Ebu Süfyan radıyallahu anhu Mekke’de doğdu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem’in sütkardeşiydi. Halime tarafından emzirilmişti. Yaşıt olması sebebiyle çocukluk ve gençlik yıllarını birlikte geçirdiler.
Resûlullah peygamberliğini ilan edinceye dek onu seven Ebu Süfyan bu tarihten itibaren yirmi yıl boyunca O’na düşmanlık etti. Hem Resûlullah’a hem de Müslümanlara çok ağır hicivler yazdı. Bu nedenle Hz. Peygamber tarafından görüldüğü yerde öldürülmesi emri verildi.
Mekke’nin fethinden hemen önce İslâm’la şereflendi. Bundan sonraki hayatını Resûlullah’a adadı. Mekke’nin fethi, Huneyn Gazvesi ve Taif Muhasarası’na katıldı. Huneyn’de herkesin dağıldığı bir anda Resûlullah’ın katırının yularına yapışıp yanından ayrılmadı.
Hz. Ebu Süfyan hicri 20, miladi 641 yılında Medine’de vefat etti. Cenaze namazını Hz. Ömer radıyallahu anh kıldırdı. Allah ondan razı olsun. Hayatından bazı kesitler aktarıyoruz.
Hz. Peygamber’e olan yakınlığı ve samimiyeti sebebiyle herkes Ebu Süfyan’ın ilk Müslümanlardan olacağını bekliyordu. Fakat tam aksine İslâm’ı duyar duymaz içinde bir düşmanlık alevlendi ve Hz. Peygamber’in en büyük düşmanlarından biri oldu.
Ebu Süfyan Kureyş’in en cesur savaşçılarından biriydi. Aynı zamanda usta bir şairdi. Ne var ki hem kılıcını hem de dilini Resûlullah’a karşı kullandı. Müslümanlara yapılan her zulümde, başlatılan her savaşta onun büyük bir payı vardı. Bu yüzden görüldüğü yerde öldürülmesi emredildi.
İslâmiyet’le şereflendiği günleri kendisi şöyle anlatıyor:
“Muhammed’in Mekke’yi fethetmek üzere ordusuyla geldiğini işittik. Haberi duyunca beni bir korku kapladı. Nereye gitsem diye düşünmeye başladım. Eve dönünce karım ve çocukları toplayarak onlara dedim ki:
– Muhammed’in Mekke’ye girmesi an meselesi. Eğer girerse ben öldüm demektir. Hazırlanın, buradan gidiyoruz.
Çocuklarım şöyle dedi:
– Babacığım, herkesin gördüğünü senin de görme vaktin gelmedi mi? İnsanlar onun dinine akın akın giriyor. Sen hâlâ inat ediyorsun. Oysa ona ilk koşması gereken sendin!
Bu sözler kalbime tesir etti. Birden kalbim yumuşadı ve hizmetçimi çağırarak bana bir at bir de deve hazırlamasını söyledim. Oğlum Cafer’i de alıp, Ebvâ’ya, Resûlullah’ın olduğu yere doğru yola çıktım.
Ebvâ’ya yaklaşınca beni tanıyıp öldürmelerinden korkarak kıyafetlerimi değiştirip kimliğimi gizledim. İnsanların arasına karışarak Resûlullah’a kadar ulaştım. O sırada dışarı çıkmak üzereydi. Karşısına geçip örtümü açtım. Göz göze geldik. Beni tanır tanımaz yüzünü çevirip başka tarafa döndü. Ardından döndüğü yöne yönelince yine arkasını çevirdi.
Oysa içimden ‘Müslüman olduğumu öğrenince sevinir’ diye düşünüyordum. Yanındaki ashabının da mutlu olacağını zannediyordum. Fakat Resûlullah’ın yüz çevirdiğini gören herkes aynı tavrı gösterdi. Kiminle karşılaşsam sırtını döndü. Ebû Bekir’le göz göze geldim. En çok öfkelenen oydu. Ömer’e yöneldim, o da sert bakıyordu.
Ömer, Ensar’dan birine işaret verdi, adam yaklaşıp bağırarak şöyle dedi:
– Ey Allah düşmanı! Resûlullah’a eziyet eden sen değil misin? O’na yaptıklarını duymayan kaldı mı!
Bu hakaretler sürerken oradakiler bu manzaradan memnun görünüyordu. Tam o anda Amcam Abbas’ı gördüm. Hemen yanına gidip dedim ki:
– Amca, ben O’nun yakınıyım. Amcasının oğluyum. Kavmim içinde saygın bir kişiyim. Resûlullah’la konuş da beni affetsin.
Amcam Abbas kesin bir dille karşılık verdi:
– Hayır! O’nun sana nasıl davrandığını gördüm. Ben de tek kelime dahi etmem. Ancak uygun bir zaman olursa söylediklerini iletirim.
– Öyleyse en azından bana hakaret eden şu adamı uzaklaştır.
Amcam bana adamı tarif etmemi söyledi. Tarif edince adının Nuayman olduğunu söyledi ve ona haber göndererek şöyle dedi:
– Ey Nuayman! Ebu Süfyan Resûlullah’ın amcasının oğludur. Bugün ona kırgın olsa da bir gün muhakkak affeder. Dilini tut.
Bunun üzerine adam peşimi bıraktı.
Artık Resûlullah’ın yanından ayrılmamaya, O’nu uzaktan takip etmeye başladım. Kapısının önünde oturuyor, çıkarken beni görmesini istiyordum. Ne zaman beni görse yüzünü çeviriyordu. Ümidimi yitirmeden beklemeye devam ettim. Bir gün artık dayanamayıp eşime şöyle dedim:
– Vallahi, ya Resûlullah beni affeder ya da bu kapının önünde uzanır, açlık ve susuzluktan ölene kadar beklerim!
Bu sözlerim Resûlullah’a ulaşınca kalbi yumuşadı. Bir sonraki çıkışında bana merhametle baktı. O günden sonra yanından hiç ayrılmadım.
Bir müddet sonra Arapların büyük bir ordu topladığı, Müslümanları yok etmek üzere harekete geçtiği haberi geldi. Resûlullah ashabını da toplayarak Huneyn’e doğru sefere çıktı. Ben de onlarla birlikte yola koyuldum. Düşman ordusunun büyüklüğünü görünce kendi kendime şöyle dedim:
– İşte bugün geçmişin kefaretini ödeme günüdür!
Savaş başlayınca Müslümanlar zor duruma düştü. Herkes dağılmaya başladı. Ben hemen Resûlullah’a koştum. Kılıcımı çektim, kınını kırıp attım. Ölümü göze alarak savaşıyordum. Resûlullah ise atının üstünde cesurca duruyor, kendini savunuyordu. Amcam Abbas da atının yularından tutmuş, düşmanları püskürtüyordu. Ben de hemen atın diğer yanına geçtim. Sağ elime kılıcı, sol elime de Resûlullah’ın atının yularını aldım. Bütün gücümle savaşırken Resûlullah gayretimi gördü. Amcam Abbas’a kim olduğumu sordu.
– Bu kardeşimin oğlu, senin amcanın oğlu Ebu Süfyan’dır. Onu affet ey Allah Resûlü, dedi.
– Ben onu affettim. Allah da affetsin, buyurdu.
Bu sözleri duyunca sevinçten uçacak gibiydim. Hemen Resûlullah’ın ayaklarını öpmeye başladım.”