. Köylülerin ellerinden yiyecekler zorla alındı. Karşı çıkanlar ise tutuklandı, baskıya maruz kaldı ve sürgün edildi. Kısa bir zaman içinde Ukrayna büyük bir açlıkla karşı karşıya kaldı ve en iyimser tahminlere göre üç ilâ yedi milyon insan hayatını kaybetti. Bazı ülkeler tarafından soykırım olarak kabul edilen bu olay 20. yüzyılın en büyük trajedileri arasında yer alır.
Fakat Stalin Rusyası’nda katliamlar sadece kırsal bölgelerle sınırlı kalmadı. Stalin, iktidarını sağlamlaştırma bahanesiyle eski silah arkadaşları da dâhil, siyasî muhalif olarak gördüğü kişilerin tamamını hayali suçlamalarla hedef tahtasına koydu. Sonuçta çoğu ölüm cezasına çarptırıldı. Bir kısmı Gulag adı verilen toplama kamplarına gönderildi. Bu kamplarda milyonlarca kişi hapsedildi, ağır şartlarda çalıştırıldı, işkence gördü ve en sonunda da öldürüldü.
Bütün bu katliamlar, işkence ve kitlesel ölümler Stalin dönemini ve yönetimini bir sözle anlatacak olsaydı, o söz hiç kuşkusuz Stalin’e atfedilen ve tarihe geçen “Bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise sadece istatistik” sözü olurdu. Çünkü bu söz manasını ve ruhunu en çok Stalin’in demir yumrukla yönettiği Sovyet Rusya’da buldu.
Stalin’in gerçekleştirdiği katliamların boyutlarını anlamak için Holodomor, Gulag Kampları ve represyon uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Onun yaptıkları yanında Nazi Almanyası’nda Hitler’in neden olduğu katliamlar kısmen daha küçük kalır. Ama netice itibarıyla her iki isim de Batı dünyasının hastalıklı kafa yapısının neticesinde ortaya çıkmıştır.
İnsanın Sayıya Dönüşmesi
“Bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise istatistik” sözü, insanların yüksek sayılarda yaşanan can kayıplarına karşı duyarsızlaştığını ifade etmek için kullanılıyor. Başka bir deyişle büyük ölçekteki trajediler insanlar üzerinde bireysel trajediler kadar kuvvetli bir tesir yapmıyor. Yani bir kişinin ölümü üzerine empati yapabilir ve bu durumu bir trajedi olarak algılayabiliriz. Ancak yüz binlerce ya da milyonlarca insanın ölümü söz konusu olduğunda insan adeta tepkisizleşir, bir tür apati yani duyarsızlaşma yaşar. Yaşanan olay artık sayısal verilere, istatistik bilgilere indirgenir ve öyle de görülmeye başlanır.
Psikoloji biliminin “duyarlılık yorgunluğu” olarak da adlandırdığı “trajedi yorgunluğu” kavramı, insanların büyük ölçekli felaketlere karşı tepkilerinin zamanla yavaşladığını ve böylece giderek azaldığını ifade eder. Bu durum sadece savaşlarda yaşanan katliamlarda ortaya çıkmaz. Doğal afetlerde, ölümcül salgınlarda yaşanan büyük can kayıplarında da bu sendromun yaşanma ihtimali mevcuttur.
Stalin’in Represyonu
Devletin veya iktidarı elinde tutanların bireylerin düşünce, ifade ve eylemlerini baskı altına alma, sindirme veya kontrol etme amacıyla uyguladığı sistematik baskı ve zulme “represyon” denir. Stalin de Sovyetler Birliği’ni yönettiği dönem boyunca yaptığı tam olarak budur.
Stalin’in uyguladığı represyon; keyfî tutuklamalar, gözaltılar, işkence, sansür, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlanması, mahkemelerde adil yargılanma hakkının ihlali, asılsız suçlamalarla insanların itibarsızlaştırılması ve korku atmosferi oluşturma olarak kendisini gösterdi. Bu doğrultuda siyasî muhaliflerine, gerçek veya olası rakiplerine, entelektüellere, bürokratlara ve bir şekilde jurnallenmiş herkese karşı baskı ve temizlik kampanyası başlattı.
Bu dönemde Rusya’nın kültürel hayatına müdahale edildi. Sansür uygulandı. Entelektüel özgürlükler kısıtlandı ve toplumun farklı grupları Stalin’in propaganda ve ideolojik hedefleri doğrultusunda şekillendirildi. Bir buçuk milyondan fazla insan idam edildi. Bir şekilde idamdan kurtulanlar ise ya hapse atıldı ya da sürgüne gönderildi. Her iki durumda da çalışma kamplarının yolunu tutanlar en zor şartlar altında ölene kadar zorunlu işçi olarak kullanıldı.
Kontrol Aracı Olarak Gulag Kampları
Sovyetler Birliği döneminde kurulan ve zorunlu çalışma kampları sistemi olarak bilinen Gulag Kampları, “Ana İdare İçin İşçi Tesisleri” teriminin kısaltmasından elde edilen bir terimdir. Bu kamplar siyasî muhalifler, potansiyel rakipler, ideolojik suçlular ve toplumda düşman olarak görülen kişilerden oluşan grupların hapse atıldığı yerler olarak görülür. Gulag kampları 1920’lerde başlayıp 1950’lerin sonuna kadar varlığını devam ettirdi.
Bir çeşit kontrol aracı olarak kurulan kamplarda mahkûmlar son derece ağır fiziksel şartlarda çalışmaya zorlanıyor, kötü muamelelere maruz bırakılıyor, yeterli beslenme ve sağlık hizmeti alamıyordu. Mahkûmlar arasında aşırı çalışma, açlık, hastalık ve kötü yaşam koşulları yüzünden yüz binlerce ölüm gerçekleşti. Bu kamplar özellikle Sibirya gibi uzak ve hayatın zaten çok zor olduğu bölgelerde kurularak madencilik, orman işçiliği, inşaat gibi ağır sanayi ve altyapı projeleri için zorunlu işgücü sağlıyordu.
Gulag kampları sistemi, Sovyet Rusya’da Stalin döneminin en karanlık yönlerinden biri olarak kabul edilir. Tahminlere göre iki milyondan fazla insan Gulag kamplarında hapsedildi, bunların yarısından fazlası hayatını kaybetti.
Gulag kamplarına gönderilen insanlar sadece Rus muhalifler de değildi. Kazak, Tatar, Türkmen, Özbek, Kırgız gibi Müslüman Türk halklarının önderleri, yazar, şair ve entelektüelleri tutuklanarak en ağır çalışma koşullarında mahkûm olarak kullanıldılar. Gulag sistemi, Sovyetler Birliği’nin tarihinde derin bir iz bıraktı ve insan hakları ihlalleriyle dolu acı dolu bir dönemi temsil etti.
Ancak Sovyet lideri Josef Stalin ve diğer komünist yöneticiler açısından milyonlarca insanın ölümü sadece sayısal veri olarak değerlendirildiği için “Bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise sadece istatistiktir” sözü Stalin’le özdeşleştirildi.