Sırt Çantası
Evin bir köşesinde bekleyen bir sırt çantası hayal edin. Bu çanta bir yol arkadaşıdır. İçine neler koyacaksınız, bir düşünün. Sırt çantanız bekliyor. Sessizce bekliyor. Ona bakmanızı, sırtlanıp yola düşmenizi bekliyor.
Yol insanı çağırır mı? Yol ihtiyacın ağzıdır. İçine girdiğiniz andan itibaren ihtiyacınız sizi yer, sindirir, kendine benzetir. İhtiyacınız ne? Yol sizi nereye götürsün? Malı mı oldunuz dünyanın? İhtiyacınız olmayan şeylerin peşine mi düştünüz?
Geride bırakamadığınız ne varsa bir düşünün. Geride bırakabiliyorsanız özgürsünüz. Çantanıza koyduklarınızın bir hükmü yok aslında. Çanta der ki “vazgeçemediğin ne varsa al yanına, düşelim yola.” İki üç parça çamaşır, şarj cihazı, yedek batarya. Çantanın içine kalbini şarj edecek bir şeyler de koy yolcu. Dilini tutmayı koy, kalbini parlatmayı koy, yanına bir ders al.
İnsanın manevî elbiseleri vardır. Peşine düştüğünüz şey size bir rıza elbisesi giydirir. O elbise ki yol ücretini öder, mesafeyi uzatır, kısaltır. O elbise doyurur, ısıtır, dinginlik, güç kuvvet verir. Üstünüze giydiğiniz rıza elbisesi kalbin tezgâhında dokunur. Allah’ın ipiyle, izzet kumaşıyla, sessizce bir örtünün altında, dil damakta vurdukça renk renk ipler, motifler işler kumaşa. Yol elbisemiz, virdimiz.
Yum Gözünü
İki dünyanın ortasındayız. İki ayrı insan gibiyiz. Yüzümün yarısı kafile ile köye gidiyor, yüzümün diğer yanı dünya telaşında. Elimizde cep telefonu, işin, eşin, arkadaşın bir muhitin, bir hevesin tesirindeyiz. Hatmede, hutbede bir ara gözümüzü açıp cebimize bakıyoruz. Cebimizde dünya telaşı. Kayıyor parmaklarımızın ucunda; kim ne demiş, fitneler, mesajlar, istekler, videolar, fotoğraflar, bağımlılıklar. Yumup gitmeden gözünü dünyaya, estağfirullah de. Yum gözünü dünyaya, dünya telaşına.
Bir Mesaj At
Bayram mesajı atarken, kandil mesajı atarken herkese aynı mesajı atmayı sevmem. Kimi insanlar bunu öyle usta bir dille ifade ediyor ki, ben bu kadar güzelini yazamam.
Bir keresinde mesajı kopyaladım, ben de bu mesajı sevdiklerime göndereyim, dedim. Mesajı kopyaladığımda en altta bu mesajı bana gönderen kıymetli arkadaşımın ismi bana mahzunca bakmaktaydı. Adeta “şimdi sen benim göz nuru mesajımı kopyalayıp, ismimi silerek bu mesajı -dilim varmıyor ama- çalacak mısın?” der gibiydi.
Düşündüm, dürüst olmak lazım. Mesajı yazan ismi silmeden kopyaladım ve pek çok arkadaşa gönderdim. İnsanın duygusallaştığı anlar, körleştiği anlar olabiliyor. Mesajı alanların kimisi gülümsedi, kimisi gülme ifadesi gönderdi, bazısı “abi alttaki ismi silseydin keşke” dedi.
Arkadaşım, Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin sözlerini mesaj attığımızda böyle söylemiyorsunuz ama. Ne var, biz de Osman abinin bir kandil kutlama sözlerini paylaştık, altında da ismi yazıyor, dürüstçe. Allah var, kimisi nezaketle “abi, Osman abinin mesajlarını sen mi atacaksın artık” dedi. Bir ikisi ayıpladı. Osman abiye kadar ulaştığında iş işten geçmişti. Osman abi bir şey demedi.
Bazen size de olur mu bilmiyorum, birisini artık arayamazsın, o da seni aramaz olur. İsmine bakarsın telefonda, silmek gelmez içinden, silemezsin. Bir fâtiha okursun.
İsraf Etme Kendini
Kumbaraya cebimdeki bozuk paraları atıyorum, birikiyor kumbara ama dolmuyor bir türlü. Geçen akşam durdum ceplerimde bozukluk yok. Dedim ki içimden, sen de çok bozuldun, at kendini içine.
Öyle bir yer var mı, kırılan bozulan, değerini kaybeden insanları biriktiren, bütünleyip adam eden, değerini yükselten, ceplerde unutulmayıp, el içine çıkaran. İnsan harcamayan yerler var mı? İnsan biriktiren, kimsenin kıymet vermediği, düşürse eğilip almadığı, elinden tutmadığı insanlara kıymet veren, israf etmeyen, geride kalan kumaştan bir güzel insan çıkartan terziler var mı?
Var, illâ ki var, hep oldu, olacak inşallah.