4 Hadis-i Şerif
Niyet kalbin yönelişidir; bir iş yaparken asıl kastedilendir. Âgâh kullar her anında ve her işinde niyetini kontrol eder, düzeltmeye gayret eder. Niyeti sağlam ve güzel olan kimse Allah’ın izniyle zarar görmez. İstediği sonuç gerçekleşmese de Allah katında mükâfatını alır.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnet-i seniyyesi müminler için her konuda rehberdir. Sünnet-i seniyye Peygamber Efendimiz sallahu aleyhi vesellem’in sözleri, yapıp ettikleri ve onayladıkları anlamına gelir. Hadis-i şeriflerle aktarılmıştır. Bu peygamberî tarz ve tavır hayatımızın her alanında yolumuzu aydınlatan bir ışık gibidir.
Bazı hadis-i şerifler adeta dinin özünü ve özetini içinde barındırır. Meşhur altı hadis kitabından (Kütüb-i Sitte’den) birinin müellifi olan Ebû Dâvûd rahimehullah şöyle buyurur:
“Allah Resûlü sallalahu aleyhi vesellem’den beş yüz bin hadis yazdım. Bunlardan dört bin sekiz yüzünü hükümler konusunda seçtim. Bir kimseye dini için şu dört tanesi yeterlidir:
• ‘Ameller niyetlere göre değerlendirilir.’
• ‘Helal ve haram açıklanmıştır, bellidir.’
• ‘Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.’
• ‘Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz.’”
Niyet Hayır Akıbet Hayır
İlk cümlelerini verdiğimiz bu dört hadis-i şeriften ilki şöyle bir olay üzerine vârid olmuştur:
Asr-ı Saadet döneminde, hicret için hazırlıkların yapıldığı günlerde bir adam, Ümmü Kays adındaki hanım sahabiye tâlip oldu. Ümmü Kays, evlenme şartı olarak adamdan Medine’ye hicret etmesini istedi. O da bu şartı kabul ederek yola çıktı. Ancak onun bu hicreti Allah ve Resûlü için değil, sevdiği kadına kavuşmak içindi.
Bu durum Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e bildirildiğinde şöyle buyurdu: “Ameller niyetlere göredir. Herkes için sadece niyetinin karşılığı vardır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah’a ve Resûlü’nedir. Kim de elde edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadın için hicret ederse, onun hicreti de hicret ettiği şeyedir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy 1; Müslim, İmare 155; Ebu Davud, Talâk 11)
Bu durum bize gösteriyor ki yapılan ameli niyet değerli kılar ya da geçersiz hâle getirir. Niyet kalbin yönelişidir; bir iş yaparken asıl kastedilendir. Âgâh kullar her anında ve her işinde niyetini kontrol eder, düzeltmeye gayret eder. Niyeti sağlam ve güzel olan kimse Allah’ın izniyle zarar görmez. İstediği sonuç gerçekleşmese de Allah katında mükâfatını alır.
Müminin dünya hayatı çok önemlidir. Çünkü dünya hayatı ebedî saadetin biricik sermayesidir. Bu yüzden mümin kendisine uhrevî fayda sağlayacak hususlarla meşgul olur. İslâmî hassasiyetler gözetilerek yapılan dünyalık işler de buna dâhildir. Hatta bu niyet ve hassasiyet yeme içme, uyuma, maişet için çalışma gibi sıradan dünyalık işleri ibadete dönüştürür.
Takva Olunca
Kulluk bilinci, her iş ve halde Rabbimiz’in rızasını gözeterek yaşamaktır. İslâm’da eksik ve hükümsüz bir söz ya da davranış yoktur. Her şeyin bir hükmü vardır.
İkinci hadis-i şerifte bildirildiği üzere Rabbimiz bize helal ve haram olanı açıkça bildirmiştir. Helal mı haram mı olduğuna kalbin tam ikna olmadığı yani şüpheli olanları bırakmak ise takvaya ulaşmanın en güzel yollarındandır. Mümin, günlük yaşantısında bu ölçülere dikkat ederek yaşamaya çalışır. Ne yediğini, ne söylediğini, neye baktığını tefekkür eder ve dikkatli olur. Böylece hem dünyasını hem de âhiretini koruma altına almış olur.
Sahabeden Numan b. Beşir radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
‘Şurası muhakkak ki haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda kim şüpheli şeylerden kaçınırsa dinini de, ırzını da korumuş etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur. Tıpkı (girmemesi gereken) koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa girebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her hükümdarın bir koruluğu vardır; Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, bedende bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa bedenin tamamı bozulur. Haberiniz olsun, bu et parçası kalptir.’” (Buhârî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107; Ebu Davud, Büyû 3; Tirmizî, Büyû 1; Nesâî, Büyû 2)
Bu hadis-i şerifte “Helal ve haram olan her şey bellidir” anlamı kastedilmemektedir. Değişen zaman ve şartlar içinde ortaya çıkan bazı işler, haller ve durumlar iman hassasiyeti olan kişileri şüphe ve tereddütte bırakabilir. Bu durumda kişi dininin selameti için uzak durmayı tercih etmelidir ki buna verâ denilir.
Hadis-i şerifin son kısmında kalbe işaret edilmesi, şüpheli şeylerin takva hassasiyeti olan kalbi huzursuz edeceğine işaret sayılabilir. Malum, iman kalpte gerçekleşir ve mümin kalp her işi ve durumu onaylamaz.
En Büyük İyilik Kendimize
Müminin dünya hayatı çok önemlidir. Çünkü dünya hayatı ebedî saadetin biricik sermayesidir. Bu yüzden mümin kendisine uhrevî fayda sağlayacak hususlarla meşgul olur. İslâmî hassasiyetler gözetilerek yapılan dünyalık işler de buna dâhildir. Hatta bu niyet ve hassasiyet yeme içme, uyuma, maişet için çalışma gibi sıradan dünyalık işleri ibadete dönüştürür.
Böyle bir yaşam tarzı içinde mümin doğal olarak kendisini ilgilendirmeyen, mâlâyâni denilen boş işlerle meşgul olmaz, kıymetli vaktini heba etmez. Ebû Dâvûd rahimehullah’ın bahsettiği üçüncü hadis-i şerif bu durumu açıklamaktadır:
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: “Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen şeyleri (mâlâyâniyi) terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd 11)
Gerçekten de bir kimse ne kadar kendisiyle meşgulse, yani kendi eksiklerini tamamlamaya, kendi amelini düzeltmeye yoğunlaşırsa, o kadar verimli bir hayat yaşamış olur. Kim de başkalarıyla ya da kendisine fayda sağlamayacak boş işlerle uğraşırsa dünyasını heba ettiği gibi âhiret hazırlığını da ihmal etmiş olur.
Kardeşim için
Müminler bir bütünün parçaları gibidir. Aralarındaki bağ sıkıdır. Dolayısıyla mümin, kendisi için istediği hayırları, güzellikleri kardeşi için de ister. Yani bencil ve çıkarcı değildir. Ebû Dâvûd rahimehullah’ın bahsettiği dördüncü hadis bu durumu anlatır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki: “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz.” (Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71-72. Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, İman 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)
Bu hadis-i şerifte kendisi için istenilenin diğer müminler için de istenmesinin doğrudan imanla ilişkilendirilmesi son derece dikkat çekicidir. Buradan şunu anlamalıyız: İman öyle güçlü, öyle kapsamlı bir olgu ki kişiyi diğer inananlara bağlıyor, hepsini birden adeta tek vücut yapıyor. İman zayıfladıkça da kişiler ayrışıyor, yalnızlaşıyor ve bencilleşiyor.
Ne mutlu o kullara ki niyeti sırf Rabbi’nin rızasıdır; helale ve harama dikkat eder, ayrıca şüpheli olanlardan kaçınır, faydasız işlerle meşgul olmaz ve kendisini düşündüğü gibi mümin kardeşini de düşünür.
Rabbimiz mealen şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve sâdıklarla beraber olun.” (Tevbe 119)