Aramak

Hikmet

Kalbin İsyanları

17. yüzyılın sûfî âlimlerinden Abdullah b. Alevî el-Haddâd kuddise sırruhû “Risâletü Âdâbi Sülûki’l-Mürîd: Müridin Edepleri” adlı kitabında şöyle der:

Mürid, kalbini vesveselerden (şüphe ve tereddütlerden), zararlı şeylerden ve çirkin düşüncelerden korumalıdır. Kalbinin kapısına vesvesenin girmesinden koruyacak bir murakabe bekçisi koymalıdır. Zira vesvese kalbe girerse onu bozar ve onu kalpten çıkarmak da zorlaşır.

Mürid, Rabbi’nin nazargâhı olan kalbini dünya arzularına yöneltmekten, kinden, düşmanlıktan, Müslümanları aldatıp hainlik etmekten, onlar hakkında kötü zanda bulunmaktan temizlemelidir. Onlara nasihatkâr, merhametli ve şefkatli olmalı, bütün Müslümanların hayırlı olduğuna inanmalıdır. İyilikten kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmeli, kötülükten ise kendisi için hoşlanmadığı şeyleri Müslüman kardeşleri için de hoş karşılamamalıdır.

Ey mürid! Bilmelisin ki kalbin öyle isyanları vardır ki bunlar diğer âzaların günahlarından daha kötü, daha çirkin ve daha kirlidir. Kalp bu günahlardan temizlenip kurtulmadıkça Allah Teâlâ’nın marifetine ve muhabbetine uygun hale gelmez. Bu günahlardan en kötüleri kibir, riya ve hasettir. 

Kibir, sahibinin son derece ahmak, cahil ve aptal olduğunu gösterir. Kendisinin kirli bir nutfeden yaratıldığını ve kısa bir zaman sonra atılmış bir leş gibi olacağını bilen bir kimse nasıl olur da kibirlenebilir? Bir kişide güzel özellikler varsa, bu Hak Teâlâ’nın fazlı ve keremi sebebiyledir. Bu faziletlerin ve güzelliklerin ne elde edilmesinde ne de korunmasında insanın bir gücü yoktur.

Cenâb-ı Hakk’ın fazl u keremiyle verdiği şeylerle O’nun kullarına kibirlenen kişi, yaptığı bu edepsizliğinden ve Rabbi’nin vasfı olan büyüklükte O’nunla rekabete yeltenmesinden dolayı verdiği nimeti elinden almasından korkmuyor mu?

Riya ise riyakârın kalbinin Allah Teâlâ’nın azametinden, heybetinden boş olduğunu gösterir. Çünkü o kimse kendisini ve işlerini Rabbi’ne değil, O’nun yarattıklarına beğendirmek için yapmaktadır. Kendisini başkalarına güzel göstermeye çalışmakta, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın onu bilmesiyle yetinmemektedir. 

Kim ki kullar beğensin diye sâlih amel işler, onlardan sevgi, saygı ve iyilik bekler, o kimse riyakâr, cahil ve dünyaya isteklidir. Çünkü zâhid bir kimse, insanlar ona hürmet gösterip yönelseler, hatta mallarını ona verseler dahi bundan hoşlanmaz, yüz çevirir. Halbuki riyakâr, âhiret amellerini vasıta yaparak dünyalık elde etmeye çalışmaktadır. Bundan daha cahili var mıdır?

Kişinin dünyada zâhid olmaya gücü yoksa onu sahibinden, yani Allah’tan istesin. Çünkü bütün mahlukatın kalbi O’nun kudreti ve iradesindedir. Allah Teâlâ kendisine yönelene dünyayı yönlendirir ve dilediği şekilde onun emrine verir.

Haset ise Hak Teâlâ’ya karşı açıkça düşmanlıktır. Mülkünde açıkça O’na karşı bir münakaşadır. Çünkü Cenâb-ı Hak bazı kullarına bir nimet vermişse şüphesiz ki dilediği için vermiştir. Eğer kul Mevlâsı’nın dilediğinin tam tersini isterse şüphesiz ki edepsizlik yapmış olur ve helâke müstahak olur.

Haset bazen şöhret ve mal sahibi olmak gibi dünya işleri için olur. Halbuki bunlar haset edilmeyecek kadar değersiz şeylerdir. Kişiye düşen, bu musibetle imtihan olan kimseye merhamet etmek ve kendisini bu haset belasından kurtaran Allah’a hamdetmektir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy