Çocuklarda
‘Aşırı Uyumluluk’ Problemi
“Aşırı uyumluluk”, dışarıdan kusursuz gibi görünen çocukların genellikle iç dünyalarında bastırdıkları bazı sorunlar olduğuna işaret eder. Çocuklar abartılı bir uyum gösterdikleri her an; “Buradayım ama fark edilmek ve sevilmek için sıkıntı çıkarmıyorum” derler adeta.
Toplumumuzda “uslu çocuk” ideali oldukça yaygındır. Çocukların sessiz, sakin ve itaatkâr olmaları yetişkinler tarafından genellikle övgüyle karşılanır. Bir çocuğun hiç sorun çıkarmaması, “çok uslu” olması, söyleneni itirazsız yapması takdir edilir.
Oysa bu “aşırı uyumluluk”, dışarıdan kusursuz gibi görünen çocukların genellikle iç dünyalarında bastırdıkları bazı sorunlar olduğuna işaret eder. Çocuklar abartılı bir uyum gösterdikleri her an; “Buradayım ama fark edilmek ve sevilmek için sıkıntı çıkarmıyorum” derler adeta. Pek dikkat çekmez, kendi fikir ve ihtiyaçlarını ortaya koymaya çalışmazlar. Hem bir anlaşmazlıkla nasıl mücadele edeceklerini bilmedikleri hem de uyumun getirdiği sevgi ve onaya ihtiyaç duydukları için susarlar. Sınıfta “örnek öğrenci”, mahallede “uslu çocuk”, ailede “uyumlu evlat” olarak bilinirler.
Sevgi ve kabul görme ihtiyacı
Aşırı uyumluluk bir kişilik kusuru değil, çocuğun çevresine uyum sağlamak için geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır. Kendini ifade etmeye çalıştığında aldığı olumsuz yorumlar, tepki veya reddedilme deneyimleri, onun davranışlarını şekillendirebilir.
Örneğin çocuk bir ihtiyacını veya fikrini dile getirdiğinde ebeveyn sert tepki gösterir ve küsme davranışı gösterirse çocuğun zihninde “duygularını ifade edersen, sevgi ve kabul kaybolur” mesajı oluşabilir. Veya küçümseyici yorumlar alması çocuğun kendi fikir ve duygularını değerli görmemesine yol açabilir.
Bir diğer problem ise olumsuz geri dönüşlerin sıklığıdır. Sürekli uyarılmak, cezalandırılmak veya eleştirilmek, çocuğun kendi düşüncesini bastırmasına ve “uyum sağlamak daha güvenli” inancı geliştirmesine neden olur.
Böylece çocuk, içgüdüsel olarak uyumlu ve sessiz olmayı öğrenir. Amaç sevgi ve onayı kaybetmemektir. Zira kendi ihtiyaç ve fikirlerini ortaya koymak riskli görünür. Zaman içinde de kendini anlatamayan, duygularını hissetmekten bile korkan, sağlıklı bireyselleşme gösteremeyen birine dönüşür. Bu durum, stres ve kaygıya yol açarak fiziksel rahatsızlıklara; baş ve karın ağrısı, bulantı, çarpıntı gibi psikosomatik problemlere de sebep olabilmektedir.
Uyumda da denge gerekir
Uyum, sosyal hayata adapte olabilmek, bağ kurmak, arkadaş edinmek ve toplumun kurallarını öğrenmek için gereklidir elbette. Ancak her konuda olduğu gibi bunda da denge şarttır. Aşırı uyum, dışarıdan sorunsuz ve itaatkâr görünen çocukların iç dünyalarında kaygı, korku ve değersizlik gibi duygular birikmesine yol açar.
Ayrıca bu durum ilerleyen yaşlarda farklı sorunların tetikleyicisi de olabilir. Ergenlik döneminde özgüven ve kimlik sorunları, yetişkinlikte ise sınır koyamama, iş hayatında tükenmişlik ve “hayır” diyememe gibi problemler görülmesi muhtemeldir. Bu tablo, çocuğun sağlıklı bir ruh haliyle büyüdüğünü söylememize engel olur.
Gerçek kişiliğin gelişmesine izin vermek
Oysa doğal olan, çocuğun fikirlerini ifade edebilmesi, çatışmaya karşı dayanıklı olması ve aklına yatmayan durumlarda sorular sormasıdır. Çatışma, sorgulama ve gerekirse yetişkinlerle mücadele edebilme, çocuğun ileride ayakları yere basan, neyi neden yaptığını bilen, zararlı durumlar karşısında kendisini koruyabilen bir birey olmasını sağlar. Bugün ayrışmayı öğrenemeyen çocuk, yarın kendi sınırlarını çizmekte, iyi ve kötü arasında doğru tercihi yapmakta zorlanacaktır.
Bu nedenle çocuklarımızın gerçek kişiliklerini geliştirebilmelerini sağlamak, sahip oldukları duyguları kabul etmek, bunları isimlendirip ifade edebilmelerine fırsat tanımak gerekir. Kızmanın, kırılmanın, utanmanın veya negatif bir ruh halinde olmanın kötü ya da ayıp olmadığını anlatmak; istemediği zaman uyum sağlamak zorunda olmadığını hissettirmek, çocuğun kendini değerli ve güvende hissetmesini sağlar.
Çocuklarımızı fark edelim
Ebeveyn veya öğretmen olarak sessiz kalan çocuğu fark etmek kritik bir adımdır. Ona düşüncelerini paylaşabileceğini ve saygı çerçevesinde itiraz edebileceğini hissettirmek, kendisine çizdiği katı sınırları yumuşatır ve hata yapmayı normalleştirir. Örneğin bir sohbet sırasında sessiz kalan çocuğa “Sen ne düşünüyorsun? Bunu sevdin mi? Neyi değiştirebilirdik?” gibi açık uçlu sorular sormak, fikirlerini ifade etmesini teşvik eder.
Çocuklara günlük yaşamda seçim hakkı tanımak da oldukça önemlidir. “Dondurman çikolatalı mı olsun, çilekli mi?” veya “Tatilde denize mi gidelim, ormana mı?” gibi tercihli sorular, çocuğun “aktif karar verebilen” biri olmayı denemesini sağlayarak liderlik becerilerini destekler.
Çocuk hata yapma özgürlüğüne sahip olmadığında ise aşırı uyum kalıcı ve problemli bir davranış biçimine dönüşebilir. Bu nedenle güvenli alanlar oluşturarak çocuğa hata yapmanın normal olduğunu göstermek ve farklı tercihlerinde onu görüp takdir etmek gerekir.
Biraz destek
Çocuğumuz zamanla değişim gösterip daha sağlıklı bir hale bürünse de kimi zaman ortamdaki bir husustan rahatsız olup, aşırı uyumlanma ve içine kapanma eğilimi gösterebilir. Böyle zamanlarda onunla hemen göz teması kurmak, yanına oturmak veya elini tutmak gibi küçük destekler, varlığının fark edildiğini hissettirmek açısından çok değerlidir. Ayrıca, özgürce hareket edebileceği oyun alanları sağlamak, küçük gruplarda sorumluluk almasını desteklemek ve drama gibi farklı rolleri deneyimleyebileceği etkinliklere yönlendirmek, çocuğun kendi benliğini keşfetmesine ve güvenle büyümesine yardımcı olur.
Çocuklara alan açtığımızda seslerini duymaya ve duyurmaya başlayabilecek, kendi benlikleriyle tanışacak ve ayakları yere sağlam basan bireyler olarak büyüyeceklerdir. Bizim sorumluluğumuz onları izlemek, anlamak ve cesaretlendirmektir. Geri kalan süreç kendi fıtrat ve seçimleriyle şekillenecektir.