KONUŞTUKLARIMIZ
YAZDIKLARIMIZ
PAYLAŞTIKLARIMIZ
İnsan için el, kol, ayak gibi diğer organlara göre küçük olan dilin onlar kadar, hatta daha fazla günaha sebep olması veya sevap kazandırması mümkündür.
Diğer taraftan yazışmak da konuşmak gibidir. Kısa süre sonra silinecek bile olsa.
Sözü, görüntüyü sosyal medyada paylaşmak ise “kendim yazmadım ya da çekmedim” denilerek sıyrılabileceğimiz bir mesele değil.
Dil, Allah Teâlâ’nın bize verdiği en önemli organlarımızdan biridir. Konuşma becerimiz bu organ üzerinden ifade edilir. İman ve İslâm’ı anlatmak, Kur’an-ı Kerim tilaveti, tesbihat, dua gibi çok önemli ibadetler dil ile yapıldığı gibi, Allah muhafaza küfür lafızları, gıybet, yalan ve iftira gibi günahlar da onunla yapılır.
Nitekim Abdullah b. Sufyân radıyallahu anhu, Hz. Resûlullâh sallallahu aleyhi veselleme;
– Ey Allah’ın Resûlü, hakkımda korkacağım şeyin en tehlikelisi nedir, diye sorunca Peygamberimiz mübarek dilini tutarak;
– İşte budur, buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd 61)
Tek harf bile olsa irademizle çıkarttığımız her ses, söylediğimiz her kelime hem dünyada hem âhirette sorumluluk doğurur.
Rabbimiz; “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 18) buyurarak, ağzımızdan çıkanların kaydedildiğini haber vermektedir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de;
– Konuştuklarımızdan da hesaba çekilecek miyiz, diye soran Muâz b. Cebel radıyallahu anhuya;
– Ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin söyledikleridir, (Tirmizî, Îmân 8, İbni Mâce, Fiten 12) diye cevap vererek dilin cürmünün büyüklüğüne işaret etmiştir.
Kendisi küçük günahı büyük
Demek ki insan için el, kol, ayak gibi diğer organlara göre küçük olan dilin onlar kadar, hatta daha fazla günaha sebep olması veya sevap kazandırması mümkündür.
Yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, kişinin konuştuklarının ucunun nereye varacağını bildirmek için şöyle buyurmuştur:
“Kul, Allah’ın rızasına uygun olan bir sözü büyük görmeden söyler ve Allah bunun için cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir sözü önemsemeden söyler ve Allah, o sözü yüzünden onu cehennemin dibine atar.” (Buhârî, Rikak 23; Müslim, Zühd 49)
Dil ile işlenen hataları gayet ayrıntılı bir şekilde anlatan İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh, dilin şerrinden ancak onu İslâm ile edeplendiren, dünya ve âhireti için faydalı işlerde kullanıp, zarar verecek işlerden de uzak tutan kişinin kurtulabileceğini söyler.
Dilini selamette tutmak isteyen kişinin yapacağı ilk iş, sözün gümüşse sükûtun altın olduğunu bilmek ve az konuşmaktır.
Hadis-i şeriflerde buyurulur ki:
“Allah’ı zikretmeksizin çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek kalbi katılaştırır. Hiç şüphesiz katı kalpli olanlar Allah’tan en uzak kimselerdir.”
(Tirmizî, Zühd 62)
“Sözü çoğalanın hatası da çoğalır. Hatası çoğalanın günahları da çoğalır. Günahları çoğalana da ateş yakışır.” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VII/278)
Dil ile yapılan gıybet, dedikodu, riya, sövme, boş konuşma, söz taşıma gibi çok sayıda günah vardır. Bunları yapmak dile zor gelmediği gibi nefsin hoşuna da gider.
Dindar insanlar belki biraz daha uyanık davranarak gıybet gibi günahları açıkça ve kasıtla işlemezler. Ama hakkı söylemek ve savunmak, dini tebliğ etmek, örnek vermek gibi niyetlerle konuşurlar. Bu sırada amaçlarını gerçekleştirmek için bu ameller ile dilin afetleri arasındaki ince çizgiyi farkında olmadan aşıp, helal olan taat dairesinden haram olan günah sahasına çıkarlar.
Bu tehlikeli duruma düşmemek için yapılması gereken, böyle sıkıntılı konulara ya hiç girmemek veya kısaca anlatmaktır.
Dilin başlıca günahları
Dil ile işlenebilecek en ağır günahlar yalan, gıybet, koğuculuktur. Bunların yanında mâlâyâni yani boş konuşmak, karşısındaki ile çekişmek, yapmacık konuşmak, kötü konuşmak ve sövmek ve mizahta ölçüyü kaçırmak gibi hatalar da vardır.
Her ne kadar bu konular çok defalar anlatılmış olsa da arada bir tekrar hatırlatılmalarında fayda vardır. Çünkü Rabbimiz buyurmuştur ki: “Sen yine öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zâriyât 55)
Yalan: Gerçeğe aykırı her türlü sözdür. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem yalan söylemeyi şirk ve ana babaya isyan ile bir tutmuştur. (Buhârî, Şehâdât 10, Müslim, İmân 38). Ayrıca ettiği yemine azıcık bile olsa yalan karıştıranın kalbinde kıyamete kadar kalacak siyah bir nokta oluşacağını bildirmiştir.
(Tirmîzî, Tefsîrü’l-Kurân 5)
İftira: Yalan çeşitlerinden biridir. Yalan söyleyen, iftira atan hem günahına tevbe etmeli hem de yalanı sebebiyle zarar verdiği kişinin zararını karşılamalı veya helallik almalıdır.
“Ta’riz” denilen kinayeli yani kelimeleri farklı anlamları ile kullanmak ise yalan değildir, fakat zorunluluk olmadan yapılması mekruhtur. Ta’riz ancak yalan söylememek için başvurulabilecek bir çaredir. Mesela kendisini soranlara daire kapısının dışına çıkıp kendisi için evde yok dedirtmek bir ta’rizdir.
Gıybet: Yanında olmayan birinin aleyhinde onu incitici, küçültücü söz ve davranışları yapmaktır. Kişinin maddî, bedenî, dünyevî veya manevî, ruhî, ahlâkî ve dinî; hülasa herhangi bir kusurundan bahsetmek gıybetini yapmak olur.
Birini hedef alarak onun akraba ve yakınlarının kusurlarını saymak da hem o kişinin hem de kusurları söylenenlerin gıybetini yapmaktır. Bazı âlimler tarafından büyük günahlardan (kebâir) sayılan gıybette hem Allah hakkı hem de kul hakkı çiğnenir.
Bir defa gıybet etmeyi Allah Teâlâ haram kılmıştır ki bu sebeple gıybet eden bu günahına pişmanlıkla tevbe etmelidir.
İkinci olarak da gıybetini yaptığı müminin kişilik hakkına saldırmıştır. Bu da onun hakkına girmektir. Gıybet eden öncelikle gıybetini ettiği kişiden samimiyetle helallik istemelidir.
Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem gıybet edenin, gıybetini yaptığı kişi onu affetmeden tevbesinin kabul edilmeyeceğini haber vermiştir. (Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân, 6741) Eğer böyle yapması daha büyük sorunlara yol açacaksa, kendisinin ve gıybetini ettiği kişinin günahları için Yüce Allah’tan af istemelidir.
Hz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisinde; “Müslümanların kusurlarını açığa çıkaran kişinin kusurlarını da Allah’ın ortaya çıkararak o kişiyi evinde bile olsa rezil eder.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Edeb 40)
Gıybet insanın önüne bazen o kadar süslü gelir ki insan birinin ayıplarını anlatırken dinen doğru yaptığına inanır. Hatta ismini vererek “filan gibi şöyle yapmaktan Allah bizi korusun” derken bile gıybete dalması mümkündür.
Gıybet edeni dinlemek de gıybete destek olmak ve katılmaktır. Bu davranışın tersini yapmak ise makbul bir harekettir. Hadis-i şeriflerde, yanında veya gıyabında olan bir Müslümanın küçük düşürülmesine engel olanı Allah Teâlâ’nın kıyamet günü koruyacağı, gücü yettiği halde engel olmayanı da rezil edeceği bildirilmiştir. (Hadisler için bakınız: Dilaver Selvi, Dil Belası (2022), s. 188, 189)
Koğuculuk (nemîme): Söz taşımaktır. Birinin söylediği bir sözün doğru bile olsa bir başkasına anlatılması, herhangi bir dargınlığa sebep olacaksa koğuculuktur. Dargınlık veya huzursuzluğun sözü başkasına taşınanda, sözün taşındığı kişide veya bunların dışında birinde görülmesi durumu değiştirmez; yapılan iş koğuculuktur.
Hadislerde laf taşıyarak dostların arasını bozanlar insanların en kötüleri olarak nitelendirilmiş ve koğuculuk yapanın cennete giremeyeceği; kabir azabının üç önemli sebebinin gıybet, koğuculuk ve üzerine idrar bulaşmasından sakınmamak olduğu ifade edilmiştir. (Buhârî, Edeb 49, 50)
Koğuculuk dil ile yapılan gıybete benzediğinden yazmak, hareketle ima etmek gibi yollarla da gerçekleşebilir. Birinin sözünü onun haberi olmadan taşımak gibi, onun isteği ile başkasına aktarmak da fitneye sebep olacaksa koğuculuk olur. Mesela kişi “bu söylediklerimi filana da söyle” dese ve bu bir soruna yol açacaksa “ben laf taşımam” diyerek fitne ve düşmanlık ateşini alevlendirmekten kaçınmalıyız.
Dilin başka günahları
Dilin diğer bazı afetleri de mâlâyâni yani boş konuşmak, karşısındaki ile çekişmek, yapmacık konuşmak, kötü konuşmak ve sövmek, mizahta ölçüyü kaçırmak gibi davranışlardır.
İmam Kuşeyrî, tasavvuf klasiklerinden olan eseri Kûtu’l-Kulûb’da der ki:
“Dilde sözü süsleme, halka edebiyat taslama, doğruları çarpıtarak anlatma, dünya ehline yağcılık yapma, insanlarla çekişmeye girme gibi bazı hastalıklar vardır. Eğer bir kulda bütün bunlar birleşirse bu kulun kalbi daima dağınık olur.”
Demek oluyor ki insanları etkilemek için yapılan bu işler kulluk vazifemize zarar vermektedir.
İnsan kendisini gerçekten ilgilendiren, dünya ve âhiretine yararlı şeyle konuşmalıdır ki buna “mâyâni” denilir. Zıddı olan mâlâyâni ise, kişinin dünya ve âhiretini ilgilendirmeyen, kendisine o an yararlı olmayan veya daha yararlı olanlarla ilgilenmesinin önüne geçen şeylerdir. Bir hadis-i şerifte, kişinin mâlâyâniyi yani kendisini ilgilendirmeyenleri bırakması, Müslümanlığının güzelliğinden sayılmıştır. (Müsned, I, 201; İbn Mâce, Fiten 12)
Meşgul olunan şey faydalı bile olsa daha faydalı olan ile ilgilenmenin önüne geçiyorsa bu da mâlâyâni olur. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, faydasız ilimden Allah’a sığınmıştır.
(Tirmizî, Daavât 68)
Demek ki dinî bir konu bile olsa kişinin ihtiyacı olmayan bilginin peşine düşmesi de vaktini boşa geçirmesine sebep olabilir. Nitekim Selmân-ı Fârisî radıyallahu anhu; “İlim çok, ömür kısadır. Sen ilimden sana lazım olanı al” tavsiyesinde bulunmuştur.
Tartışma hastalığı
Tartışmanın âlimler arasında, usulüne uygun şekilde ve hakikatin ortaya çıkması için yapılanına “münazara” denilir. Münazaranın da bir adâbı vardır ve bu adâba göre yapılanı yararlıdır. Her devirde münazaranın hakkını verecek âlim bulunması zor iken avamın yaptığı münakaşalardan ne hayır beklenebilir?
Oysa Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, kin ve hasedin insanın dinini bıçak gibi kazıdığını ve imanın tadını haklı da olsa münakaşayı terk edenin alabileceğini ifade etmiş, küfürleşen ve birbirlerine hakaret edenleri de havlayan şeytanlara benzetmiştir.
(Dilaver Selvi, Dil Belası, s. 55, 61, 82)
İster özel konuşmalarda isterse genel sohbetlerde tanımadığımız kişileri bahis mevzu ederken dikkatli olmalıyız.
Mümin olarak bu konudaki ölçümüz şu hadis-i şeriflerdir:
“Bir gruba akıllarının almayacağı şeyler söylersen, şüphesiz bu onların bir kısmı için bir fitne olur.”
(Müslim, Mukaddime 3)
“İnsanlara anlayışlarına göre söz söyleyiniz.”
(bkz. Buhârî, İlim 49)
Tasavvufî ölçü olarak ise Şeyh Fethullah Verkânîsî kuddise sırruhûnun, “Âdâb” risalesinde geçen şu ifadeleri esas alınabilir:
“Mürid, uygunsuz kişilerin yanında mürşidinden söz etmemeli ve onun sohbetlerini anlatmamalıdır. Onlara ancak akılları ve anlayışları derecesinden açıklama yapabilir.”
Bu konuya her ne kadar günlük konuşmalarımızda dikkat etsek de sanal ortamlarda maalesef titiz olduğumuz söylenemez.
Parmakların dili
İslâm âlimlerinin hukukî konularda çalışanların işini kolaylaştırmak için tespit ettiği bazı usul kaideleri vardır. “Küllî kaideler” denilen bu esasların aynı zamanda her Müslümanın dinî hayatına düzen getirebilecek yönleri bulunur.
Bunlardan biri de “mükâtebe, muhâtaba gibidir” kaidesidir. “Yazmak, konuşmak gibidir” demektir. Bu ilkeye göre bir hususta yazmak, o hususta konuşmak ile aynı hükümdedir.
“Kalem iki dilden biridir” sözü de bu gerçeğe işaret eder. Kitaplarda bu kaideyi anlatmak için alışveriş gibi hukukî muameleler örnek verilse de, biraz düşünüldüğünde uygulama alanının çok daha geniş olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde kalem ve kâğıdın yerini artık elektronik iletişim cihazları almıştır. Herkesin internet bağlantılı bir cihazı vardır ve bununla ya kendisi bir şeyler yazar veya başkalarının yazdıklarını beğenir ve paylaşır. Bunları yapmakla kendisine sanal olarak irtibatı olan herkesle adeta konuşmuş olur.
Basılı yayınlarda da durum böyledir. Mesela siz bu dergideki yazıları okurken aslında yazarlar sizinle sohbet etmektedir. İnsan yazarken sanki parmağının ucundaki dili ile konuşur. Vaaz, nasihat gibi hayırlar yanında gıybet, iftira, hakaret gibi günahlar da artık bu yollarla işlenmektedir.
Durum böyle olunca “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 18) ayetinde bahsedilen meleğin, yazdıklarımıza da vâkıf olduğunu kabul etmek gerekir. Böylece konuştuklarımızdan sorumlu olduğumuz gibi yazdıklarımızdan da sorumlu olduğumuz ortaya çıkar.
Sanal âlemde yaptığımız iş, bizzat kendimizin oluşturduğu veya başkalarına ait yazı, resim, video gibi şeyi paylaşmaktır. Bu çeşit paylaşım da yazmanın bir çeşidi olduğuna göre konuşmak gibi sorumluluk doğurur. İş dönüp dolaşır yine en baştan beri anlattığımız konuşmanın hükümlerine gelir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şu hadisinde konuşmanın hükmü ile ilgili bir çerçeve çizmektedir:
“İyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve Allah’ı anmak dışında bütün konuşmalar Âdemoğlu’nun aleyhinedir.” (Tirmizî, Zühd 62)
Demek ki insanın konuşması da yazması da iyiliğe teşvik, kötülükten sakındırma veya Cenâb-ı Allah’ı hatırlatıcı özellikte olmalıdır. Aksi halde kişinin diliyle veya eliyle yaptıkları, amel defterinde zarar olarak kayda geçer.
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen,
yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”
(Kâf 18)
Güvenmiyor ama inanıyoruz
Sosyal medyada karşımıza ilk çıkan problem, önümüzdeki bilginin güvenilirliği yani doğru mu yanlış mı eksik mi olduğu meselesidir.
Acaba gördüğümüzde hoşumuza giden bir bilgiye karşı tavrımız ne olmalıdır? İnanmalı mıyız yoksa kabul etmemeli miyiz? Doğruluğundan emin olmadığımız bir bilgiyi iyi niyetle paylaşmamızın durumu nedir?
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki hayırlı amel için yapacağımız işlerde niyetimizin hâlis olması ilk şarttır ama tek başına yeterli değildir. Konu ile ilgili dinen doğru bilgi sahibi olmamız da gerekir. Nitekim insan ibadet yaparken bile bilgisizlik veya yanlış bilgi sebebiyle bu ibadetini ifsat edebilir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter.” buyurmuştur. (Müslim, Mukaddime 5)
Şu halde her gördüğünü paylaşmak da bu hadisin kapsamına girer. Yalancı durumuna düşmemek için karşımıza çıkan bilginin sıhhatine bakılmalıdır. Bunun için de öncelikle karşılaştığımız ayet meali veya hadis tercümelerine, itikadî ve fıkhî hüküm içeren önemli metinlere ihtiyatla yaklaşmamız icap eder. Olur ki ayetin veya hadisin tercümesi hatalıdır, bilgiler ya eksiktir ya da ilk bakışta anlaşılandan farklı bir anlam taşıyabilir. Böyle bir bilgiyi olduğu gibi nakledersek biz de yanlışın yayılmasına aracılık etmiş oluruz.
Dinimizi öğrenmemiz için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin onca hadis-i şerifini rivayet etmeyi görev bilmiş sahabe-i kiram, en ufak bir hata yapma endişesi ile çok titiz davranmışlardır.
Mesela Hz. Ali radıyallahu anhu “bir hadis rivayet ederken yalan söylemektense gökten düşmeyi tercih ettiğini” söylemiştir. (Buhârî, Menâkıb 25)
İtikadımız ve amellerimiz rehber aldığımız kişi ve eserlere göre şekillendiğinden, dinî bilgileri hangi kaynaktan aldığımız çok önemlidir. Günümüzde cehalet sebebiyle yanlış bilgi aktaranları veya kasıtlı olarak dinî bilgileri çarpıtıp işlerine geldiği gibi yorumlayanların olduğunu görmekteyiz. Sosyal medyada karşılaşılan bu tür zararlı bir bilgi, önce buna inananı sonra da paylaştığı kişileri etkileyecektir.
Ne yapmalı?
• Bu zararlardan korunmanın ilk yolu bilginin kaynağına bakmaktır. Paylaşımı yapan kişi fâsık ise zaten getirdiği bilginin doğruluğunun araştırılması ayet-i kerime gereğidir. (Hucurât 6)
• Eğer bilgi tanınmayan kişilerden geliyorsa bunlar hakkında iki farklı değerlendirilme yapılabilir. İlki bu kişilerin güvenilirlik durumu bilinmediğinden haberi kabul edilmez.
İkincisi ise getirdiği haberin doğru veya yanlış olma ihtimaline karşılık ne ret ne de kabul etmeyip, gerekli görülürse araştırma sonucuna göre hareket edilmesidir. Bu görüş daha ihtiyatlıdır.
Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ehl-i kitabın sözlerini, hak ve bâtıl birbirine karıştığından tasdikini de inkârını da yasaklamıştır. (Buhârî, İtisâm 25). Çünkü böyle yapılmazsa hakkı inkâr, bâtılı da tasdik tehlikesi vardır.
Netice olarak eğer bilmediğimiz birinin aktardığı konu bizim için önemli ise araştırmamız, aksi halde peşini bırakmamız menfaatimize olacaktır. Güvendiğimiz kişi ve kurumlara ait hesapları takip etmek de doğru bilgiye ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.
• Söylenenin, söyleyenden daha önemli olduğu hikmetli sözlerin ve dinî esaslara aykırılık içermeyen ibretlik kıssalar ise ince eleyip sık dokumadan aktarılabilir. Yine de bir yanlışın yaygınlaşmasına sebep olmamak için bunların da güvenilir kaynaklardan alınmış olanlarını tercih etmek daha isabetli olacaktır.
• Bir kişi veya grubun ister aleyhinde ister lehinde yazılanlara yorum yazarak veya beğenerek de olsa katılmak, yapılana ortak olmaktır. Bu tür içerikler özellikle aleyhte ve olumsuz ise dikkat edilmelidir.
• Bunlar da ister yanlış isterse doğru olsun yine gıybet, iftira ve fitne tehlikesine yol açmaktadır. Bu ihtimaller olmasa bile bu paylaşımların bizi ne kadar ilgilendirdiği ve bunlara itibar etmenin bize yararının ne olacağı yani mâlâyâni olup olmadığı da düşünülmelidir.
Sanal tartışmalar
Sosyal medyadaki topluluklar, gruplar veya takipçiler gibi farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Gruplar daha özel olduğundan belli bir seviye tutturmak mümkün olabilmektedir. Ama yorum meclisleri diyebileceğimiz, herkese açık gönderilerin altında oluşan ortamlarda ise her görüşten kişi bulunabilir. Herkese açık sanal ortamlarda dinî konulara saygısız kişiler de bulunabileceğinden buralarda dinî konuların tartışılması fitneye açık davettir.
Ayrıca bu tipler fitne çıkarmak amacı ile hassas dinî konuları bizzat kendileri gündeme getirebilirler. Bu tartışmalara katılarak cevap vermekle böyle fitnecilere prim verilmemelidir. Bu kişilerin amaçları sorduklarına cevap bulmak değil, söz dalaşı yapmaktır. Bu tür sorulara bizzat cevap vermek yerine cevapları için güvenilir eserler veya internet adresleri önerilebilir.
Sosyal medyada bazen de insanın karşısına cahilce yorumlar yapan ve verilecek cevabı anlamayacağı üslubundan belli olan anlayışsız kişiler çıkar. “Ahmağa verilecek en güzel cevap susmaktır.” sözü bu tür durumlarda ölçü olur.
Sanal ortamda gördüğümüz münakaşalar çoğunlukla konu hakkında bilgisi olmayanların yarım yamalak bildikleriyle atışmasından ibarettir. Bu tür tartışmalar için ne ortada düzgün bir usul vardır ne de taraflar bu işe ehildir.
Bir gönderinin altına yapılan yorumlarla başlayan bu tartışmalarda taraflar birbirlerine üstünlük taslarlar, cevaplar öfkeyle yazılır, konu amacından sapar ve hikmeti de yitirilir. Sonuçta elde kalan genellikle kin ve düşmanlıktır.
Akıllı insan yarın silinip gidecek, fakat düşmanlığı ve günahı kalacak olan yazılarla tartışmadan önce bu ikazları hatırına getirmelidir.
Kimi zaman da karşı cinsler arasında bile dinî konularda fütursuzca tartışmalar yapılmaktadır. Herhalde bu kişiler ortamın sanal olmasından, birbirlerini duymadıklarından ve görmediklerinden cesaret almaktadırlar. Hâlbuki edep insanın her davranışında bulunmalıdır. İnsanlar yazdıkları ile de aziz ve rezil olabilirler.
Günümüz âlimlerinden karşı cinsle dinî konularda sanal sohbeti caiz görmeyenler, gerekçe olarak kişinin hemcinslerinin sohbet ve tebliğe ihtiyaçları varken karşı cinsle ilgilenmesinin doğru olmadığını söylerler. Ayrıca karşı cins ile özel sohbetlerin farklı mecralara gitme ihtimali de vardır.
İster özel ister genel mecralarda yazdıklarımızı okuyanlar arasında çok farklı idrak ve ilim seviyesine sahip kişiler olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Günlük hayatımızda nasıl ev, işyeri, vakıf gibi farklı ortamlarda farklı kişilerle muhatap olup onlara göre konuşuyorsak, sanal ortamda da bu esası göz ardı etmemeliyiz. Sosyal mecraları kullanan kitleleri düşünerek paylaşım yapmalı veya yapmamalıyız.
Özellikle velîlerin manevî makamlarını, dervişlerinin arasındaki özel durumlarını, rüya, keşif keramet gibi hallerini, herkesin görebileceği ortamlara taşımak yanlıştır. Bu davranışlar kârdan çok zarar getirmekte, hem o zâtlara hem de yollarına kötü söze sebep olmaktadır. Aksi halde doğacak olumsuz durumlardan öncelikle biz sorumlu oluruz.
Özel yazışma emaneti
Yukarıdaki sakıncalara ek olarak özel yazışmalarda gizliliğe riayet etmemek de küçük görülen ama vebali büyük bir hatadır.
Kişilerin arasındaki özel sohbetlerin veya özel gruplardaki yazışmaların ekran görüntüsünü alıp veya kopyalayıp bunları başkalarına göndermek, yapılması kolay ama vebali büyük bir davranıştır. En basit şekliyle bile bu koğuculuk yani laf taşımadır.
Bu işi yapan kişi, dili ile yapmayı beceremeyeceği koğuculuğu parmakları ile kolayca yapmaktadır. Söz ve yazı taşıma koğuculuğunda emanete ihanet ile birlikte bazen de gıybet bulunur. Kişi karşısındakine güvenmiş, doğru veya yanlış bir şeyler yazmış olabilir. Yazılan yanlış bile olsa bu tür yazışmaları başkalarına yayanlar yanlışı yapandan daha büyük yanlış yaparlar. Bazı olayların, sözlerin ve yazıların “şüyû’u vukuundan beterdir.” Yani bazen kötülüğe dair konuşmaların insanlar arasında yayılması, yapılmasından daha kötü ve zararlıdır.
Dilimizin hareket etmemesi ve parmakla yapılan bu işin kolaylığı, bizi özel yazışmaları başkalarına taşımanın vebalini hafife almaya sevk etmemelidir. Özel gruplardaki yazışmalar da o meclisin emaneti sayılır.
Bize başkalarının özel yazışmalarını gönderenlere takınacağımız tavır da koğuculuk yapanlara karşı gösterilecek tavır ile aynıdır. Bu kişiye yaptığının yanlış olduğu söylenir. İkaz edilmesine rağmen devam ederse yaptığı işe onay vermemek için irtibat yani mesajlaşma kesilir.
Nefsânî ve mâlâyâni paylaşımlar
Sosyal medyanın kabarttığı bir hastalığımız da beğenilme arzusudur. Bu arzu kişiyi kendi hallerini insanlara yaymaya iter. Böylelikle kişi özelini genele yayar, hem kendisini hem de hitap ettiği kişileri çoğu zaman boş işlerle meşgul eder; beğenilmek isterken kendisini küçük düşürür. Mesela daha yapılan tahlilin sonucu belli olmadan acil servis sedyesinden fotoğraflarını yayar.
Aslında insanın “tahdîs-i nimet”te bulunması yani Rabbi’nin kendisine bahşettiği nimetlerden anlatması da kuldan istenen bir çeşit şükürdür. (Duhâ 11)
Böyle yaparken önce Allah’a hamd edilir sonra kısaca bahşettiği nimetinden mütevazı bir şekilde bahsedilir. Kişinin, kendisi için önemli olan durumlarda bu edebe uyarak yaptığı paylaşımları da asla abartıya kaçılmamalıdır.
Sosyal medyanın zararından korunmak için benimseyeceğimiz ilk ilke paylaşım yapmaya ve cevaplandırmaya mecbur olmadığımızdır. İlgimiz olsun veya olmasın, her yazılana cevap vermek zorunda değiliz. Aynı şekilde gönderilerimize de cevap beklememeliyiz.
Arkadaşımıza gönderdiğimiz ve karşılık vermiyor diye küstüğümüz Cuma mesajları da buna dâhildir. Gönderilmesi alışkanlık haline gelmiş bu tür kutlama mesajlarının alması farz olan selamlaşmayı içermemesi her iki taraf için de daha iyi olacaktır. İnsanları beğenip takdir etmekle yükümlü değiliz. Yine insanlar da bizi beğenip takdir etmekle yükümlü değil.
İnternet, dünyayı avucumuza getiren bir nimet gibi görünse de maalesef bize faydası olmayan, aksine kalbimizi ve zihnimizi zehirleyen birçok konuyu zihin dünyamıza sel gibi akıtmaktadır. Birkaç faydalı veya ihtiyacımız olan içerik için kısa süreliğine bağlandığımız bu ağdan faydasız bilgi sağanağında ve umduğumuzdan çok daha uzun sürede çıkabilmekteyiz.
İnternet kullanımından vazgeçmek mümkün olmadığına göre ihtiyacımız olduğu kadar kullanmaya çalışmalıyız. Çalışmalıyız diyoruz, çünkü nefse cazip gelen akıcı içeriklerden insanın kendini alıkoyması gerçekten zordur.
Sosyal medyanın yararlı tarafları da elbette vardır. Fakat genel olarak değerlendirdiğimizde mâlâyâni tarafı ağır basmaktadır. Çünkü bu mecrada faydalıyı elde etmeye çalışırken faydasız şeyler bizi daha çok meşgul etmekte hatta esir almaktadır.
Malumdur ki nefsimizi hak ile meşgul edersek o da bizi bâtıl ile meşgul edemez. Mümin olarak en azından Rabbimiz’in bize en önemli gönderisi olan Kur’an-ı Kerim’i -her gün birkaç sayfa da olsa- okumayı alışkanlık haline getirmeliyiz.
Bunun yanında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hadislerini, sâlih insanların sözlerini anlatan güvenilir eserlerin birkaç sayfasına göz gezdirmek de internette düzinelerce sayfa arasında dolaşmaktan çok daha yararlı olacaktır.
Cenâb-ı Hak bizi hak ile meşgul ettiklerinden eylesin. Âmin...