Huzur Arayışı
Hakiki huzur dış dünyada değil; insanın özünde, yaratıcıyla kurduğu irtibatta gizlidir. Bu hakikati dikkate almayan modern psikiyatri semptomları bastırmakla meşgulken, semptomun ardındaki derin çığlığı duymakta zorlanmaktadır. Bu tabloda ruhu tanımayan bir tıbbın çaresizliği barizleşmekte, bu yüzden de modern tıbba karşı alternatif arayışlar yaygınlaşmaktadır.
İnsanoğlunun asırlardır değişmeyen bir huzur arayışı var. Ancak bu huzur yalnızca konforla, maddî refah ve sağlıkla elde edilen bir nimet değil. Zira kalp huzurdan mahrumsa, gözün gördüğü rahatlık gerçek bir mutluluk doğurmaz.
Mesela vücut sağlığı elbette kıymetlidir; insanın hayatta kalmasını, işlerliğini, çevresiyle temasını sağlar. Lakin bu sağlıklı vücudun içinde sükûn bulmamış bir ruh mevcutsa, o beden ne kadar kuvvetli olursa olsun, içinde bir viraneyi taşımaktadır. İmam Gazâlî bu hakikati özlü bir şekilde şöyle ifade eder: “Bedenin gıdası yemek içmektir. Ruhun gıdası ise hikmet (hakikati idrak) ve marifettir Rabbi’ni tanımaktır).” (İhyâu Ulûmi’d-Dîn)
Modern tıp insan vücudunu bütün detaylarıyla tanımakta mahirdir; ancak bedenin ardındaki derin manayı, ruha ait incelikleri bilmez ya da çoğu zaman göz ardı eder. Çünkü ruh cihazlarla ölçülemeyen, laboratuvar ortamında analiz edilemeyen, fakat insanın hakiki mahiyetini oluşturan asıl cevherdir.
İnsan yalnızca et ve kemikten ibaret değildir. İnsan, mevcudiyetin manasını sorgulayan, kâinatla bağ kuran, ebediyete temas etmeye çalışan bir varlıktır. Bu yönüyle insan yalnızca vücut değil, ruhtur da.
Bu asırda ruhun ihmal edilmesinden kaynaklanan arızalar bedenin arızalarından daha yıkıcıdır. Ruhun ihmal edildiği bir sistemde en ileri teknik cihazlarla inşa edilen hastanelerle, en kalifiye doktorlarla verilen sağlık hizmetleri en baştan eksiktir. Zira insanı insan yapan, onun mana ile kurduğu bağdır. O bağ zedelendiğinde, zahirî gelişimini en üst seviyeye taşımış medeniyetler içinde bile yalnız, yorgun ve savrulmuş hisseder. Nitekim günümüzde olan da budur.
İnsanın Asıl Unsuru
Maddi refahın zirvesine ulaşmış Batı toplumlarında intihar oranlarının yüksekliği, sürekli alkol ve başka maddelerle uyuşma isteği, neredeyse herkeste görülen antidepresan ilaç kullanımı ruhî bir kamaşmanın alameti değil midir? Biyolojik olarak sağlıklı, varlıklı olan nice kişi, iç âleminde yıkıma uğramış hâlde hayatını devam ettirmektedir. Çünkü ruh geldiği asıldan uzaklaştırılıp fâni dünyanın kesafetine boğulduğunda bedenin huzuru sadece görüntüden ibaret kalır. Bu hâl insanın ne yediğiyle değil, hangi anlam ve değer sistemine göre bağlı yaşadığını açığa çıkarır. Kur’an-ı Hakim bu noktada bize asırlar öncesinden seslenir: “Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur, huzura erer.” (Ra’d 28)
Bu ilâhî beyan, fizik yasaları kadar kesindir. Bu yüzden manevi kalbini ihmal etmiş kişi ne kadar gülse de içten içe ağlar, ne kadar kazansa da doymaz, ne kadar dinlense de yorgundur. Bütün yaşamını içindeki derin boşluğu kapatma çabasıyla geçirir. İş, para, güç, sanat, spor, sosyal aktiviteler hep bu çabaların örnekleridir.
Hakiki huzur dış dünyada değil; insanın özünde, yaratıcıyla kurduğu irtibatta gizlidir. Bu hakikati dikkate almayan modern psikiyatri semptomları bastırmakla meşgulken, semptomun ardındaki derin çığlığı duymakta zorlanmaktadır. Bu tabloda ruhu tanımayan bir tıbbın çaresizliği barizleşmekte, bu yüzden de modern tıbba karşı alternatif arayışlar yaygınlaşmaktadır.
Ruh Hekimleri
En başından itibaren insanlığın asıl geleneği İslâm’dır. Tarihin şafağından itibaren peygamberler, hak dostları, hidayet rehberleri insanın bâtınına müdahalede bulunmuş, kalbi arındırarak aslî haline döndürmeyi hedeflemişlerdir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi vesellem bir hekimdir; fakat O’nun ilacı bedenin değil, kalbin yaralarını sarmaya yöneliktir. Bu yüzden “tabîbü’l-kulûb” diye anılır.
Nebevî öğretiyi her devirde yürürlükte tutmak isteyen tasavvufun da temel gayesi kalbi saflaştırmak, nefsi terbiye edip dizginleyerek beden ülkesinde ruhun nurunu ortaya çıkarmaktır. Mürşidler, modern psikoterapistlerin hayal bile edemeyeceği bir yaklaşımla insanın hem zâhirini hem bâtınını dikkate alarak onu hakikate taşımaya çalışan manevi rehberlerdir. Onlar yalnızca sözle yönlendirerek değil, halleriyle, hatta bakışlarıyla da irşad ederler. Çünkü hakikat bazen suskun bir bakışta, bazen de anlam yüklü bir sükûtta zuhur eder.
Bugün İslâm coğrafyasındaki dağınıklık yalnızca maddi sebeplerle izah edilemez. Asıl problem manevi rehberliğin zaafa uğramasıdır. Mümin olmanın mahiyetini ve izzetini hatırlatıp öğretecek hakiki mürşidler yerine Batı’dan ithal edilen reçetelerle Müslümanlar eğitilmekte, yönlendirilmekte ve aslî kimliklerinden uzak tutulmaktadır. Modern psikoloji insanı kendi nefsine hapsederken, mürşid-i kâmil insanı cemaatin, ümmetin, büyük kardeşliğin enginliğine taşıyarak Rabbi ile ve O’nun takdiriyle barışık kılmaya çalışır.
Zikir ve İtminan
Oyun, eğlence ve oyalanmayla kişiyi hayata bağlamaya çalışan terapiler ilâhî ikaza ters düşmektedir. Zira bunlar asıl bağlarından kopartarak kalbi öldürür; kalbi öldürenle de ruh dirilmez. O hâlde ruhun hekimi kalbi bilen kişidir. O hastayı eğlendirmeye değil, yüklerinden arındırmaya çalışır. Dünya putlarından kalbi temizleyip, oraya marufu, iyiyi, güzeli yerleştirir.
Hakiki huzur oyun ve eğlencede değil, Allah’ın zikrinde, Kur’an’da, tefekkürde, ibadette ve dünya ile teması azaltmada bulunur. Tekrar hatırlatalım; “kalp ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” Bu itminan vücudu zindeleştirir, hayata bütün dünyayı, hayatı, ölümü içine alan bir pencereden bakmayı sağlar. Modern dünyanın çılgın koşuşturması içinde kaybolan insanın huzuru hakiki secdede gizlidir. İmam Rabbânî hazretlerinin ifadesiyle: “Dünya zindan, zikir ise ferahlıktır. Kalp zikre alışırsa dünya da âhiret de güzelleşir.”
Netice olarak, insanın huzuru bedenin sıhhatinde değil, ruhun sükûnundadır. O sükûn bedenin acılarının da ilacıdır. Ve bu sükûnet modern psikolojinin sunacağı reçetelerde değil, ilâhî hikmetin rehberliğinde yürüyen kalp doktorlarının rehberliğindedir. Ruh tabibi çağın en büyük ihtiyacıdır.