Aramak

Kurallar ve Kadılar

Kurallar ve Kadılar

Osmanlı’da kadıların staj süreleri üç yıldı. Görev süreleri Muharrem ayının ilk günü başlar, iki yıl sürerdi. Bu kısa görev süresi, kadının bulunduğu bölgede halkla aşırı samimiyet kurup taraf tutmaması için konulmuş bir tedbirdi.

Bir arada yaşamak zorunda bulunan insan için kurallar vazgeçilmezdir. İnsan ne dünyevî anlamda ne de yaratılış bakımından başıboş bırakılmış bir varlık değildir. Dolayısıyla kurallar beşerî olabileceği gibi rabbânî de olabilir. Beşerî olanlar insanların dünya hayatındaki huzuru için belirlenen, toplumun düzenini sağlayan yazılı veya yazılı olmasa da genel kabul görmüş kurallardır. Bunlara riayet, sorumluları tarafından takip edilir. 

Rabbânî kurallar ise Rabbimiz’in bizi sorumlu kıldığı emir ve yasaklardır. Bunlar hem dünya hem ebedî âhiret hayatında huzura kavuşmak için “el-Hakîm” olan Allah’ın belirlediği kanunlardır. Kur’an-ı Kerim’de: “Biz kıyamet gününde adalet terazileri kurarız; kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılanlar, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz” buyurulmuştur. (Enbiyâ 47)

Her toplumda bu kuralları belirleyen ve denetleyen yapılar vardır. Ecdadımız da toplumsal ve dinî kuralları yerine getirmeye gayret etmiştir. Dünyevî bir anlaşmazlık durumunda veya cezayı gerektiren bir hususta hak ve adaletin tecellisi için kadılara başvurmuşlardır. Klasik İslâm toplumunda hak ve hakikati ortaya çıkarmakla, adaleti sağlamakla sorumlu kişi kadıdır. Her biri birer fıkıh âlimi olan kadılar sadece davalara bakan bir hâkim değil, aynı zamanda toplumsal düzenin bekçisi, halkın güven kapısıdır.

Adalet hayatın içinde

Osmanlı’da Tanzimat’a kadar günümüzdeki gibi adalet sarayları, mahkeme binası yoktu. Kadı evde, camide, hatta çarşıda bile davalara bakabilirdi. Adalet, bir binanın duvarları arasında değil, halkın içinde tecelli ederdi. Bu yönüyle Osmanlı adaleti, halkın kolayca ulaşabileceği, hızlı işleyen bir sistemdi. Kadı her türlü davaya bakardı; miras, nikâh, borç, ceza, ticaret… Davalar kısa sürer, genelde tek oturumda sonuçlanırdı.

Kadı davayı davalının evinde bile görebilirdi. Böylece taraflar mahkemeye gelmekte zorluk çekmez, adalet gecikmezdi. Davalı ve davacı kim olursa olsun, kadı karşısında eşit muamele görürdü. Kadı insanlara kibirli ve sabırsız davranamazdı. Hatta kâtiplerin ve mübâşirlerin maaşını kendi cebinden öderdi. Bu, adaletin satın alınamayacağını ve devletin tarafsız bir mahkeme beklediğini gösteren önemli bir uygulamaydı.

Eğer kadı adalete aykırı davrandıysa teftiş geçirirdi. Suçlu bulunursa görevden alınır, insanlara verilen zararı da kendi malından öderdi. Bu, kadının hem dünyada hem âhirette sorumlu olduğunun farkında olması için güçlü bir caydırıcıydı.

İlginç uygulama

Osmanlı’da kadılar genellikle iyi eğitim almış, ilmî birikimi sağlam kimselerden seçilirdi. Atamalar padişahın fermanı ve şeyhülislâmın onayı ile yapılırdı. Kadıların staj süreleri üç yıldı. Görev süreleri Muharrem ayının ilk günü başlar, iki yıl sürerdi. Bu kısa görev süresi, kadının bulunduğu bölgede halkla aşırı samimiyet kurup taraf tutmaması için konulmuş bir tedbirdi.

Osmanlı kadısı sadece Müslümanların değil, devletin gayrimüslim vatandaşlarının da hukukunu gözetirdi. Yahudi ve Hıristiyanların kendi dinlerinin gereğince mahkemeler kurmasına müsaade edilirdi. Bir gayrimüslim isterse İslâm mahkemesine de başvurabilirdi. Rum Patrikhanesi 18. yüzyılda kendi mensuplarını İslâm mahkemesine başvurmaktan men etmeye çalışsa da Osmanlı hukuku buna engel olmadı.

Bu arada, zannedilenin aksine kadınlar da Osmanlı mahkemelerinde hayli aktifti. Nitekim 1789 yılında Galata Kadılığı’nda bakılan davaların dörtte birini kadınlar açmıştı. Kadıların kadınları dinlemesi, onların miras, boşanma ve nafaka gibi haklarını savunması, Osmanlı’da kadınların tamamen edilgen bir hayat sürmediğinin bir göstergesidir.

Adalet bir medeniyetin ayakta kalmasının teminatıdır. Osmanlı’nın asırlarca dimdik ayakta kalması sadece güçlü ordulara değil, adaletin yerli yerinde uygulanmasına dayanıyordu.

Bugün de toplum olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şey adalettir. Adaletin olmadığı yerde güven, güvenin olmadığı yerde huzur olmaz. Hepimiz hem kendi hayatımız hem bir şekilde irtibatta bulunduğumuz kişiler hakkında sorumlu davranmalı; ailemizde, işimizde, komşuluk ilişkilerimizde âdil davranmalıyız. Bir müminin, kendi nefsine bile adil davranması gerekir. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy