Sahabî Mersiyeleri
Dini öğrenme ve anlama hususunda edebiyatın göz ardı edilemeyecek bir yeri vardır. İslâm tarihinde özellikle Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin doğumundan âhirete irtihaline kadar hayatı çeşitli edebî metinlerle ele alınmış ve geniş bir külliyât ortaya çıkmıştır.
Anlatılanların güzel bir ahenk ve dokunaklı bir üslupla aktarılması, daha kalıcı olmasını ve gönüllere yerleşmesini sağlamıştır.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin doğumu, risâleti, hicreti, savaşları, miracı, mucizeleri, fizikî özellikleri ve vefatını konu edinen büyük siyer kitapları kaleme alındığı gibi, her birini ayrıca ele alan müstakil eserler de telif edilmiştir.
Bu konuda Resûl-i Ekrem Efendimiz’in vefatı sebebiyle telif edilen “Mersiyeler”in önemli bir yeri vardır. Mersiye Arap, Fars ve Türk edebiyatında vefat eden kişinin ardından onu öven ve kaybının üzüntüsünü dile getiren şiirlere verilen bir isimdir.
Tarih boyunca Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme birçok mersiye yazılmış olsa da bunların en etkili ve önemli olanları O’nunla aynı havayı teneffüs etme şerefine nail olan Ashab-ı Kirâm’ın mersiyeleridir.
Sahabîlerin, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vefatından sonra yaşadığı yoğun duygusal hâller ve sergiledikleri tavırlar mersiyelerinde dile getirilmiştir. Ayrıca sünnet-i seniyyeyi ihyâ hususunda Ashab-ı Kirâm’ın örnekliği önemli bir unsur olduğundan, onların olaylara bakışlarını ve davranışlarını da yine mersiyelerde bulabiliriz.
Ashab-ı Kirâm’ın Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme yazdığı mersiyelerin toplandığı “Sahâbe-i Kirâm’ın Peygamber Efendimiz’e Mersiyeleri” isimli kitapta Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhunun iki mersiyesinin tercümesi ve açıklamaları şöyle:
1. Mersiye
“Ey gözüm, bıkmadan, usanmadan ağla... Ki ağlamak gerekir o efendim için.
Ağla bu sıkıntı anında, akşam vakti kabre defnedilen o Hındif’in en hayırlısı için.
Kulların Mevlâsı, beldelerin Rabbi olan Melik, Ahmed’e salât etsin.
Hayat nasıl yaşanabilir ki; Sevgili’yi, topluluğumuzun ve birlikteliğimizin süsünü ve güzelliğini kaybettikten sonra?
Keşke ölüm hepimize gelseydi de birlikte olabilseydik, o doğru yolu bulup bulduranla!”
İslâm öncesi Arap şiirinde ölümle ilgili duyguları taşkın ifadelerle aktaran mersiyeler düşünüldüğünde, Hz. Ebû Bekir’in mersiyesinin sakin, vakur bir anlatıma sahip olduğu söylenebilir. Ancak yine de İslâmî mersiye geleneğinin inşasında örneklik teşkil edecek biçim ve içerik özelliklerini ortaya koyan bu mersiye, eski Arap şiirinin izlerini mutlaka gösterecektir.
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu, Hz. Peygamber’in vefatıyla ilgili duygularını aktarırken, İslâmî kuralları ihlal etme ihtimalini barındıracak söz ve terkiplerden kaçınmakla birlikte, klasik Arap mersiyelerinin kalıplaşmış anlatımlarına başvurmaktan geri durmamıştır. Gözleri muhatap alarak mersiyeye başlamak, onlara durmadan ağlamalarını söylemek ve “keşke” ile başlayan cümlelerle vefat edenle yeniden birlikte olma arzusunu dile getirmek bu tür ifadelerden sayılabilir.
İkinci beyitte yer alan Hındif kelimesi Hz. Peygamber’in soy ağacında “Resûlullah’ın Atalarının Anneleri” başlığı altında zikredilen bir isimdir.
“Hındif’in en hayırlısı” şeklindeki ifadede Kureyş, Temim, Kinâne, Huzâa gibi pek çok kabilenin soyca birleştikleri bu ismin kullanılması, Hz. Peygamber’in en hayırlı insan olduğuna yönelik vurguyu güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
2. Mersiye
“Tüm genişliğine rağmen evler bana dar geldi, Peygamber’i öyle yere yığılmış halde görünce.
Aklını yitirmiş, sersemlemiş bir kimse gibi şaşkın, irkilmiş hâldeyim ve kemiklerim kırılgan, zayıf düştü, bitkin vaziyette.
Vah sana ey Atîk! Sevgin toprağa gömüldü, tek başına kaldın perişan hâlinle.
Dostumun vefatından önce üzeri kayalarla kaplı bir mezara konulsaydım keşke.
Ondan sonra öyle hayret verici işler çıkar ki aciz kalır kalpler de gönüller de.”
Hz. Ebû Bekir radıyallahu anhu, ikinci mersiyesinde güzel soylu, güzel ahlâklı ve cehennemden azat edilen kişi mânâsında Hz. Peygamber’in kendisine verdiği “Atîk” lâkabını kullanır. O’nun vefatı sonrasında düştüğü zor durumu anlatırken Kur’an-ı Kerim’den bir ayete telmihte bulunur.
Zekeriyya Peygamber’in üzüntü ve çaresizlikle yaptığı duayı aktaran ayette geçen “Rabbim, gerçekten ben zayıfladım ve benim kemiklerim de zayıfladı ve başım (saçlarım) ağardı. Ve Rabbim, ben sana dua ederek şakî olmadım” (Meryem 4) ifadelerindeki “kemiklerin zayıflaması” deyimi Hz. Ebû Bekir’in şiirinde kullanılmış ve böylece yaşanılan acı, Zekeriyya Peygamber’in çektiği sıkıntıyla özdeşleşmiştir.
Üçüncü beyitte yer alan “Sevgin toprağa gömüldü” ifadesinde Hz. Ebû Bekir’in Hz. Peygamber’e duyduğu büyük sevgiyi izhâr ettiği görülür. Öyle ki artık onun için Hz. Peygamber sevilen olmanın ötesinde, bizzat sevginin kendisi olmuştur.
Mersiyenin son beyti ise Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkması muhtemel sıkıntılar sebebiyle duyulan endişeyi göstermesi yönüyle önemlidir. Hz. Ebû Bekir bu beyitte, Hz. Peygamber’in vefatından sonra dinî, siyasî ve sosyal açıdan çeşitli olumsuz durumlarla karşılaşabileceklerini ifade ederek bu sebeple yaşanılan duygusal çöküşü dile getirmiştir.
[(Küçük değişikliklerle) Sahâbe-i Kirâm’ın Peygamber Efendimiz’e Mersiyeleri, hazırlayan: Abdullah Muaz Güven, s. 45-48, Büyüyen Ay Yayınları, 1. Baskı]
Duvarı Kirletince
Bâyezid-i Bistâmî hazretleri, yağmurlu bir havada cuma namazına gidiyordu. Yol çamurluydu. Bir evin duvarına yaslandı. Çamurlu ayakkabılarını duvara sürerek temizledi. Yağmur dinince tekrar yola koyuldu. O sırada aklına bu evin bir Mecûsî’ye ait olduğu ve duvarını kirlettiği geldi.
“Ondan helallik almadan nasıl cuma namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş bir kimse olarak nasıl Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkabilirsin?” diye düşündü ve geri dönüp Mecûsî’nin kapısını çaldı. Kapıyı açan Mecûsî;
– Buyurun, bir şey mi istediniz, dedi. Bâyezid-i Bistâmî;
– Sizden özür dilemeye geldim, dedi. Mecûsî hayretle;
– Ne özrü, diye sordu.
– Biraz önce ayakkabımdaki çamurları sürerek duvarınızı kirlettim. Bu doğru değil. Yağmurun şiddetiyle yaptığımın yanlış olduğunu düşünemedim, dedi.
Bunun üzerine Mecûsî daha da hayret ederek;
– Tamam da bunun ne zararı var ki, zaten duvarlarımız çamurlu, dedi. Bâyezid-i Bistâmî;
– Doğrudur. Fakat benim bu yaptığım haktır ve sahibinin rızasını almak gerekir, dedi. Mecûsî;
– Size bu inceliği, hak ve hukuka bu derece özen göstermeyi kim öğretti, dininiz mi, diye sorunca Bâyezid-i Bistâmî hazretleri;
– Evet, bunu bize dinimiz ve Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem öğretti, dedi. Mecûsi;
– O zaman böyle güzel bir dine biz neden girmiyoruz, diyerek kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu.