Gazze’de Katliam, İsrail’de
Arsızlık Bitmiyor
7 Ekim 2023 tarihinin üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Ancak katil İsrail, Gazze’de gerçekleştirdiği katliamı bir türlü durdurmuyor. Uluslararası alanda oluşturulan kamuoyu, yapılan kınamalar, boykotlar ve ortaya konulan tepkiler Tel Aviv’deki terör hükümetine bir adım dahi geri attırmadı. Yetmezmiş gibi siyonist alçaklar Gazze’nin ardından İran’a, sonra da Suriye’ye saldırdı. Ve ne hikmetse bu kıyımı arkalayan güçler de sanki hiçbir şey olmamış, altmış bine yakın insan ölmemiş ve mazlum İsrailmiş gibi utanmadan katliama kılıf aramaya devam ediyorlar. Netanyahu yönetimi de kendilerine yönelik küçük çaplı operasyonları Nazi zulmü gibi anlatmaya devam ediyor. Asırlık sapkın planlarını hayata geçirmek için yeni coğrafyalara saldırmaya bahane arıyor.
Ortaya çıkan acı tablonun mimarı kuşkusuz Benjamin Netanyahu. 2023’te kalp pili takılan, geçen aralık ayında da prostat ameliyatı olan katil sistemin bir numaralı zanlısı 76 yaşındaki İsrail Başbakanı, iddiaya göre geçtiğimiz ay zehirlendi. Doktorların üç gün istirahat verdiği Netanyahu, çalışmalarına daha doğrusu zalimliğe evinden devam etti. Zehirlenme hadisesinin üzerine mesaj yayınlayan İsrail Savunma Bakanı Ben-Gavir’in kullandığı ifadeler, 10 milyonluk bir ülkenin hangi saiklerle dünyanın başına bela olduğunu gözler önüne seriyor. Şöyle demiş Gavir: “İsrail halkı, ülkemizin güvenliği için birlikte yaptığımız tüm iyi şeyleri, her cephede cesaretle ve kararlılıkla sürdürmen için sana ihtiyacımız var.”
Masum insanları, bebekleri “ülkenin güvenliği için” toplu bir şekilde öldürdüğünü ve “bunun iyi bir şey” olduğunu iddia eden böyle bir zihniyeti tanımlayacak kelime yok. Ancak şuna eminiz: Kendilerini “seçilmiş özel millet” olarak gören lanetlilerin hesabını Allah dünyada da âhirette de soracak.
Hamas’tan Seferberlik Çağrısı
İlk kıblemiz Mescid-i Aksa yeryüzündeki en kutsal mekânlarımızdan biri. Ama maalesef neredeyse bir asra yakın zamandır İsrail işgali altında. Biz dâhil, İslâm dünyasından hiç kimse İsrail terör devletinin Mescid-i Aksa işgaliyle ilgili fiilî bir şey yapamıyor. Arkasına Batı’nın desteğini alan, elindeki para ve medya gücünü sonuna kadar kullanarak liderlerin kim olacağını belirleyen İsrail, Filistin topraklarında yaptığı katliam yetmiyormuş gibi, Mescid-i Aksa’yı kanlı postallarıyla işgal ediyor. Yeryüzünde iki milyar nüfusu bulunan Müslüman toplumlar, Ortadoğu’nun kalbinde 10 milyonluk bir çetenin terör eylemlerine, işgallerine sesini çıkaramıyor. Mescid-i Aksa’yı savunmak yine mazlum, masum ve katledilmeye devam edilen Filistin halkına nasip oluyor.
Hamas’ın Siyasî Büro Üyesi Harun Nasıreddin, geçtiğimiz günlerde bir sosyal medya platformundan açıklama yaptı. Filistin topraklarında yaşayan Müslümanlara seslenen Nasıreddin, herkesin Mescid-i Aksa için seferber olmasını isteyerek İsrailli sivillerin ilk kıblemize yönelik saldırılarına, tahribatına ve kirletme eylemlerine karşı direniş gösterilmesi gerektiğini ifade etti. Nasıreddin’e göre Mescid-i Aksa’da kalabalık bulunmak ve ibadetleri burada yapmak, işgalci İsrail güçlerinin ilk kıblemizi izole etme çabalarını boşa çıkaracak. Filistin halkının bu alandaki kararlılığı İsrail’e karşı verilen mücadelenin de temel taşı olacak.
Bir tarafta varıyla yoğuyla, canını ve kanını ortaya koyarak Allah’ın evini, Mescid-i Aksa’yı korumaya çalışan bir grup kahraman, diğer tarafta da olan biteni sessizce izleyerek hayatına kaldığı yerden devam eden İslâm dünyası... Elbette onlarla biz bir olmayacağız. Ve elbette, Allah’ın vaadi gerçekleştiğinde, zalimler kahru perişan olduğunda mükâfat, Allah için direnen ve Allah için savaşanlara verilecek.
ABD’nin İkili Oyunu
Nereye Kadar Sürecek?
Suriye’de uzun süre devam eden iç savaş, geçtiğimiz aralık ayında Esed rejiminin sona ermesiyle bitmişti. Ahmed Şara yönetimi devraldıktan sonra ülkede normalleşme süreci başlamıştı. Şara’yı daha önce terörist kategorisine koyan bazı Avrupa ülkelerinin liderleri kendisiyle görüşmüş ve Suriye’nin yeni lideri olduğunu açıkça deklare etmişlerdi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), başına 10 milyon dolar ödül belirlediği, terörist ilan ettiği Şara’nın Suriye Cumhurbaşkanı olmasını kabullenmiş görünüyor. Hatta Başkan Trump; “Çok iyi, genç bir adam. Güçlü, çok güçlü bir savaşçı. Gerçekten işi toparlayacak şansa sahip. Zayıf insanlarla vakit kaybedemeyiz” cümleleriyle övmüştü.
Aynı Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu’ya da benzer sözlerle destek vermişti. Özellikle İsrail’in İran’a saldırdığı sıralarda birlikte cehennemi yaşadıklarını söylemiş, ülkenin tarihinde hiç kimsenin Netanyahu kadar kararlı savaşmadığını belirterek onun yargılanma ihtimali “cadı avı” olarak nitelemişti. Şimdi, Trump’ın birlikte cehennemi yaşadığı (ve inşallah yaşayacağı) yol arkadaşı Netanyahu, Gazze ve İran’dan sonra Şara’nın cumhurbaşkanı olduğu Suriye’ye saldırıyor. Yetmiyor, ülkedeki Dürzi grupları hükümete karşı kışkırtarak silahlandırıyor. Önce gözü dönmüş İsrail’in barbarlığını ve Ortadoğu’da rota değiştirerek yaktığı fitne ateşini yorumsuz bırakan ABD Başkanı, neden sonra endişelerini dile getirerek Netanyahu’ya diyalog çağrısında bulunuyor. ABD’li bir üst düzey yetkilinin konuya ilişkin açıklama yaparken sarf ettiği sözler asıl niyeti ortaya koyuyor: “İsraillilere geri çekilip nefes almalarını söyledik!”
ABD, her yer ve şartta olduğu gibi iki yüzlü siyasetini bu kez de Suriye’de hayata geçirmeye çalışıyor. Şara’ya yönelik sözlerin samimi olmadığı elbette malum. Çünkü “ABD’nin dostları yahut düşmanları yoktur, çıkarları vardır.” Ancak, bu uğurda böyle yüzsüzleşebilen başka bir devlet de sanırım insanlık tarihinde görülmemiştir.
KKTC’yi Tüm Dünya Tanımalı
Kıbrıs Adası, Akdeniz açısından son derece stratejik bir yerde duruyor. Osmanlı Devleti’nin 1570 ilâ 1878 arasında yönettiği ada, bu tarihten itibaren hükümranlık hakkı Osmanlı’da kalmak kaydıyla İngilizler tarafından yönetilmeye başlandı. 1. Dünya savaşı sırasında 1914’te İngilizlerin ilhak ettiği ada, 1923’te resmen Britanya’nın egemenliğine girdi. 1950’li yıllarda Kıbrıs adasında bulunan Rumlar Yunanistan’a bağlanmak için uluslararası alanda kamuoyu oluşturmaya başladılar. Bir yandan da adadaki Türklere yönelik sistematik saldırıları yoğunlaştırdılar. Bu süreç 1970’li yıllara kadar devam etti. 1974’teki Barış Harekâtı’ndan sonra kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), her ne kadar dünya devletleri tarafından tanınmasa da adadaki Türklerin haklarını korumak, onlara güvenli bir hayat sağlamak için dimdik ayakta duruyor.
KKTC, yakın bir tarihe kadar Türkiye tarafından da yeterince ilgi görmüyordu. 2000’li yılların başında yaşanan tartışmalar Kıbrıslı Türklerin kendilerini yalnız hissetmelerine neden oluyordu. Güney Kıbrıs’ta bulunan Rumların baskısını üzerinde hisseden Türkler, adada terk edilme hissiyle geleceğe ümitle bakamıyorlardı. İçeride bulunan kimilerinin Rumlarla birleşme teklifleri de can sıkıcı hale gelmişti.
Fakat 2000’lerin başlarından itibaren, özellikle de 2010’lardan sonra Kıbrıs Türkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğini ve himayesini net bir şekilde görmeye başladı. Özellikle son dönemde atılan adımlar, KKTC’nin Türk dünyası başta olmak üzere uluslararası alanda sesini duyurmaya başlamasına kapı araladı. Artık adada yalnızlığın pençesinden kurtulmaya çalışan değil, kendi devletini dünyaya gururla duyuran bir Türk toplumu var. Önümüzdeki süreç, inşallah KKTC’nin tüm platformlarda bir devlet olarak tanındığı ve adadaki egemenlik haklarına sonuna kadar sahip olduğu bir dönemin başlangıcı olacak.
İki Eski Dost İki Yeni Düşman
Sovyetler Birliği, uzun yıllar Kafkasya ve Orta Asya’daki devletler, özellikle de Türkler üzerinde baskıcı bir hükümranlık oluşturdu. 1917’den 1991’e kendi dilini, kültürünü ve çoğu zaman da inancını dayatan bu tavır, bu bölgede yaşayan Müslüman Türkleri kökenlerinden koparmaya yönelik bir girişim olarak kayıtlara geçti. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Rusların etkisi bugün hâlâ kendini gösteriyor. Yakın tarihe kadar Azerbaycan da böyleydi. Moskova’dan talimat gelmeden Bakü’de yaprak kıpırdamıyordu. Fakat Azerbaycan, yer altı kaynaklarını kullanıp ekonomik açıdan güçlenince, Ruslarla olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye başladı. 2. Karabağ Zaferi’nde Putin yönetiminin Ermenistan’ı desteklemesi, Azerbaycan’ın Türkiye’nin gücünü arkasına alarak bu savaştan gâlip ayrılması, Ruslara olan bakışı tamamen değiştirdi. Bir zamanlar Sovyet Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi Üyeliği ve Azerbaycan KGB’si Başkanı sıfatlarıyla görev alan merhum Haydar Aliyev’in oğlu İlham Aliyev, ülkesinin tamamen bağımsız olması için Ruslarla mücadele ediyor.
Geçtiğimiz günlerde iki ülke arasında casusluk krizi yaşandı. Ruslar, Ekaterinburg şehrinde eski bir soruşturmayı bahane ederek Azerbaycan Türkü bir aileye karşı vahşice bir operasyon yaptı. Olay Bakü’de tepkiyle karşılandı. Ardından da Azerbaycan Bakü’deki Rus Evi’ni casusluk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle kapattı. Rus devlet kanalı Sputnik’in yayınlarını da durdurdu.
Olan biten, Azerbaycan’ın Ruslar için artık rahat rahat at koşturacakları bir ülke olmadığını gösteriyor. Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in 3. Şuşa Medya Forumu’nda yaptığı konuşmada, Rusları rahatsız eden Zengezur Koridoru’nun açılmasına ilişkin yaptığı değerlendirmeleri ve Ukrayna’nın Ruslara karşı verdiği savaşa dair “Hiçbir zaman işgali kabullenmeyin!” sözleri gerilimin daha da tırmanacağını gösteriyor.
İran ve Acem Oyunu
Binlerce yıllık bir medeniyetin vârisi olduğunuzu düşünün. Üzerinde bulunduğunuz topraklara başka halkların egemenliğinin gölgesi düşmemiş. Asırlardır kendi dilinizi konuşuyor, kendi kültürünüzü yaşıyorsunuz. Neredeyse üç buçuk asır esaslı bir savaşa da girmemişsiniz. Diğer taraftan özellikle son yüz yılda birilerine meydan okuyor, başka birilerini tehdit ediyor ve fakat ucu size dokunsa bile kılınızı kıpırdatamıyorsunuz. Nükleer silahınız olduğu söyleniyor, Ortadoğu’da her an savaş çıkarma ihtimaliniz üzerine konuşuluyor. Ama kudretli komutanlarınız, genelkurmay başkanlarınız, destek olduğunuz örgütlerin liderleri topraklarınızda suikastlarla öldürülüyor! Liderleriniz şaibeli kazalarda hayatını kaybediyor. Üç gün ağlayıp, hayata kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Topraklarınız bombalanıyor, adam akıllı misilleme dahi yapamıyorsunuz. Ve her şeye rağmen tehdit etmeye, aba altından sopa göstermeye devam ediyorsunuz.
Evet, İran’dan bahsediyorum. Geçen ay İsrail’le sözüm ona savaşın eşiğine gelen, nükleer tesisi bombalanınca failin başka ülkedeki üssüne havadan saldıran, ama saldırmadan önce haber veren İran’dan. İsrail yönetiminin tüm zorbalıklarına rağmen varlığının garantörü gibi davranan İran’dan.
İran öyle bir ülke ki, dev gibi görünen ürkütücü bir kaplana benziyor. Fakat yanına yanaşıyorsunuz, içi boş bir maketten ibaret olduğunu görüyorsunuz. Cumhurbaşkanınız ülke içerisinde seyahat ederken arabaları yolda kalıyor. Bir bakılıyor ki depoları su karıştırılmış benzinle doldurulmuş! İşte böyle bir ülke İran. Acem oyunu ifadesi tam olarak anlatıyor ahvalini.