Kişiye Özel Ameller
Şâzeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Dokuzuncu hikmetin şerhine devam ediyoruz.
9. Hikmet: Amellerin başka başka olması, kalbin hâllerinin ve manevi vâridatın değişik olması sebebiyledir.
[Bu hikmetin şerhine başlarken hâlleri, kalbin hâlleri ve ictimâî hâller şeklinde iki kısma ayıran Bûtî, ictimâi hâlleri izaha başlamış ve bekârından evlisine, işçisinden patronuna kulun içerisinde bulunduğu hâlin gereğince amel etmesinin lüzumuna dikkat çekmişti. Misallerle devam ediyoruz…]
Vazifeli olduğu idarî görevi ifa için masasının başına geçen bir kimse, namaz gibi gün içerisinde sorumlu olduğu farzları edadan sonra kendisini Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran ibadetin, vazifeli olduğu işi en iyi şekilde yapmaktan ibaret olduğunu bilmelidir. Ve yine bilmelidir ki, niyeti düzgün tutup sadece ama sadece Allah Teâlâ’nın rızasını murad ettiyse ve vazifeli olduğu iş meşru ve ümmete faydalı bir işse, Allah Teâlâ’nın kendisi için hazırladığı mükâfat, nafile namaz, zikir, Kur’an kıraati ve benzeri ibadetlerle Rabbi’ne yönelen kulların nail olduğu yakınlıktan ve mükâfattan az değildir.
Bir diğer misal: Hangi makamda olursa olsun, siyasî sorumluluk sahibi bir kimse Allah Teâlâ’nın bütün kullarına farz kıldığı ibadetlerde gevşeklik göstermez, ümmetin hakkını muhafaza eder, değerlerine sahip çıkar, emniyet, huzur ve refahını temin yoluyla ümmete hizmet ederse, bu hizmetleri onu Hakk’ın rızasını temine ve O’nunla yakınlığa eriştirir.
Müslümanların idarecisinin veya alt kademedeki memurlardan herhangi birinin vazife esnasındaki dikkat ve uyanıklığı, Hak mizanında Allah’a yakınlaşmaya vesile olması yönüyle, teheccüde kalkan, kıyama duran, zikir ve istiğfar gibi nafile ibadetlerle meşgul olan âbidlerin dikkat ve uyanıklığından daha az kıymetli değildir. Yeter ki bu mesuliyeti taşıyanların gayret ve çalışmalarındaki tek gayesi Allah Teâlâ’nın rızası olsun. Yeter ki günlük iş ve koşturmacaları İslâm’ın temel esaslarını, farz ibadetlerini ifaya mâni olmasın.
Allah Teâlâ kullarını her türden ibadeti ve yakınlığa vesile amelleri işleyebilecek şekilde farklı farklı kabiliyetlerle donatmıştır. Kula düşen, kabiliyetine göre gücünün ve kudretinin yettiği münasip bir amele yapışmak, o minvalde hareket etmektir.
Mesela bu kabiliyet farklılığının tezahürlerinden birini, Allah Teâlâ’nın kendisini şer‘î ilimleri okuma ve anlama hususunda yetkin kıldığı kimsede görmek mümkündür. Diyelim ki bu kişi hayatını tahsile adamış, sonra ders vermeye başlamış ve imkân dahilinde tahsil ettiği ilmi yayma derdine düşmüş... İşte bu, Allah Teâlâ’nın ona bahşettiği bir kabiliyet olup, bahse konu iş de Hak tarafından ona tevdi edilmiş bir vazife hüviyetindedir.
Bir başka misal: Bir kimse düşünün ki, Allah ona kavga edenlerin arasını bulma, küsleri barıştırma kabiliyeti vermiş. İlmî derinliğe sahip olmamasına rağmen kalbini genişletip onu sabırla donatmış. Dolayısıyla bu, Allah Teâlâ’nın ona ihsan ettiği bir kabiliyet olup, o kimsenin Allah’a yakınlaşması da bu türden amelleri vesilesiyle mümkün hale gelecektir.
Bir başka misal: Görünürde hiçbir işe katkısı olmayan ve fakat imkân dahilinde etrafındakilerin hizmetine koşan, ihtiyaçlarını karşılayan ve başları sıkıştığında onlara yardım için çare arayan bir kimseyi düşünün. İşte onun bu kabiliyeti de Allah Teâlâ tarafından ona verilen özel bir vazifedir ve O’nun Rabbi ile yakınlaşması da bu ameller vesilesiyle olacaktır.
Böylece İbn Atâullah hazretlerinin “Amellerin başka başka olması, kalbin hâllerinin ve manevi vâridatın değişik olması sebebiyledir” sözüyle kastedilen mana da açıklığa kavuşmuş oldu.
Farklı yönleriyle enine boyuna değerlendirdiğim bu hikmetin bir müminin ahlâkına tesirleri şu aşağıdakiler olsa gerektir:
Müslüman oldukları ve kaldıkları müddetçe Allah Teâlâ’nın bütün kullarına edeple muamele etmen, edebe riayet etmen lazım gelir. Allah Teâlâ’ya yakınlaştıran amellerin çeşitliliği ile bunların bilinen ve alışılagelen ibadetlerle sınırlı olmayışını kavradıktan sonra, namaz esnasında veya diğer zikir ve nafile amellerinde eksiklik gördüğün kimseler hakkında da asla suizanna imkân bulmaman gerekir. Benzer şekilde, kendilerinden zâhiren şeriata aykırı gibi görünen veya verâya sığmayan kimi taşkın hâller zuhur eden zâhid ve âbidler hakkında da asla suizanna düşmemen gerekir. Çünkü bu hâller onları çepeçevre kuşatan manevi feyz sebebiyledir ki, bu esnada irade ve tercih kabiliyetlerini kaybetmişlerdir. Halbuki nicelerini gördük, görüyoruz; İbn Atâullah hazretlerinin hikmetinde bahsettiği meselenin farkında olmadan, bu meseleyi tefekkür etmeden böyle sâlih zâtlara dil uzatıyorlar, haklarında kötü konuşuyorlar.
Günlük yaşamlarını bilindiği şekliyle kâmil manada ibadet ve taatle zâhidâne geçirmeye imkân bulamayan, meşguliyetleri sebebiyle böyle bir hayattan uzak düşen kimseleri dillerine dolayan, hor ve hakir görüp eğlenen nicelerini de gördük, görüyoruz. Bu düşük tavrı gösterenler bilmiyorlar ki, Allah Teâlâ’yı razı eden yakınlık sadece zâhirî bazı amelleri ifa ile sınırlı değildir. Bilmiyorlar ki o dillerine doladıkları kimseler, Allah’ın kendileri için takdir ettiği vazifeleri hâlis niyetle meşru dairede ifa etseler, Allah nezdinde bu onlar için bahse konu zâhir amellerden daha faydalıdır.
Âgâh olunuz; bütün Müslümanlar için asgari müşterek hüviyetinde olan ve İslâm’ın beş şartını teşkil eden farzlar hususunda böyle kimselerin noksanını gördüğümüz vakit bize düşen, bu amelleri onlara hatırlatmak, farzları hakkıyla ifaya çağırmak olmalıdır. Böyleleri hakkında suizan etmek de asla caiz değildir. Çünkü Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği vazifelere samimiyetle, hâlis niyetle bağlılıkları, büyük ihtimalle onları bu eksikliği gidermeye sevk edecektir.
Biliniz ki iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma vazifesi ile suizan tehlikesi arasında büyük bir fark mevcuttur. Birincisi hiçbir surette ikincisini gerektirmez, birincisinden ikincisine yol bulunmaz. Yani vazifemiz, amellerinde gevşeklik gösterenlere farzları ve dinin rükünlerini hatırlatmak, aynı zamanda onlar hakkında hüsnüzan sahibi olmaktır. İlerleyen zamanda Allah’ın onları bu eksiklerini tamamlamaya sevk edeceğine dair ümit beslemeliyiz. Allah Teâlâ’nın razı olduğu surette meşru dairede üstlendikleri sorumluluklarını hâlis niyetle ifaları sebebiyle fazl u keremiyle Allah’ın onlara tevbe kapısını açacağını düşünmeli, onlar hakkında bu minvaldeki fikirleri besleyip büyütmeliyiz.
[Dokuzuncu hikmetin sonu.]