Hikmet
12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah “Kimyâ-yı Saâdet” adlı meşhur eserinde şöyle der:
Tevbenin evveli marifet ve iman nurudur. Bu nur ortaya çıkınca, günahın öldürücü zehir olduğu görülür. Bu öldürücü zehirden çok yediğini öğrenen kimsenin içine mutlaka korku düşer. Bu durum tıpkı bir kimsenin zehir yediğinin farkına varıp da bundan dolayı pişmanlık duyması, korkması gibidir. Böyle biri parmağını boğazına atıp kusmak ister. Bu korku sebebiyle tedavi ve ilaç yoluna başvurur.
İşte bunun gibi nefsin yönlendirmesiyle yaptığı işleri içinde zehir olan bal gibi görür. Yerken tatlıdır. Sonunda ise ne olduğu anlaşılır. Böyle olunca yaptığına pişman olur, içine korku ateşi düşer, kendisini ölüm tehlikesinde görür. Bu korku ve pişmanlık ateşinde nefsinin isteklerine karşı o güçlü meyli ve günahı yanar; istekler hüsrana dönüşür. Kişi, böylece başından geçenleri düzeltmeye ve gelecekte bir daha yapmamaya azmeder. Davranışları değişmeye başlar. Daha önce bütün işi yemek, uyku ve gafletken artık hali üzüntü, mahvolma duygusu ve pişmanlık olur. Bundan önce gafil olanları severken artık Rabbi’ne yakın olanlarla beraber olmaya koyulur. O halde gerçek tevbe pişmanlıktır. Onun aslı ise iman ve bilip anlama nurudur. Meyvesi de bütün hallerini günah ve isyan yerine, itaat ve gereğini yapma ile değiştirmektir.
Tevbe, şartları yerine getirilirse mutlaka kabul edilir. Tevbe ettiğinde kabul edilmesi konusunda şüphen olmasın. Şüpheye düşeceğin nokta, tevbenin şartlarını yerine getirip getirmediğin olsun. Kalbin hakikatini, beden ile bağlılığının ve ilgisinin ne olduğunu, Cenâb-ı Hak ile münasebetinin ne yolla olduğunu, kendisini bundan alıkoyan sebeplerin hangileri olduğunu bilen kimsenin, makbul bir kul olmanın ve Allah Teâlâ ile arasındaki perdenin kalkmasının yolunun tevbe olduğu hususunda şüphesi olmaz. Çünkü insanın kalbi, aslında meleklerin cevherinin cinsinden yaratılan temiz bir cevherdir. Eğer kalp kirlenmeden temiz olarak dünyadan götürülebilirse, Allah Teâlâ’nın tecellilerinin göründüğü bir aynadır. Kulun işlediği her günahtan o aynanın yüzünde bir kararma meydana gelir. Yaptığı her taatte ise bir nur ortaya çıkar o günah karartısını uzaklaştırır.
Taat nurları ve günah karartıları birbirleri ardınca kalp aynası üzerinde daima tesirlerini gösterirler. Günahların karartıları çok olup da tevbe edildiği zaman, taat nurları o karartıları bastırır ve kalp kendi temizliğiyle kalır. Fakat kir onun özüne işleyip dönüştürücü bir tesir yapıncaya kadar günahlara ısrar edenler bunun dışındadır. Böyle kimseler bu noktaya geldikten sonra tedavileri artık mümkün olmaz. Tıpkı içine pas işlemiş ayna gibi olur. Böyle bir kalp ancak sözle tevbe eder, hali tevbe hali değildir.
Çeşitli etkenlerle kirlenen elbisenin sabunla yıkanıp temizlenmesi gibi, insan kalbi de günah karartısından taat nuruyla temizlenir. Bunun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: “İşlediğin bir kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu temizlesin.” (Tirmizî, Birr 55)
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur:
“Eğer siz göklere ulaşacak kadar günah işleseniz, sonra da gerçekten pişman olsanız, Allah Teâlâ tevbenizi kabul eder.” (İbn Mâce Zühd 30)