Yahudilik’te
Vaad Edilmiş Topraklar
(Arz-ı Mev’ud)
Nüfusça bu kadar az olmalarına rağmen İsrail’in ve Yahudilerin yeryüzünde bu kadar etkili, bu kadar küstah ve pervasız olmalarının çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerden en önde gelen ikisi Yahudilik’teki “Arz-ı Mev’ud” yani vaad edilmiş topraklar ideali ve “Seçilmiş/Üstün Irk” anlayışıdır.
Türkiye’deki Yahudi toplumunun haftalık yayın organı Şalom (Selam) gazetesi, 21 Eylül 2023 tarihli haberinde, İsrail Yahudi Ajansı tarafından Roş Aşana’da yayınlanan rakamlara göre dünya Yahudi nüfusunun 15,7 milyona ulaştığını duyurdu. Ajansa göre 7,2 milyon Yahudi ile İsrail, dünya Yahudi nüfusunun yüzde 46’sını oluştururken diasporadaki (İsrail dışındaki) Yahudi sayısı da 8,5 milyona ulaşmış durumda. Türkiye’deki sayıları ise yalnızca 14,200.
Görüldüğü üzere Yahudilik, mensuplarının sayısı diğer din mensuplarına oranla epeyce az olan bir dindir. Buna rağmen siyasal ve ekonomik yönden dünyanın en etkili dinlerinden biridir. Bugün de İsrail’in bütün dünyanın gözü önünde Filistin’de/Gazze’de gerçekleştirdiği katliam ve soykırım dolayısıyla dünyanın gündemindedir. Böyle olunca da bütün gözler bu dine ve bu dinin mensuplarına çevrilmiş durumdadır.
İslâm’a göre, köken olarak Yüce Allah tarafından gönderilmiş ilâhî dinlerden biri olan Yahudilik, tahrif edilmiş ve aslı bozulmuş dinler kategorisinde yer almaktadır.
Bunun yanında dünyanın diğer dinlerinden farklı olarak Yahudilik’te din ve ırk unsurları iç içe girmiş durumdadır. Her ne kadar teoride dışarıdan birisinin Yahudi dinine girmesinin yolu açıksa da uygulamada Yahudi olmak için Yahudi soyundan gelmek gerekli görülmüştür. Bu da onları kuvvetli bir bağ ve birliktelik içinde tutan unsurlardan biridir.
Nüfusça bu kadar az olmalarına rağmen İsrail’in ve Yahudilerin yeryüzünde bu kadar etkili, bu kadar küstah ve pervasız olmalarının çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerden en önde gelen ikisi Yahudilik’teki “Arz-ı Mev’ud” ideali ve “Seçilmiş/Üstün Irk” anlayışıdır. Seçilmişlik konusunu inşallah bir başka yazımıza bırakarak burada Yahudilik’teki “Vaad edilmiş topraklar” ideali üzerinde duracağız. Bunu yaparken anti-semitik bir tavır takınmadan bilimsel gerçekler ışığında, akıl ve vicdan ölçüleri içerisinde meseleyi ortaya koymaya çalışacağız.
Arz-ı Mev’ud ne demek?
Arz-ı Mev’ud, vaad edilmiş, söz verilmiş toprak/topraklar anlamına gelmektedir. Yahudiliğe göre Tanrı’nın İsrailoğulları’na vermeyi vaad ettiği toprak, İbranice “Eretz İsrael” (İsrail toprağı, İsrail diyarı) olarak adlandırılmaktadır. Eretz, Arapçada da kullanılan ve oradan Türkçemize de geçmiş olan arz (toprak) kelimesinin karşılığıdır.
Bu toprak Yahudi kutsal kitabında “Ken’an diyarı, Ken’an ülkesi”, “Süt ve bal akan diyar”, “Ha-Eretz”, “Eretz İsrael” ve “Arz-ı Mev’ud” (vaad edilmiş topraklar) adlarıyla geçmektedir. Terim olarak ise Tanrı’nın Hz. İbrahim ve sonra gelen İsrail peygamberleriyle yaptığı sözleşmeye bağlı olarak onlara ve onların çocukları olan İsrailoğulları’na vermeyi vaad ettiği topraklara işaret etmektedir.
Kısaca Yahudilerin tarihî geçmişi
Arz-ı Mev’ud’un anlaşılması için çok kısa olarak Yahudilerin geçmişinden söz etmek gereklidir. Zira Yahudi tarihi bilinmeden Arz-ı Mev’ud’un anlaşılması çok zordur.
Yahudiliğe göre Yahudi tarihi Hz. İbrahim’in Harran’dan Filistin’e göçü ile başlar. Hz. İbrahim’in önce Hz. Hacer’den İsmail, sonra da Hz. Sâre’den İshak adlı oğulları dünyaya gelmiştir. Yahudiler Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakub’un (diğer adı İsrail’dir) on iki oğlundan türemişlerdir. Hz. İsmail’in neslinden de son peygamber Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem dünyaya gelmiştir.
Daha sonra Yahudiler, Hz. Yusuf Mısır’da kralın yardımcısı konumuna gelince onun davetiyle Mısır’a gelmişler, Hz. Yusuf’tan sonra esarete düşerek köleleştirilmişlerdir. Onları Mısır’dan çıkarıp söz konusu topraklara getiren Hz. Musa’dır. Ancak vaad edilmiş topraklara Hz. Musa’dan sonra girmişlerdir. Yahudiler ilk olarak Arz-ı Mev‘ûd’a Hz. Yeşu/Yuşa önderliğinde giriş yapmışlardır.
Hz. Yeşu’dan sonra Hz. Davud zamanında Kudüs şehri alınarak başkent yapılmış ve Tevrat tomarlarının ve Hz. Musa ile Hz. Harun’un bazı eşyalarının ve hatıralarının bulunduğu “Ahid Sandığı” Hz. Davud’un sarayına konulmuştur. Böylelikle bu şehir bütün Yahudiler için kutsal şehir olmuştur. Hz. Davud’dan sonra Hz. Süleyman zamanında da Kudüs’teki büyük Mabed (Bet ha Mikdaş) yapılmıştır. Bu iki kral-peygamber devri Yahudilerin en parlak dönemi olmuş, bütün tarihleri boyunca bu döneme tekrar ulaşma arzusu içinde yaşamışlardır.
Hz. Süleyman’dan sonra Yahudi Devleti ikiye ayrılmıştır. Kuzeydeki, başkenti Şekem olan İsrail Devleti milattan önce 721 yılında Asur Kralı II. Sargon tarafından yıkılmıştır. Güneydeki başkenti Kudüs olan Yahuda Devleti de milattan önce 586 yılında Babil Kralı Nabukadnezar/Buhtunnasr tarafından ortadan kaldırılmış ve Süleyman Mabedi yıkılarak Yahudiler Babil’e sürgüne gönderilmiştir.
[İsmi geçen bütün peygamberlere salât ve selam olsun.]
Daha sonra Pers Kralı Cyrus tarafından Babil Devleti’ne son verilince Yahudilerin sürgünden geri dönmelerine ve mabedi yeniden inşa etmelerine izin verilmiştir. Sonrasında Roma hâkimiyeti ile Yahudi isyanı sonucunda milattan sonra 70 yılında tekrar yıkılmış, ancak yalnızca bugünkü “Ağlama Duvarı” kalmış ve Yahudiler sürgüne gönderilerek dünyanın her tarafına dağılmışlardır. Sürgün esnasında hahamların gözetiminde ve sinagoglar etrafında toplanarak kutsal kitaplarına sarılmışlar ve ondaki ifadeleri yorumlamışlardır. Bu yorumlar Arz-ı Mev’ud ideali etrafında yoğunlaşmıştır.
Peygamberlerle yapılan ahid
Her şeyden önce Yahudilikteki Arz-ı Mev’ud anlayışı Tanrı ile İsrail peygamberleri ve İsrailoğulları arasında yapılan bir ahde/sözleşmeye dayandırılmaktadır. O yüzden bu sözleşmeden de bahsetmek gereklidir. Buna göre Yüce Allah; Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Yeşu ile ve onların vasıtasıyla da İsrailoğullarıyla bir sözleşme yapmıştır. Bu sözleşme uyarınca onlar Tanrı’nın emirlerini tutacaklar, Tevrat şeriatına uyacaklar, bunun karşılığında Allah onlara vaad edilmiş toprakları verecek, onları süt ve bal akan diyara yerleştirecektir. Ancak Yahudiler verdikleri bu söze hiçbir zaman bağlı kalmamışlardır.
Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahidleşme, bugün elimizde bulunan muharref (aslı bozulmuş, değiştirilmiş) Yahudi Kutsal Kitabı’nda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bu ahdin sonucu olarak vaad edilmiş topraklar ilk önce Hz. İbrahim’e ve soyuna verilmiştir. Muharref Tevrat’ta bu husus şöyle ifade edilir:
“O gün Rab Avram’la bir ahid/anlaşma/sözleşme yaparak ona şöyle dedi: Mısır ırmağından büyük Fırat ırmağına kadar olan bu toprakları senin soyuna vereceğim.”
(Yaratılış, 15: 18)
Allah, İsrailoğulları ile ahdini ve vaadini Hz. İshak ve Hz. Yakup’la da yenilemiş, ancak Hz. İsmail de Hz. İbrahim’in oğlu olduğu halde Hz. İsmail ve soyu bunun dışında bırakılmıştır. Oysa eğer Arz-ı Mev’ud diye bir olguyu kabul etsek bile, buna göre bugün bu topraklarda öncelikle Filistinlilerin, sonra da bütün Arapların hakkı olmalıdır.
Allah’ın Hz. Musa ile yaptığı ahid de Tevrat’ta şöyle anlatılır:
“İbrahim’e, İshak’a ve Yakub’a her şeye gücü yeten Tanrı olarak göründüm… Yabancı olarak yaşadıkları Kenan ülkesini kendilerine vermek üzere onlarla anlaşma yaptım.” (Yaratılış, 6: 2-4)
Yahudilerin yaptıkları taşkınlıklar ve itaatsizlikler sonucu Hz. Musa’nın vaad edilmiş topraklara girmesi yasaklanmış, onun yerine kendisinden sonra gelen Yeşu/Yuşa peygamber ile Tanrı vaadini yenilemiş ve vaad edilmiş topraklara ilk giren Yeşu olmuştur. İlk girdikleri şehir de Eriha’dır.
Tevrat’ta, Allah’ın Hz.Yeşu ile yaptığı ahidden de şöyle bahsedilir:
“Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün halkla birlikte Şeria ırmağını geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin. Musa’ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum. Sınırlarınız çölden Lübnan’a, büyük Fırat ırmağından -bütün Hitit ülkesi dâhil- batıdaki Akdeniz’e kadar uzanacak.” (Yeşu 1: 2-4)
Allah’ın, İsrailoğulları ile yaptığı ahidden Kur’an-ı Kerim’de de söz edilmektedir. (Bakara 83-84, Maide 12) Bu ahid uyarınca İsrailoğulları Allah’a kul olacaklar, peygamberlerine uyacaklar, namaz kılacaklar, zekât verecekler, kan dökmeyecekler, kimseyi yurtlarından çıkarmayacaklar, yetimlere ve düşkünlere yardım edeceklerdir. Buna karşılık Allah onlara cennetini verecektir. Ancak İsrailoğulları ahidlerini tutmamışlardır. Bunun karşılığında da lânete uğramışlar ve kalpleri katılaştırılmıştır. (Maide 13)
Burada çarpıcı olan husus, ahdin karşılığı Yahudi Kutsal Kitabı’na göre Arz-ı Mev’ud, yani dünyevî bir karşılık iken, Kur’an-ı Kerim’e göre ise cennettir, yani uhrevîdir. Bu bile Yahudi halkının ne derece dünyevîleştiğinin ve kutsal değerlerden uzaklaştığının göstergesidir.
Tevrat’ta Arz-ı Mev’ud
Yukarıda yaptığımız örnek alıntılarda vaat edilmiş toprakların Tevrat’ın birçok yerinde zikrolunduğu görülmektedir. Buna göre Allah, İsrail peygamberleri ile yaptığı ahidden söz ederken ahde uymaları karşılığında Yahudilere vermeyi vaad ettiği topraklardan da söz etmiştir.
Bunun yanında çok çeşitli kutsal kitap pasajlarında vaat edilen bu toprakların sınırları açık olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Yine bu toprakların sonsuza dek İsrailoğullarına verildiğinden bahsedilmektedir. Ancak yine de bu sınırlar tam belirgin olarak gösterilememiştir.
Aşağıda bu müphem sınırlardan bahsedeceğiz. Böylelikle Arz-ı Mev’ud’un Tevrat’taki görünümü ortaya çıkmış olacaktır.
Arz-ı Mev’ud karşılıksız bir vaad midir?
Arz-ı Mev’ud Yahudilere mutlak anlamda kayıtsız şartsız sunulan karşılıksız bir vaad değildir. Çünkü Tevrat’a göre, Allah’ın Hz. İbrahim ile yaptığı ahdin sembolü ve sonucu olarak Yahudi erkeklerin sünnet olmaları istenmiştir. Hz. Musa ile yapılan ahdin sembolü ve şartları olarak ise Sebt (Cumartesi) gününe ve Tevrat şeriatına uymaları emredilmiştir.
Ancak tarih boyunca Yahudiler hiçbir zaman bu ahde uymamışlar, Tevrat şeriatından ayrılmışlar, bunun sonucunda çok çeşitli felaketler yaşayarak sürgüne gönderilmişlerdir. Tevrat’ın ifadesiyle “milletlerin ayakları altına atılmışlar”, Kur’an’ın ifadesiyle de “lanete uğramışlardır.”
Arz-ı Mev’ud’un Yahudi hayatındaki yeri
Görüldüğü gibi vaad edilmiş topraklar muharref Tevrat’a göre Tanrı’nın Hz. İbrahim’den itibaren İsrail peygamberleri ile yaptığı sözleşmeye bağlı olarak kendilerine sonsuza kadar tahsis ettiği topraklardır. Yani tahrif edilmiş kitaplarına göre bu topraklar Tanrı’nın bir vaadi, lütfu ve bağışıdır. Dolayısıyla Yahudilerin diğer milletler üzerindeki hakkıdır.
Bunun yanında, Yahudi şeriatının birçok kuralı Yahudilerin Mısır’dan çıktıktan sonra çöldeki hayatlarına ve Arz-ı Mev’ud’daki yaşantılarına uygun olarak tanzim edilmiştir. Yani Yahudiliği Yahudilik yapan unsurların ve kuralların bu topraklar dışında icra edilmesi, hele bugünkü modern dünyada uygulanması mümkün değil denecek kadar zordur. Tarımla ilgili kurallar, kutsal mekânların ziyaretleri ve hac faaliyetleri, kurban ve Mabed’le ilgili ritüeller hep bu topraklarda yapılmak zorundadır.
Nitekim bugün Yahudi şeriatındaki 613 emirden birçoğu uygulanamadığı için geçerliliğini yitirmiş ve ancak 271 emir uygulanabilir durumda kalmıştır. Aynı şekilde kurban ibadeti başta olmak üzere Kudüs’teki Mabed’e bağlı bir takım ibadetler yerine getirilememektedir.
Ancak Arz-ı Mev’ud inancı bütün Yahudilerin hayatında olan bir olgu değildir. Örneğin; Yahudiliğin ana çizgisi olan Ortodoks Yahudiliğin dışında kalan Reformist Yahudilik, seçilmişlik inancını, Mesih ilkesini ve vaad edilmiş topraklar idealini kabul etmemektedir. Yaşanılan her yeri kutsal kabul eden bu anlayışın nazarında İsrail topraklarının farklı bir önemi yoktur. Nitekim Amerikalı Yahudiler Amerika’yı Filistin olarak kabul etmişler ve “Gelecek yıl Kudüs’te” ifadesinin yerine “Tanrı Amerika’yı kutsasın” ifadesini koymuşlardır. Yine de Amerikan Yahudilerinin büyük çoğunluğu reformist olmalarına rağmen her alanda İsrail’e desteklerini sündürmektedirler.
Arz-ı Mev’ud’un sınırları
Tevrat’ın değişik yerlerinde Arz-ı Mev’ud hakkında çok değişik ifadeler kullanılmakta ve farklı sınırlar çizilmektedir. Ancak bu sınırları göstermeden önce Arz-ı Mev’ud’un merkez noktasının Kudüs/Yeruşalim/Dârusselâm olduğunu belirtmek gereklidir. Çünkü Yahudi geleneğine göre Tanrı’nın evreni yaratmaya başladığı yer Kudüs’tür ve ölülerin dirilişi de Kudüs’te olacaktır. Dolayısıyla Kudüs hem zamanın ve yaradılışın başlangıcı hem de sonudur.
Arz-ı Mev’ud’un merkez noktası Kudüs olduğu gibi Kudüs’ün merkez noktası da Süleyman Mabedi’dir. Çünkü Yahudi şeriatına göre kurban başta olmak üzere birçok dînî emir Mabed’e bağlı olarak yapılmaktadır. Mabed olmadığı için de bunların birçoğu yapılamamaktadır. Bu yüzden Yahudiler var güçlerini Mabed’in yeniden yapımına harcamaktadırlar. Bunun için de maalesef Mescid-i Aksa’yı yıkmak istemektedirler. Arkeolojik kazı bahanesiyle Mescid-i Aksa’nın altını boşaltmalarının sebebi de budur. Amaçları “Mescid”i yıkıp yerine “Mabed”i yeniden inşa etmektir.
Muharref Tevrat’a göre Tanrı, İsrailoğullarına verilecek topraklar ile ilgili ilk vaadini ve ilk sözleşmesini Hz. İbrahim ile yapmıştır. Ancak Hz. İbrahim’den itibaren İsrailoğullarına vaad edilen Arz-ı Mev’ud’un sınırları muğlaktır. Bununla ilgili Tevrat’ta çok farklı ifadeler bulunmaktadır ve bu hususta tam bir birlik yoktur. Bu husus aşağıdaki örneklerle daha net olarak görülecektir.
Hz. İbrahim ile yapılan anlaşmada Arz-ı Mev’ud’un sınırları şöyle verilmektedir:
“O gün Rab Avram’la bir ahid yaparak ona şöyle dedi: ‘Mısır ırmağından büyük Fırat ırmağına kadar olan bu toprakları… senin soyuna vereceğim.’” (Yaratılış, 15: 18) “Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Ken’an ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim.” (Yaratılış, 17: 8) “…Rab Avram’a, ‘Bulunduğun yerden kuzeye, güneye, doğuya, batıya dikkatle bak’, dedi. ‘Gördüğün bütün toprakları sonsuza dek sana ve soyuna vereceğim.’” (Yaratılış, 13: 14-17)
Yahudi düşüncesi, buradaki “Mısır ırmağından büyük Fırat ırmağına kadar olan topraklar” ifadesinden hareketle Arz-ı Mev’ud’un sınırlarını kısaca “Nil’den Fırat’a” şeklinde formüle etmiştir.
Muharref Tevrat’ta geçtiği şekliyle Allah Hz. İshak’a görünerek, “Mısır’a gitmemesini ve kendisine söyleyeceği ülkeye yerleşmesini söylemiş, bu ülkelerin tümünü soyuna vereceğini belirtmiştir.” Böylece Yakup Filistin bölgesindeki Gerar’da kalmıştır.
(Yaratılış, 26: 2-6)
Hz. İbrahim’e Nil ile Fırat arasındaki topraklar vaad edilirken Hz. Yakub’a bütün dünya vaad edilmiştir:
“Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak.” (Yaratılış, 28: 13-14)
Hz. Musa’ya verilen sözde ise Arz-ı Mev’ud’un sınırları epey ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Ancak orada söz konusu edilen yer isimlerinin bugünkü karşılıklarını bulmak tam olarak mümkün değildir. (Çölde Sayım, 34: 1-12)
Tevrat’ta Allah, Hz.Yeşu/Yuşa’ya da, ayak basacakları her yeri kendilerine verdiğini, sınırlarının çölden Lübnan’a, büyük Fırat ırmağından -bütün Hitit ülkesi dâhil- batıdaki Akdeniz’e kadar uzanacağını söylemiştir. (Yeşu 1: 2-4)
Muharref Tevrat’ta sınırları çizilen Arz-ı Mev’ud budur. Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde adı geçen peygamberlere vaad edilen toprakların sınırlarını kesin olarak tespit etmek mümkün görünmemektedir.
Bu yönüyle Arz-ı Mev’ud sınırları muğlak bir görüntü arz etmektedir. Bu durumda Kudüs merkezli Arz-ı Mev’ud’u üç kademeli olarak düşünmek mümkündür: Birinci aşamayı Kudüs ve çevresi, ikinci aşamayı Nil’den Fırat’a bütün Ortadoğu, üçüncü aşamayı da bütün dünya oluşturmaktadır.
Arz-ı Mev’ud’un sınırlarının tartışmalı olması dolayısıyla birbirinden farklı haritalandırmalar ortaya çıkmıştır. Bunlar içinde en geniş sınırlandırmayı içeren güncel harita, Israel Shahak’ın, “Yahudi Dini Yahudi Tarihi” adlı eserinde, haham otoritelerince belirlenen İsrail Devleti’nin Tevrat’taki sınırlarını içeren haritalandırmadır:
“Güneyde tüm Sina yarımadası ile Kahire’nin kuzeyinden itibaren tüm Kuzey Mısır; doğuda tüm Ürdün ile Suudi Arabistan’ın büyük bir bölümü, tüm Kuveyt ve Güney Fırat havzası ile birlikte Irak’ın bir bölümü; kuzeyde tüm Lübnan ve Suriye ile Van Gölü’ne kadar Türkiye topraklarının güney bölümü; batıda ise Kıbrıs.”
Bununla birlikte Yahudilerin en parlak dönemleri olan Hz. Davud ve Hz. Süleyman devirleri dâhil olmak üzere tarih boyunca Yahudiler hiçbir zaman Arz-ı Mev’ud idealine tam olarak ulaşamamışlardır. Lut Gölü’nün batısından itibaren Kudüs, Hebron (el-Halil), Bar Şeba, Eriha şehirleri etrafında kuzeyde Sayda ve Şam’a, güneyde Kızıldeniz’in Eylat körfezine kadar olan bölgede değişik oranlarda söz sahibi olabilmişlerdir. Asla Nil’den Fırat’a kadar ulaşamamışlardır. Bütün çabalarına rağmen bundan sonra da ulaşmaları mümkün görünmemektedir. Hele kan dökerek, zulüm yaparak ve soykırım uygulayarak bu amaca ulaşmaları hiç mümkün değildir.
Arz-ı Mev’ud ideolojisi: Siyonizm
Siyonizm, Yahudilerin Arz-ı Mev’ud hayalini gerçekleştirme ideolojisinin adıdır ve bu yönüyle Arz-ı Mev’ud ile özdeştir. Siyonizm, Tanrı’nın kendilerine vaad ettiğine inandıkları topraklara, öncelikle de “Siyon” olarak adlandırılan Kudüs’e dönme, sonra Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi ele geçirerek Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etme ideali olarak özetlenebilir. Siyonizm, Arz-ı Mev’ud’un Yahudilerin ebedi mülkü olduğunu ve Yahudi dirilişinin ancak bu topraklarda olacağını savunmaktadır.
1897’de İsviçre’nin Basel kentinde 1. Siyonist Kongreyi düzenlemeyi başaran Theodor Herzl ile birlikte Siyonizm kurumsal, siyasal ve uluslararası bir hareket haline dönüşmeyi başarmıştır.
Siyonist önderlerin büyük çoğunluğu, Batı kültürüne hayranlık duyan seküler Yahudilerden oluşmakla birlikte, bu hareketin içinde din adamları da yer almıştır. Siyonistlere göre ilk siyonist Hz. İbrahim’dir. Çünkü kutsal topraklara ilk göç eden kişi odur.
1903 yılında Arz-ı Mev’ud’da bulunan Filistin’de bir devlet kurulması Siyonistlerce karara bağlanmıştır. Ancak o zamanlar bu bölge Osmanlı Devleti hâkimiyetinde idi. Onun için Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarını ödemeleri karşılığında kendilerine Filistin’de bir toprak parçası istemişlerdir.
Bu amaçla Theodor Herzl, birkaç defa Sultan II. Abdülhamid ile görüşmeyi başarmış, ancak bu teklif Padişah tarafından şiddetle reddedilmiştir. 1896 yılındaki ilk görüşmede, görüşmeye aracılık eden ve Avrupa’da Osmanlılar adına hareket eden Polonya asıllı Kont Philip de Newlinski’ye II. Abdülhamid şöyle demiştir:
“Eğer Bay Herzl, senin benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle: Bu meselede ikinci bir adım daha atmasın! Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi gelmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Türk İmparatorluğu bana ait değildir, Türk Milletinindir. Ben onun bir parçasını dahi veremem. Bırakalım Musevîler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler; fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”
Sultan Abdülhamid bununla da yetinmeyerek Yahudileri Filistin’e yerleştirmemek için çeşitli tedbirler almış, Yahudi göçünü ve toprak satışını engelleyici kanunlar çıkarmıştır.
Neticede Osmanlı Devleti parçalanmış, Filistin bölgesi İngiliz hâkimiyetine geçince Yahudiler bu bölgeye yerleşmişlerdir. 1948 yılında İsrail’in kurulmasından sonra da olaylar bugünkü raddeye gelmiştir.
Bütün bunlara rağmen Siyonizm bütün Yahudilerce kabul gören bir ideoloji değildir. Dindar Yahudiler, devlet kurma ve vaad edilmiş topraklara ulaşma gibi ancak Mesih’in gerçekleştireceği eylemlere girişmeleri yüzünden bu ideolojiye karşı çıkmışlar ve İsrail devletinin varlığını Tevrat şeriatına aykırı görüp günah olarak değerlendirmişlerdir.
Onlara göre Siyonizm, sahte Mesihçi sapkın bir hareket olup Tanrı’ya isyandır. Hatta anti-siyonist organizasyonlar düzenleyerek Yahudileri Siyonizm tehlikesine karşı uyarmışlardır. Reformist Yahudiler de teoride Siyonist ögelere karşı çıkmakla birlikte genelde İsrail’i desteklemektedirler.
Siyonist ideolojide Arz-ı Mev’ud
Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud ideolojisi olduğunu söylemiştik. Aslında Siyonizm’in hedefi Arz-ı Mev’ud’dan da önce, belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde Yahudilerin fizikî birlikteliğini sağlayarak bağımsız ve ulusal bir Yahudi devleti kurmaktır. Bu amaç için Arjantin, Uganda, Kıbrıs, Azerbaycan ve Filistin seçenekleri tartışmaya açılmıştır. Bu alternatifler arasında en fazla öne çıkan Uganda projesi 4. Siyonist Kongre’de şiddetli bir muhalefetle karşılaşmıştır. Özellikle Rusya Yahudileri tarafından büyük tepki gören bu projeden vazgeçilerek Filistin tek seçenek olarak kabul edilmiş ve artık Siyonsuz Siyonizm rafa kaldırılmıştır.
Böylelikle Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail ve seçilmiş halk kavramları Siyonizm’in temel ideolojisi olmuştur. Dahası, Siyonistlerin muharref Tevrat’taki sınırları güncelledikleri, hatta daha da genişlettikleri anlaşılmaktadır.
Theodor Herzl, Basel’deki 1. Siyonist Kongresi’nde yaptığı konuşmada; “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır, güneyde de Süveyş kanalına. Sloganımız Davud ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır” sözleri ile kurulacak Yahudi devletinin doğal sınırlarına işaret etmiştir.
İsrail’de Savunma Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış olan “Beyrut Kasabı” lakaplı Ariel Şaron’un da kamuoyuna yaptığı şu açıklama dikkat çekicidir: “Stratejik çıkarlarımızı ilgilendiren bölgeler 80’li yıllarda artık Arap ülkelerinden öte Akdeniz kıyılarını; Türkiye, İran, Pakistan, Basra körfezi ve Afrika’yı, özellikle de Kuzey ve Orta Afrika’yı kapsamaktadır.”
Kedumim eski belediye başkanı ve işgalci aktivistlerin önde gelenlerinden Ortodoks Yahudisi Siyonist Daniella Weiss de, 124 kanalında yaptığı konuşmasında, 2023 sonlarında başlattıkları Gazze katliamı ile Hamas’a karşı sürdürdükleri savaşı kazanmaları halinde Nil ve Fırat arası toprakları geri alacaklarını açıkça beyan etmiştir.
Kur’an-ı Kerim açısından Arz-ı Mev’ud
Söz konusu topraklar için kullanılan “Arz-ı Mev’ud” ifadesi Kur’an’da geçmemektedir. Onun yerine Hz. Musa’nın dilinden “Arz-ı Mukaddes” (Kutsal topraklar) ifadesi kullanılmaktadır:
“Bir zamanlar Musa kavmine şöyle demişti: ‘Ey kavmim, Allah’ın size lütfettiği nimeti hatırlayın. Zira O, içinizden peygamberler çıkardı, sizi hükümdarlar yaptı ve âlemlerde hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim, Allah’ın sizin için (vatan olarak) yazdığı kutsal topraklara (Arz-ı Mukaddes’e) girin, sakın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz.’
Dediler ki: ‘Ey Musa, orada zorba bir topluluk var, onlar oradan çıkmadıkça bir asla oraya giremeyiz, ama oradan çıkarlarsa biz hemen gireriz.’
Korkanlar arasından Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki (yiğit) adam şöyle dedi: ‘Kapıdan üzerlerine hücum edin, oraya girdiğiniz an artık kesinlikle siz gâlipsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.’
İsrailoğulları; ‘Ey Musa, onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz, sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız,’ dediler.
Musa; ‘Rabbim, ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum, artık bizimle bu yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet,’ dedi.
Allah buyurdu ki: ‘Öyleyse onlar yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere oradan (kutsal topraklardan) kırk yıl mahrum bırakılmışlardır, artık sen yoldan çıkmış kavme üzülme.’”
(Maide 20-26)
Yine Kur’an-ı Kerim’in bir diğer sûresinde Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un “mübarek/bereketli topraklara” ulaştırıldığı belirtilmekte, aynı şekilde İsrâ suresinde bu topraklardan “mübarek/bereketli topraklar” olarak bahsedilmektedir:
“Onu (İbrahim’i) de Lut’u da kurtarıp herkes için mübarek/bereketli kıldığımız yere ulaştırdık.” (Enbiya 71)
“Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi göstermek üzere kulunu (Hz. Muhammed’i) Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek/bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra 1)
Söz konusu ayetlerde bahsedilen toprakların Tevrat’ta söz edilen Arz-ı Mev’ud olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak Kur’an-ı Kerim’in kesinlikle “vaad edilmiş topraklar” ifadesini kullanmaması, bu topraklardan yalnızca “kutsal/mübarek/bereketli topraklar” olarak bahsetmesi ve bu toprakların yerini ve sınırlarını belirtmemesi çok dikkat çekici ve çok manidardır. Mübarek ve bereketli kılınması ise bu topraklarda pek çok peygamberin ve sâlih insanın yaşamış olmasından, bu toprakların civardaki diğer yerlere göre çok daha verimli kılınmasından dolayıdır.
Kaynaklar
Abdurrahman Küçük, “Yahudilikteki Arz-ı Mev‘ûd Anlayışının Boyutları”; Aynı yazar, Diyanet İslam Ansiklopedisi “Arz-ı Mev‘ûd” maddesi; Semiha Karahan, “Siyonist İdeolojide Vaad Edilmiş Topraklar”; M.Alparslan Küçük, “Anadolu’daki Arzı Mev‘ûd: Urfa”; Fatih Memiç, Yahudilik’te ve İslâm’da Arz-ı Mev‘ud Anlayışı; Salime Leyla Gürkan, Anahatlarıyla Yahudilik; Israel Shahak, Yahudi Dini Yahudi Tarihi; Ertuğrul Bayramoğlu, Yahudilik ve Siyonizm Tarihi; Mustafa Özcan, “Nehirden Nehre ya da Nehir’den Denize: Ortadoğu Ya Değişecek Ya da Değişecek”.