HOR GÖRME HASTALIĞI
Yüce Allah, Müberra Kitabımız’da mealen şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidir. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidir. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurât 11)
Büyüklük ancak azamet sahibi Allah Teâlâ’ya mahsustur. Herkes ve her şey onun yüceliği altındadır.
İslâm’da tevazu, alçakgönüllülük methedilmiş; kibir, gurur, kendini beğenme, başkasını küçük görme yasaklanmış, haram kılınmıştır.
Kibir hastalığı kendi şahsını başkasından büyük görme şeklinde tezahür ettiği gibi kavim, topluluk, kabile, cemaat veya birtakım grupların diğer grupları küçük görmesi şeklinde de tezahür etmektedir.
Ayette özellikle topluluk veya grupların başka topluluk veya gruplar hakkında alay etmesi, aşağılaması, kötü lakaplar takması kesin olarak yasaklanmıştır. Bunlar büyük günahlardandır.
Şeytan, kendisinin ateşten yaratıldığını öne sürerek Hz. Âdem aleyhisselâm’ın topraktan yaratılmasını küçük gördü. Ateşin topraktan üstünlüğünü savundu. Kendi cinsinin insan cinsinden üstün olduğunu iddia etti, kibirlendi. Bu tutumu onu Allah’a isyana, secde emrini reddetmeye kadar götürdü. Neticede cennetten çıkarıldı, sahip olduğu bütün güzellikleri kaybetti.
Bütün peygamberlerin verdiği hak mücadelesinde, kavimlerinin onları inkâr edip küfür karanlığında kalmalarının sebebi, peygamberlerini ve ona iman edenleri küçük görmeleridir. İman eden kişilerin çoğunlukla fakir, yetim, garip ve kölelerden oluşmasını sınıf farkı olarak görmüşler, onları küçümsemişler, kendilerini üstün tutmuşlardır. Hatta iman edenleri gördüklerinde onlarla alay eder, kaş göz işaret yaparak aşağılarlardı.
Bu durum Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in Mekke’de tebliği sırasında da ortaya çıkmıştır. Müşrikler O’ndan yanındaki fakir, garip Müslümanları kovmasını istediler. Kendileri ile onları aynı mecliste tutmazsa iman edebileceklerini dile getirdiler.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem yirmi üç yıl boyunca insanlığa tevazuu öğretti. Hatta kendisine peygamberlik tebliğ edilmeden önce de tevazu timsali idi. Veda Haccı’nda irad ettiği veda hutbesinde kimsenin kendisini başkasından üstün görmemesini, herkesin Hz. Âdem aleyhisselâm’ın neslinden geldiğini, onun da topraktan yaratıldığını hatırlattı. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab’a bir üstünlüğünün olmadığını duyurdu.
İnsanlar ancak birbirinin görünen yüzünü görüp değerlendirme yapmaktadır. Halbuki onun iç âlemini ve Rabbi katındaki değerini kimse bilemez.
İbn Acîbe el-Hasenî rahmetullahi aleyh şöyle der: “Alay edip aşağılamak genelde insanın görünürdeki hallerine bakarak olur. İnsanı hayırlı yapan şeyler ise kalplerinde gizlenmiş olan hakiki iman, kâmil yakîn ve irfandır. Bunlar ise gizlidir. Bazen bir kul, dış görünüşüne bakıp alay ederek, Allah’ın yücelttiği kimseyi küçültür; O’nun değer verdiğini hakir görür ve böylece Allah katında gözden düşer, gazaba uğrar.
Şu halde en uygunu hiç kimseyle alay etmemektir. Bir kimseyi hali pejmürde ve bedeni dert içinde görünce, onunla asla alay etmemelidir. Bu musibet dininde olsa bile yine alay etmemelidir. Kim bilir, belki o kimse içine düştüğü kötü hale tevbe eder, kendisiyle alay eden kimse de onun haline müptela olur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Kardeşinin içine düştüğü kötü hali alaya alma; yoksa Allah ona afiyet verir ve seni o hale düşürür.” (Tirmizî, Kıyâme 54)
Allah Teâlâ müminleri kardeş ilan etmiştir. Alay etmek ve aşağılamak müminler arasındaki kardeşliğe aykırıdır. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hadislerinde müminleri tek bir vücut gibi tarif etmiş, çok güçlü bağlar ile birbirine bağlı olduğunu bildirmiştir. Ayıplamak, alay etmek ise Allah Azze ve Celle’nin emri olan kardeşlik, muhabbet, dayanışma gibi temellere aykırıdır.
Alaya alıp küçümsemek haram kılındığı gibi, birilerine lakap takarak, istemediği, hoşlanmadığı bir sıfat veya isimle çağırmak da haram kılınmıştır. Çünkü bu tavrıyla lakap taktığı kişiyi kusurlu göstermekte ve onu aşağılamaktadır.
Hucurât suresinde ikaz edilen husus, özellikle kavim, kabile, ırk, soy, toplum, grup veya cemaat gibi toplulukların diğer toplulukları alaya almasıdır. Bu ikaz, bir şahsın bir şahsı ayıplamasından daha ötedir. Topyekûn kişiler tahkir edildiğinde aralarında nice masumlar, tahkir edilen konu ile alakası olmayanlar, belki Allah Teâlâ’ya özel yakınlığı bulunanlar, fazilet sahibi, ilim sahibi zâtlar da bu aşağılamaya dâhil edilmektedir. Böylece tahkir eden kişi belki sayısı binleri, milyonları bulan herkesin vebalini üstlenmektedir.
Ayette bir de şu hakikate dikkat çekilmiştir: “Belki alaya alıp aşağıladığınız grup sizden daha hayırlıdır. Siz nereden biliyorsunuz? Her işin iç yüzünü, görünen ve görünmeyen bütün ayrıntıları bilen ancak Allah’tır.”
Ancak şurası da unutulmamalıdır. Bir toplumda kötülük, fuhşiyat, günahlar, zulüm, haksızlık gibi dinimizin haram kıldığı hususlar baş göstermişse onları ikaz etmek, şerre mani olmak, zulme engel olmak da İslâmî bir vazifedir. Bunun için hadiste belirtildiği gibi önce el ile; yani zâhirî imkânları kullanarak engel olmaya çalışmalıdır. Bu mümkün değilse dil ile uyararak, o da mümkün değilse onların yaptığı kötülükleri kalben hoş bulmayarak engel olmalıdır. Bunları yaparken de kardeşlik ilkelerini bozmamalı, müminler arasında tesis edilen diğergâmlığı unutmamalıdır.
Toplumlar toplumları alaya alıp hakir görürse gıybet, yalan, iftira, suizan, kötü söz, sövme, adaletsizlik, haksızlık gibi hastalıklar zuhur eder. Barış, huzur, düzen, birlik beraberlik, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma gibi erdemler kaybolur.
Başkalarını alaya alıp tahkir etmeye sebep olan şey, kişide var olan kibir, gurur, kendini beğenme gibi kötü huylardır. Bunlar kalbin manevi hastalıklarındandır. Bu tür hastalıklar ancak Allah korkusuyla, tevazu sahibi olmakla giderilir. Bunun için kalbi tedavi edecek olan zikre sarılmalı, kibir ve enaniyet hastalığını kalpten atmalıdır. Ayrıca kibrin zararlarını, tevazuun önemini anlatan bilgileri, ayet ve hadislerde bildirilen ikazları öğrenerek bu hastalıktan kurtulmak mümkün olabilir.
Allah dostlarının dergâhında her devirde tevazu öğretilir. Onların takipçileri ağzı kapalı, başı önüne eğik, bakışları yerde, elleri önünde bağlı gezerler. Herkes kendi derdi ile meşgul olur. Zikir ve evrad ile kalbinin hastalıklardan kurtulmasını amaçlar. Nefsinin eksik ve kusurları ile meşgul olur. İnsanlara hizmeti nimet bilir.
Her bir sözün, her bir amelin, işin kaydedildiğini, âhirette karşımıza çıkarılacağı günü unutmayalım. O gün mahcup olacağımız, boynumuzu bükecek günahlardan kaçınalım. Hata ve kusur aramak istiyorsak kendi kusurlarımız bize yeter. Her anımızı zikir ve tevbe ile geçirmeye gayret edelim.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile.