Aramak

Büyüklerin Sözleri

Ağaca Konan Kuş Gibi

“Kar yağdığında, hesap günü amel defterlerinin uçuşup sahiplerine dağıtılışını düşünürüm. Çekirge sürüsü gördüğümde haşri; ezanı işittiğimde kıyamete seslenecek münadiyi hatırlarım. Sonra döner, kendime şunu tavsiye ederim: Rabbinin takdir buyurduğu ömür müddetin bitinceye kadar dünyada ağaca konan bir kuş gibi ol.”

(Râbiatü’l-Adeviyye kuddise sırruhâ)

Hepimiz ezelden gelip ebede giden birer yolcuyuz. Dünya, bu yolculuğun ebedî âlemden önceki son ve en önemli safhası. Burada Ezel Bezmi’nde Rabbimiz’e verdiğimiz ahde sadâkatle sınanıyoruz çünkü. Âhiretteki âkıbetimizi dünyadaki ahvâlimiz, tercihte muhayyer bırakıldığımız iki yoldan hangisine yöneldiğimiz belirleyecek. İmtihandayız ve imtihan muktezâsınca bir yanda Allah ve Resûlü’nün davet eylediği felâha ulaştıracak dosdoğru yol var; diğer yanda nefsin, şeytanın, dünyanın çağırdığı hüsrana uğratacak yanlış yollar. 

İnsan şaşıran, unutan, aldanan bir varlık. Nefsinin hevâsına, şeytanın desise ve iğvâsına, dünyanın süs, şatafat ve cazibesine kapılıp sırât-ı müstakîmden ayrılabiliyor. Dünyânın fâniliğini, ölümü, âhireti, hesap gününü unutabiliyor. Aldığı her nefesin onu kabre yaklaştıran birer adım olduğu hakikatinden gafletle ömür sermayesini hebâ edebiliyor. 

Ancak Cenâb-ı Erhamu’r-Râhimîn kullarının iyiliğini, doğru yolu seçmelerini, dünyâ imtihanından yüz akıyla çıkmalarını ister. Bu sebeple de onları hüsrâna, azaba, helâke sevk eden davranışlardan sakındırmak için doğru nedir, yanlış nedir; sevap nedir, günah nedir, Kitâb-ı Mübîni’nde beyan buyurur. 

Kur’an-ı Kerim, bütün insanları ebedî saadetten mahrum kılacak tehlikelerden sakındıran ikazlarla, hakikate dâir hatırlatmalarla doludur. Dünya hayatının geçiciliğine, asıl ve ebedî hayatın âhiret yurdunda olduğuna, dolayısıyla dünyaya lüzûmundan fazla meyledip âhireti ihmalden şiddetle kaçınmak gerektiğine tekrar tekrar dikkat çeker. Nefs-i emmârenin sadece kötülüğü emredeceğini, şeytanın insana apaçık düşman olduğunu anlatır. Ölümü, kıyâmeti, haşri, hesap gününü hatırlatır. 

Bütün bu ikaz ve hatırlatmaları her dem akılda tutarak istikamet üzere yol almamız için de Kur’an-ı Azîmüşşân’ı, ayet-i kerîmeler üzerinde tefekkür ederek, tezekkür ve tedebbür ederek sürekli okumamızı ister bizden. 

Tefekkür, yaradılıştaki nizam ve ahengin ardındaki Kudret’i görerek, imanı kavî kılmaya vesiledir. Tezekkür, hakikati hatırlamayı; tedebbür de hatırlanan, vâkıf olunan hakikatin elzem kıldığı tedbirlere koyulmayı, yaşanmışlıklardan ibret almayı sağlayan düşünme tarzlarıdır. Lâkin bu düşünme tarzları yalnızca kavlî âyetlere mahsus değildir. Mahlûkat ve hâdisattan ibaret kevnî âyetler üzerinde de tefekkür, tezekkür ve tedebbür edilebilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kevnî âyetler üzerinde düşünmenin misalleri vardır. Ölümden sonra diriliş insanların uyuyup uyanmasına, tabiatın kıştan sonra baharla canlanmasına benzetilir. 

Hanım sûfîlerin numune-i imtisâli Râbiatü’l-Adeviyye kuddise sırruhâ’nın sadedinde olduğumuz sözü böyle bir düşünme tarzını, kevnî âyetler üzerinde de tezekkür ve tedebbürü örneklemesi bakımından kıymetli. Bize, etrafımızda olup bitenlere, mevcûdata basiretle nazar etmemizi; bu müşahede ile birtakım hakikatlere vâkıf olup o hakikatlerin mucibince tedbir almamızı salık veriyor. Zirâ müşâhede edilenden bilhassa âhiret ahvâline dâir gaybî hakikatlere yakîn böyle kesbediliyor. 

“Şüphe ve tereddütten âzâde kesin bilgi” manasına “yakîn”, ibret almaya, ibret almak da tedbire, o hakikate uygun davranmaya sevk ediyor elbette. Şu veya bu sebeple kıyameti, haşri, hesap gününü tedâî ettiren bir müşâhede, insana şu geçici dünyada misafir olduğunu, bir gün asıl yurduna döndürüleceğini ve burada yaptıklarından hesaba çekileceğini hatırlatıp, ona kısa bir süre için üzerine konduğu dalı sahiplenmemesini söyleyebiliyor. 

Allah’tan geldik yine O’na döndürüleceğiz. Huzûr-ı ilâhîye sözünün eri olmanın izzetiyle açık alınla çıkmak da var; ahdine sadakat göstermeyenlerin fayda vermeyen pişmanlığıyla zelil, başı yerde çıkmak da. 

Biri, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellem’in, “Dünyada ya bir garip ya bir yolcu gibi ol!” öğüdüne uyarak kendisinin dünyaya ait olmadığını, dünyaya yabancı olduğunu bilmiş. “Çün Dost’a gider yolum / Mülk-i ezeldir yurdum” diyerek dünyada bir yolcu olduğunu unutmadan geçip gitmiş bu fani âlemden. 

Diğeri burada mukim olduğunu zannetmiş, sahiplenmiş dünyayı. Bir oyun ve eğlenceden ibaret dünya ile oyalanmış; ölümü âhireti, dünyaya neden gönderildiğini unutmuş. Ölümlerden, her akşam batıp her sabah yeniden doğan güneşten, dönüp duran mevsimlerden, güzün yaprağını döküp baharda yeniden yeşeren ağaçtan, toprağa ne ekilmişse ancak onun biçildiğinden ibret almamış.

Ezcümle Râbiatü’l Adeviyye hazretleri şunu diyor aslında: Birincilerden olmak istiyorsak kevnî âyetleri de üzerinde tefekkür, tezekkür ve tedebbürle okumaya imkân veren bir basirete, ferasete, görünenin arkasındakini görebilmeye de ihtiyâcımız var. Çünkü;

“Bir Kitâbullâh-i a’zamdır serâser kâinât
Hangi harfin yoklasan ma’nâsı Allah çıkar.” 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy