Manevî
Nesebimiz
ALTIN SİLSİLE
Silsile, insanın manevî terbiyesindeki nesebidir. Bu manevî nesep ve ruhanî bağ, Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme kadar uzanır. Sonuçta ise tâlibi Yüce Allah’ın rızasına ulaştırır.
Her Hak yolcusu, kendi manevî nesebini, hangi yolun ve hangi terbiyenin izinden gittiğini bilmelidir.
Dîn-i mübîn-i İslâm yedi kıtada insanların gönüllerini fethetmiş, Mekke’de başlayan davet dört bir yanına ulaşmıştır.
Başta Sahabe-i Kiram efendilerimiz olmak üzere her dönemde nice velîler, sâlihler, âlimler bu dine hizmet etmiş, insanlara ulaştırmada büyük hizmetler yapmıştır.
Diğer taraftan bazı ayet ve hadislerin tevile açık olması tarih boyunca yanlış anlaşılmalara sebep olmuş, kimi zaman bilmeden kimi zaman da kasten sahih ve sağlam Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ana yolundan sapan fırkalar olmuştur.
İlk sapkın fırka Haricîlerdir. Onlarla başlayan bu sapma süreç içinde farklı isimlerle her devirde kendini göstermiş, ayrıca insanların manevî duygularını ve iyi niyetlerini suistimal eden insanlar ortaya çıkmıştır.
Sapkınlıklar ve saptırıcılar ne kadar çok olsa da, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin saf ve temiz hidayet nurunu koruyan Müslüman topluluklar varlığını her zaman muhafaza etmiştir.
Bu saflığı koruyan ilk topluluk Sahabe-i Kiram efendilerimizdir. Onların bıraktığı Peygamber mirası da Asr-ı Saadet’ten günümüze silsile ile korunarak varlığını sürdürmektedir.
Asr-ı Saadet’e uzanan bu silsileye her dönemde yeni halkalar eklenecek ve onların vesilesiyle İslâm kıyamete kadar da korunmuş olarak kalacaktır.
Silsilenin Önemi
Bu dinin sağlamlığı ve doğruluğu, onun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden günümüze kadar emin, güvenilir ve adaletli insanlardan nakledilmesi sayesindedir.
Bu sebeple bugüne kadar dinin zâhirine ve bâtınına dair bütün bilgilerde, mezhep ve meşreplerde silsile şartı aranmış, kimsenin kendi hevâsından bir şey söylemesine fırsat verilmemiştir.
Bilgi almada gösterilen bu titizliği ilk olarak Kur’an-ı Kerim’in mushaf şeklinde toplanmasında; sahabîlerin ayet-i kerimelerin lafzı, mushaftaki yeri gibi hususları ancak şahitlerle aktarabilmesinde görüyoruz.
Başka bir örnek Kur’an-ı Kerim’in kıraat âlimleridir. Onlar da naklettikleri okuma biçimlerini Hz. Peygamber’e silsile ile bağlanarak öğrenmişlerdir.
Bu hususta iyi bilinen bir örnek de hadis-i şeriflerin naklidir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemden hadis rivayet edenlerin ahlâkları ve güvenilirliği en ince ayrıntılarına kadar araştırılmış ve ancak tam güvenilir olanların rivayetleri hadis olarak kabul edilmiştir.
Aynı şekilde İslâm tarihi boyunca âlimlerimiz okudukları kitapları referans göstermek yerine, hangi hocalardan ders aldığını gösteren bir silsile ile insanların karşısına çıkmıştır.
Mürşid-i kâmiller de taşıyıcısı oldukları hidayet nurunu pak bir silsile ile Hz. Peygamber’den almışlar, insanlara O’nun ahlâkının güzelliğini yansıtmışlardır.
Kur’an, hadis ve ilim silsileleri kaynak kitapların yazılmasıyla görevini tamamlamıştır.
Ancak satırlardan değil sadırlardan (kalplerden) alınabilen ve yine sadırlara nakşolan tasavvuf ilminin taşıyıcı silsileleri halen vazifesini sürdürmektedir.
Tasavvufta silsile özellikle önemlidir. Çünkü insanların gönüllerine hitap eden tasavvuf, geçmişte ve günümüzde pek çok misalde görülebileceği üzere doğası gereği suistimale açıktır.
Sahih bir silsile ile Hz. Peygamber’e bağlanmayan kimseler güçlü retoriği, karizmatik kişiliği ya da keskin zekâsıyla insanların manevî duygularını istismar edebilmektedir.
Hakk’ı bâtıldan ayırmak, sûfî olduğunu öne süren kişinin gerçek niyetini anlamak için başvurulabilecek ilk kaynak o kişinin bağlı olduğu silsiledir.
Çünkü köksüz ya da kökü çürük ağacın hangi rüzgârla nereye devrileceği bilinmez. Maneviyatımıza zarar veren, insanlar nazarında velî ve sâlih zâtların prestijini kirleten nice hadise bu hakikatin yansımalarıdır.
Velîleri Bilmek İçin
Silsile, insanın manevî terbiyesindeki nesebidir. Bu manevî nesep ve ruhanî bağ, Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme kadar uzanır. Sonuçta ise tâlibi Yüce Allah’ın rızasına ulaştırır.
Her Hak yolcusu, kendi manevî nesebini, hangi yolun ve hangi terbiyenin izinden gittiğini bilmelidir.
Geçmiş büyüklerin ahlâkları, darda ve genişlikte ne yaptıkları, çektikleri çileler ve yaptıkları hizmetler hakkında bilgi sahibi olmalıdır.
İnsan, Hak yolunda kendisine rehberlik eden âlimleri, mürşidleri ve Allah dostlarını ne kadar iyi tanırsa, onları o kadar örnek alma imkânı bulur, kalbi kuvvetlenir, yola aşkla yönelir, sabırlı olur, rehberine sadakat gösterir ve nihayet ebedî saadete ulaşır.
Bu nedenle, tasavvufî terbiyeye tâlip olan sâdık bir mürid, kendisini Hakk’a yönlendiren bu zâtları bilmeli ve tanımalıdır. Tecrübeyle sabittir; velîlerin, sâlihlerin menkıbelerini ve sohbetlerini okumak, anlatmak, dinlemek kalbe şifadır. Allah Teâlâ’nın feyzine, rahmetine ve nice manevî ikramlarına vesiledir.
Altın Silsileler
Allah dostları, mirasçısı olduğu velâyeti Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme kadar uzanan silsile ile taşırlar.
Yaptıkları işlerdeki güzellikler, insanlara yansıttıkları güzel ahlâk, bu silsile ile Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden gelir.
Nakşibendî yolunun büyükleri olarak tanınan Sâdât-ı Kirâm da üç silsile ile Peygamber sallallahu aleyhi veselleme ulaşır.
Bu silsileden ilki Ehl-i Beyt aracılığı ile gelir.
İkincisi Hasan-ı Basrî kuddise sırruhû ile diğerinden ayrılır.
Üçüncü silsile ise Hz. Ebu Bekir Sıddîk radıyallahu anhu ile gelir ve bu yüzden “Sıddîkiyye Silsilesi” olarak bilinir. Mevlânâ Hâlid Bağdâdî kuddise sırruhûya kadar ulaşır.
Biz de Sâdât-ı Kirâm’ın ruhaniyetine sığınarak, üçüncü silsilede adı geçen başta Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ve güzide sahabîleri ile Nakşibendiyye yolunun büyük velîlerini sırayla her ay dergimizde anmak istiyoruz.
Allah Teâlâ bütün Allah dostlarının makamlarını âlî, bizi onların şefaatlerine nâil eylesin…
Altın Silsile
2. Hz. Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anhu (v. 634)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî radıyallahu anhu (v. 656)
4. Hz. Ebû Bekir’in torunu Kasım b. Muhammed radıyallahu anhu (v. 725)
5. İmam Ca‘fer-i Sâdık kuddise sırruhû (v. 765)
6. Bâyezîd-i Bistâmî kuddise sırruhû (v. 848)
8. Ebû Ali Fârmedî kuddise sırruhû (v. 1084)