Aramak

Sanat Ne Sanatçı Kim?

Sanat Ne Sanatçı Kim?

Modern zamanların toplumları etkileyen kanaat önderleri arasında sanatçı taifesi de var. İcra ettikleri sanat haricinde hemen her konuda değerlendirmelerde bulunuyor, söyledikleriyle gündem oluşturuyorlar. Sanatçı diye nitelenen kimselerin sıradan insanlar olmadığına, beyan ve tavırlarının ciddiye alınması gerektiğine peşin bir kabulle inanılıyor çünkü.

Sanatçı taifesinin fikirlerine itibar edilmesi de itiraz edilmesi de sözlerinin önemsendiğini gösteriyor. Hatta en son İsrail’in Gazze’deki katliamına ilişkin tepkileri yanında tepkisizlikleriyle de tartışılmaları, sanatçılardan her halükârda bir görüş beklendiğini ortaya koyuyor. Yani hangi konuda olursa olsun onlara toplumu yönlendirme görevi yüklenmiş yahut onlar kendilerinde böyle bir yetki vehmetmişlerdir. 

Muhtemelen sevilen, hayranlık duyulan, şöhretli insanlar oldukları için kitleleri daha kolay yönlendirebilecekleri düşüncesiyle, sanatçılara böyle bir misyon biçilmiştir. Bu yaklaşım belki onların diğer insanlardan daha duyarlı, daha insancıl olduklarına dair yaygın anlayışın sonucudur. Yahut sanatın entelektüel bir uğraş olduğu kabulünden hareketle sanatçıyım diyen herkesin doğruyu bulduran bir bilgi ve kültür birikimine, üstün bir idrak kabiliyetine sahip oldukları varsayılmaktadır.

Bu tür yakıştırmaları bazı örnekler üzerinden temellendirmek mümkün. Fakat gerçek ve saygın sanat erbabına özgü bütün üstün nitelikleri taşıyor olsa bile bir sanatçıya her konuda ahkâm kesme yetkisi tanımanın makul bir tarafı yok. Kaldı ki asıl mesele bu da değil. Sözlerini beğenirken de eleştirip reddederken de söyleyenin “sanatçı” olduğunu sorgusuz sualsiz kabul ediyor, ciddiye alıyor, gündemimize taşıyıp tartışıyoruz. 

Öyleyse sanatçı beyanları karşısında nefesimizi ve zamanımızı tüketmeye koyulmadan evvel Ömer Hayyam’ın meşhur sözünü özelleştirip şöyle soralım: “Bir yapılan sanata bakalım sanat mı diye, bir de sanatçıya bakalım sanatçı mı diye?” Ama bundan da önce, doğru cevapları bulabilmek için sanat ve sanatçı tasavvurumuzu netleştirelim.

Sanat din dışı bir alan mıdır?

Sanat, “yapmak, imal etmek” anlamında Arapça kökenli bir kelime. Sonraları imalatın bir iş olması hasebiyle “meslek”; mesleklerin bir beceri yahut ustalık gerektirmesi hasebiyle de “maharet” anlamını kazanmış. Nitekim “sanatkâr” nitelemesiyle el becerisi gerektiren bir meslekle uğraşan kimselerden ziyade o mesleği, işi benzerlerinden daha güzel, daha ustalıklı yapan kimseler kastediliyor. 

Gerçi bugün sanat denildiğinde sadece “güzel sanatlar” anlaşılıyor. Maddi ihtiyaçları karşılamak üzere yapılan el ustalığına bağlı imal işleri ise “zanaat” diye adlandırılmakta. Aslı “sanaat” olan ve sanatla aynı anlamı taşıyan bu kelime, eski devirlerde bu tür mesleklerle daha çok iştigal eden azınlık mensuplarının telaffuzunda zanaata dönüşmüş. 

Dolayısıyla meşru bir ihtiyaca cevap vermek üzere el emeğiyle benzerlerine nazaran daha güzel, daha sağlam, daha özgün tarzdaki bir üretim de sanat kapsamındadır. Bizim için bazı güzel sanat dallarından çok daha güzel, çok daha saygıdeğerdir üstelik.     

“Güzel sanatlar” sınıflandırması da bu sınıflandırmaya dâhil edilen sanat dallarının bir kısmı da bize ait değildir. Biz eskiden sanatkârlarımızı edîb, mûsikîşinas, hattat, müzehhib ve benzeri adlandırmalarla sanatlarına nispetle anardık. Batı’nın güzel sanatlarını “sanayî-i nefîse” diye tercüme etmemiz Tanzimat’tan sonradır ve geleneksel sanatlarımızdan pek çoğu bu kategorinin dışında tutulmuştur. Daha da önemlisi biz o gün bugündür sanat ve sanatçı kavramlarını Batılı bir bakış açısıyla seküler bir zeminde tartışıyoruz. 

Halbuki temel kaynaklarımızda detayları verilmiyor, fıkıhta müstakil bir başlık altında hükme bağlanmıyor diye sanat gibi konuları İslâm’ın dışına çıkararak ele almamız gerekmiyor. Böyle konuları, hayatın her alanına müdahil olan İslâm’ın sınırları, şer’i şerifin temel esasları dâhilinde meşru bir zemine oturtmanın arayışıyla da yükümlüdür Müslüman. Öbür türlüsü günaha düşmek yanında bir belirsizliğe, içinden çıkılamayan bir karmaşaya mahkûm olmaktır.

Bu karmaşaya düşmeden sanat nedir, sanatçı kimdir, Müslümanlar olarak kendi ölçülerimizle belirlemeye çalışalım. 

Şükür ifadesi bir hasene

Bir sanat eseri, Allah vergisi bir kabiliyetin ve o kabiliyeti maharetle kullanmaya imkân veren bir talim terbiye sürecinin semeresidir. Ait olduğu kültüre ve geleneğe bağlı kalmak şartıyla, sanatçısına mahsus kabiliyet, ustalık, üslup ve yorum sebebiyle özgündür, biriciktir.  Zevk-i selîm sahiplerince güzelliği ve değeri hususunda ittifak vardır. Geçen zamanla bu güzellik ve değerinden bir şey kaybetmez. 

Aslında maharet, özgünlük ve güzelliğin, bir sanat eserinde bulunması gereken temel nitelikler olduğu konusunda hemen herkes hemfikirdir. Ayrılık, kabiliyetin hangi istikamette kullanılacağı, özgünlüğün nasıl kazanıldığı veya güzelliğin ne olduğuyla ilgilidir. 

Müslümana göre kabiliyet de bu kabiliyetin ustalıkla uygulanmasını sağlayan imkânlar da Allah vergisi birer nimettir. Nimet, nimeti verene şükür gerektirir ve her nimetin şükrü kendi cinsincedir. 

Öyleyse sanatkâr, kendisine bahşedilen o müstesna kabiliyet ve hüneri bir şükür ifadesi olarak Allah Teâlâ’nın rızası istikametinde kullanmalıdır. Sanat eserini güzel yapacak olan da bu yaklaşımdır. Çünkü güzel; nefse hoş gelen, kişiden kişiye değişen görece bir kavram değildir. Akl-ı selîmin, zevk-i selîmin ve dinin güzel bulduğudur. Ruhun fark edilmesine, gönlün ferahlamasına, manevî bir hazza, aşkın bir âleme kanat açılmasına vesiledir. 

Hülasa, bir sanat eseri “hasene” kapsamına girebiliyorsa güzeldir ve sanat eseridir. Güzellikler güzel insanlardan, kemâl seviyesindeki hasenat muhsinlerden sâdır olur. Sanatkâr, fıtratını ne kadar muhafaza edebilir, Âlem-i Ervah’taki safvetine ne kadar yaklaşır, âdemiyetindeki ilâhî nefhaya ne kadar aşina olabilirse o kadar güzel eser verir. Bu sebepledir ki bizim gerçek ve büyük sanatkârlarımızın kahir ekseriyeti tasavvuf terbiyesinden geçmiş insanlardır.  

Kabiliyet ve maharet nimetlerinin ifsada ve isyana sermaye yapıldığı eserler ise, ne kadar ustaca tertip edilmiş olursa olsun, bizce sanat eseri olmadığı gibi bunları yapanlar da kendilerine itibar edilir sanatçılar değildir. 

Sanatçı veya cahil cüretkârlığı

Bugün ürettikleri sanatın kalitesine bakılmaksızın, özellikle kültürümüze, değerlerimize ve milletimize yabancılaşmış bazı sözde sanatçılar, “sezgileriyle, görüşleriyle toplumun ilerisinde olan ve toplumu sarsıp uyaran insanlar” diye takdim ediliyorlar. Siyasetten sosyal problemlere, ekonomiden eğitime, dinî meselelere kadar hemen her konuda beyan ettikleri fikirlerle gündem oluyorlar bu yüzden. Çoğunluğunu da kapitalist kültür endüstrisinin ürettiği pespaye bir müziğin icracısı şarkıcılarla dizi oyuncuları oluşturuyor. 

Oysa böylelerine Batı’da bile sanatçı denmiyor. “Eğlendirici” anlamında “entertainer” diye adlandırılıyorlar. Soytarının hallicesi yani. Yaptıkları asıl iş de zaten müzik yahut oyunculuk eşliğinde bedenlerini, fizikî özelliklerini teşhirden ibaret. Dolayısıyla Batılı anlamda entelektüel sayılmaları da mümkün değil. Zihin gücüyle üretmeyi ifade eden entelektüellik, “el yordamıyla, vücudun görünen organlarıyla iş yapmayı” anlatan manuelliğin karşıtıdır çünkü.  

Bir de evrensel olduğuna dair mesnetsiz bir iddia ile Batılı ölçülerle eser veren sanatçılar var. Bunu, insanlığı sanki Batılılar temsil ediyormuş gibi, bütün insanlığa hitap edebilmenin şartı sayıyorlar. Bu tür eserler ne kadar başarılı olursa olsun bir taklit mesabesinde olmakla özgünlükten yoksundur. Şüphesiz bütün insanlığın, insan olmaları hasebiyle ortak duyguları, düşünceleri, davranışları, zaafları ve problemleri vardır. Fakat bunların sadece Batılı formlarla aktarılabileceği kabulü, sanatçının kendi sanat geleneğinden koptuğunun, kendi kültür zemininde form üretememe maharetsizliğinin ifşasıdır. 

Bu yüzden sanatçı diye nitelenen herkesi sözüne itibar edilir kimseler olarak görmemek gerekiyor. Zaten ekseriya gündeme gelmek için tam bir cahil cüretkârlığıyla toplumun sinir uçlarına dokunan açıklamalar yapıyorlar. Böylelerini ciddiye alıp eleştirmek için bile olsa zamanımızı heba etmekten kaçınmamız gerekiyor öyleyse. Malum, cahillerin sataşmaları karşısında, onları muhatap almadan, gündemimize taşımadan sadece ıslahlarını dileyerek geçip gitmemiz isteniyor bizden.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy