Aramak

İSLÂM VE ÇEVRE

Çevre kavramı, yirminci yüzyılın sonlarından itibaren önce batıda, sonra bütün dünyada küresel bir mesele olarak gündeme gelmeye başladı. Öyle ki, ülkemizle birlikte pek çok ülkede bu konuyla ilgili bakanlıklar kuruldu, ana gündemi çevre olan siyasî partiler tesis edildi. Kısaca artık çevre dünyanın en önemli problemlerinden biri oldu.

Peki, acaba İslâm’ın çevre diye bir gündemi var mıdır? İslâm günümüzde çevre başlığı altında ele alınan konularda ne söylüyor?

Çevre nedir?

“Çevre”, insanların ve diğer canlıların hayatlarını sürdürdükleri yaşam alanıdır. Bütün canlı ve cansız varlıkları, yenilenebilir ve yenilenemeyen kaynakları, iklimleri, atmosferi ve biyolojik yaşamı kapsar. Ekonomik, toplumsal, kültürel değerlerin ve bunların karşılıklı etkileşiminin bir bütünüdür. 

Çevre kavramının kapsamının genişliği dikkate alındığında, bütün bilim dallarının ve disiplinlerin ortaklaşa kabul edebileceği bir tanım yapmak zordur. Bununla birlikte, akademik alanda çalışmalar yapmak, sosyal alanda savunmak, siyasî alanda politika üretmek ve adalet alanında hukuk kuralları geliştirmek için çevreyle ilgili bir tanımlama yapmak zorunluluk arz etmektedir.

Kavramın kökeni

Akademik alanda çevre üzerinde ilk çalışmalar fen bilimleri alanında yapılmıştır. Çevre kavramı “ekoloji” terimiyle eş anlama gelecek şekilde, biyoloji bilim dalında faaliyet gösteren ünlü bir Alman zoolog Earnst Haeckel (ö. 1919) tarafından ilk kez dile getirilmiş ve 19. yüzyılda ayrı bir bilim dalı olarak biyolojiden ayrılarak fen bilimleri arasında yeni bir inceleme alanı olarak ortaya çıkmıştır. Haeckel’e göre canlı organizmaların kendi aralarındaki ilişkiyi biyoloji, canlıların cansız varlıklarla olan ilişkisini ve etkileşimini ekoloji bilimi ortaya çıkarmalıdır. Ona göre canlıların kendi aralarında ve içinde bulundukları organik ve inorganik çevre ile olan ilişkilerinin tümünü araştıran bilim dalı ekolojidir.

Tanım çeşitli, maksat bir

Çevreyi pek çok farklı şekilde tanımlamak mümkündür. Bu tanımlar literatürde genellikle iki grupta tasnif edilir. Bazı kaynaklarda makro çevre-mikro çevre ayırımı, bazılarında ise fiziksel/cansız çevre-biyotik/canlı çevre ayırımı yapılmaktadır. Canlı ve cansız öğelerin bütünü çevreyi oluşturmakta ve birbiriyle sürekli ilişki içerisinde bulunmaktadırlar. 

Sosyal bilimlerde mevcut tanım ve tasniflerin yanında son zamanlarda çevreyle ilgili yeni yaklaşımlar, yeni tanım ve sınıflamalar da ortaya çıkmaktadır. Bunların içinde en çok dile getirileni, fiziksel çevre-toplumsal çevre ayırımıdır. 

Canlıların içinde yaşadığı, varlığını, özelliğini ve niteliğini fiziksel olarak algıladığı ortama fiziksel çevre denir. Fiziksel çevre de niteliğine bakılarak doğal ve yapay çevre olarak ikiye ayrılır. Oluşumunda insanlığın etkisinin olmadığı çevreye (dağ, deniz, göl, vb.) doğal çevre, insanın kendi amaçları doğrultusunda değiştirmiş olduğu çevreye (şehir, kasaba, konut, yol, baraj, vb.) yapay çevre denir. Yapay çevre meydana getirilmiş olduğu dönemdeki toplumun bilgi, teknoloji ve toplumsal değerlerini yansıtır. 

Toplumsal çevre ise insanların ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkilerinin tümünü içinde barındıran çevredir. Bu bakımdan toplumsal ve fiziksel çevre birbirini tamamlamaktadır.

Çevre, sadece yaşamın sürdürüldüğü geniş bir alan değil milyonlarca canlının yaşadığı dev bir ekosistemdir. Aynı zamanda çevre, insanlığın yaşamını idame ettirmesi için gerekli olan biyolojik ve fiziksel ihtiyaçlarını karşıladığı iktisadî çevre ve geçmişten geleceğe aktarılması gereken tarihsel ve kültürel değerler bütününü de içinde barındırmaktadır.

Hukukun konusu

Yukarıda da işaret edildiği üzere, çevre aynı zamanda hukukun da konusu haline gelmiştir. Çevreyi korumak için hem uluslararası hem ulusal hukuk mercileri bazı kural ve kaideler koymaktadır. 

Uluslararası Adalet Divanı’na göre çevre, bir soyutlama değil, doğmamış nesilleri de kapsamak üzere, yaşam kalitesi ve insanların, sağlığını ve yaşam alanını ifade eder. 

Türk Çevre Kanunu’na göre ise çevre, canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı oluşturur. 

Aynı kanunun 2. maddesinde “sürdürülebilir çevre” kavramından söz edilmektedir. Buradaki tanım gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fizikî vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi sürecini belirtir. 

1983 tarihli bu kanun çevreyi korumak ve geliştirmek adına birtakım kurumlar ve kurallar ihdas etmekte, hukukî altyapıyı tesis etmektedir.

İslâm’ın çevre gündemi

Çevre kavramıyla ilgili bu girişten sonra bu bağlamda hangi meselelerin gündeme geldiğini ve İslâm’ın çevre diye bir gündeminin olup olmadığını ele alalım, İslâm’ın bu konuda söylediklerine bakalım.

Önce İslâm’ın çevre diye bir gündemi olup olmadığıyla başlayalım. Bilindiği üzere İslâm sadece bir ibadet dini değildir. Zâriyât suresi 56. ayette insanlığın varlık sebebi olarak Allah’a kulluk etmek olduğu beyan edilir. Abdullah b. Abbas radıyallahu anh’a göre bu ayet, insanlığın yaratılış sebebinin Allah’ı tanımak yani marifetullah olduğunu söylemektedir. 

Hakikaten ibadetlerin nihayetinde bir amaç değil, insanı terbiye edip kemâlâta ulaştıracak, böylece Rabbi’ni hakkıyla tanıma, bilme mertebesine vardıracak bir araç olduğu aşikârdır. 

Bu nedenle İslâm dini sadece bazı ibadetlerden ibaret bir din değil; inancıyla, ahlâkıyla, günlük hayatını sürdürme biçimiyle büsbütün bir yaşam tarzıdır. 

Bu dinin temel kaynaklarına baktığınız zaman insanın Rabbi ile olan münasebetleri kadar, diğer insanlarla ve canlı-cansız varlıklarla ilişkileri hakkında da birtakım esaslar ve kurallar getirdiği görülmektedir. Zaten günümüzde İslâm hakkındaki en büyük yanılgı, onun sadece bir ibadet dini olduğunun zannedilmesidir. Pek çok insan namazı kılınca, orucu tutunca, hacca gidince tastamam bir Müslüman olunacağını düşünmektedir.

Kendimizdeki ve dışımızdaki ayetler

Fussilet suresinin 53. ayetinde beyan edildiği üzere, Allah’ın ayetleri “âfâkî” ve “enfüsî” olmak üzere ikiye ayrılır. Enfüsî olanlar kendi iç dünyasıyla, bedeni ve ruhuyla ilgilidir. İnsan, bedeniyle ruhuyla, maddi manevi olarak kendi varlığı hakkında tefekkür ettikçe Allah’a ulaşır. 

Kendi dışındaki bütün varlıklar da Allah’ın varlığına götüren delillerdir. İnsan kâinatı okuyup tefekkür ettikçe Cenâb-ı Hakk’a ulaşır. 

Bu nedenle bugün çevre diye tanımladığımız her şey, varoluşsal bir kıymet taşır. Tasavvufî düşüncenin temel ilkelerinden olan “yaratandan dolayı yaratılanı hoş görmek” anlayışı, yaratılana saygı duymayı, koruyup kollamayı da kapsar. 

Ayetlerde tabiat varlıkları

Allah Teâlâ pek çok ayette yere, göğe, suya, toprağa, deveye, sineğe, canlı cansız pek çok varlığa dikkat çeker ve bunları bir ibret vasıtası olarak takdim eder. Öyleyse bütün varlık alemi Allah Teâlâ’nın varlığına bir delil, hakikate götüren bir vesile olduğundan, gereken saygıyı, koruyup kollamayı hak etmektedir.

Diğer taraftan pek çok ayette bütün varlıkların insanoğlunun faydalanması için yaratıldığı, insana âmâde kılındığı beyan edilmektedir. İnsanın da Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla Allah’ın mülkünde emanetçi olduğu buyurulmaktadır. Canlı cansız insanlığın hizmetine tahsis edilmiş bütün varlıklara emanet gözüyle bakmak, zarar verecek her şeyden uzak durmayı, dahası, güzelce koruyup kollamayı gerektirir.

İman ve yollar

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

“İman yetmiş (bazı rivayetlerde altmış) küsur özelliktir (şubedir). En yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.” (Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Nesâî, Îmân 16; Tirmizî, Birr 80; Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9)

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, rivayetteki yol ifadesini insanların yaşam alanları şeklinde anlarsak, çevreyi temiz tutmak, dahası zarar vermemek, koruyup kollamak imanın bir bölümünü teşkil etmektedir. Dolayısıyla bir Müslüman için kelime-i tevhid nasıl bir iman meselesi ise çevre hassasiyeti de bir iman meselesidir.

İslâm ne istiyor?

Günümüzde çevre başlığı altında ele alınan başlıca konular ve bunlar hakkında dinimizin dikkat çektiği hususlar şunlardır:

• Su

İçilebilir temiz su kaynakları, paylaşımı, temizliği, israfı gibi konular bu bağlamda ele alınan başlıca konulardır. Kur’an-ı Kerim, “Biz, bütün canlıları sudan yarattık” (Enbiya 30) ayetiyle suyun ne kadar hayatî olduğunu ifade eder. Dünyadaki yaşam alanlarına baktığınız zaman neredeyse tamamının suların etrafında olduğunu görürsünüz. Bu nedenle suyla ilgili her şey çok önemlidir.

Dünyadaki toplam suyun %97,5’i deniz ve okyanuslardaki tuzlu su, %2,5’i ise tatlı su olup, bunun da sadece binde onu kullanılabilir niteliktedir. Buzullar ve yer altı sularının dışındaki bu binde on oranındaki kullanılabilir tatlı suyun dünya genelinde %70’i tarım, %20’si sanayi ve %10’u evsel kullanım içindir. 

İnsanın Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi sıfatıyla Allah’ın mülkünde emanetçi olduğu buyurulmaktadır. Canlı cansız insanlığın hizmetine tahsis edilmiş bütün varlıklara emanet gözüyle bakmak, zarar verecek her şeyden uzak durmayı, dahası, güzelce koruyup kollamayı gerektirir.

 

Diğer yandan barajların arkasında tutulan su miktarı 1960’tan bu yana dört katına çıkmıştır ve toplama alanlarında üç ilâ altı kat daha fazla su tutulmaktadır. Nehirlerden ve göllerden su çekilmesi 1960’tan bu yana iki katına çıkmıştır. Artan nüfusla birlikte suya olan talebin yükselmesi ve su kirliliği çoğu ülkede su sorununun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Fıkıh kitaplarının ilk konusu bilindiği üzere temizliktir. Temizliğin de ilk konusu sudur. Sadece ibadet için değil, genel temizlik için de hangi suların kullanılabileceği hususu bu başlık altında ele alınmaktadır. Havuzlarda ve kuyularda biriken sular, dere, nehir gibi akarsular, göl ve denizlerdeki sularla ilgili hükümler fıkıh kitaplarının üzerinde durduğu önemli konular arasındadır. 

Suların temizliği yanında israf edilmemesi de bir diğer başlıktır. Bir nehirden abdest alırken bile suyun israf edilmesi menedilmiştir. 

Diğer taraftan, özel çabayla çıkarılan kuyu suları veya tesisatla çekilen sular hariç, doğada kendiliğinden bulunan pınar, dere, nehir, göl, deniz suları özel mülkiyete konu olamaz. Bu sular kamuya aittir ve herkesin yararlanma hakkı vardır. Yani İslâm, su gibi hayatî derecede önemli bir varlığı ortak mal olarak kabul etmiştir. 

Günümüzde su çok stratejik bir varlık haline gelmiştir. Bazı ülkeler elindeki su varlığını silah olarak kullanmaktadır. Gelecek nesillerin de sağlıklı bir yaşam sürmeleri için su konusunda çok hassas davranmak gerekmektedir. Su kaynaklarını kirletmemek, dikkatli kullanmak dinimizin bir gereğidir.

• Toprak

Fiziksel çevrenin en önemli ikinci unsuru topraktır. Yaşamak için besine, sağlıklı besin için de toprağa ihtiyaç vardır. Erozyon, yanlış sulama teknikleri, ormanların yok olması, endüstriyel gelişme, sanayileşme, şehirleşme, tarım ilaçları, evsel ve sanayi atıklarının ayrıştırılmadan atılması gibi sebeplerle toprak unsuru ciddi zarar görmektedir. 

Bu konuda en büyük tehlike erozyondur. Tüm Batı Avrupa ülkelerinde toplam 25 milyon hektar alan erozyon riski taşırken, ülkemizde yaklaşık 57 milyon hektar alanın aşırı erozyon riski taşıması oldukça düşündürücüdür. Erozyonun büyük kısmı tarım arazilerinde görülmektedir. İşlenen tarım arazilerinin %75’i (yaklaşık 20 milyon hektar) yoğun erozyona maruz kalmaktadır. Türkiye’de akarsularla alandan taşınan toprak korkunç rakamlara ulaşmıştır. 

Erozyonun yanında yanlış şehirleşme, sanayi ve ulaşım faaliyetleri de ciddi bir sorundur. 1978-1996 yıllarında verimli tarım alanlarının %10’u maalesef betonlaşmaya kurban gitmiştir. Bu konuda devlet kadar vatandaşın da gereken hassasiyeti göstermesi, tarım alanlarının korunmasında elinden geleni yapması icap eder.

• Hava

Hayatın olmazsa olmaz unsuru olan hava, günümüzde tarihte hiç olmadığı kadar kirlenmiştir. Bu kirlilik hem insan yaşamının kalitesini hem de diğer canlıların ve bitkilerin yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. 

Hava kirliliğinin yol açtığı sorunların başında insan sağlığını etkileyen türlü hastalıklar gelmektedir. Son yüzyıllarda batıda başlayan ve bütün dünyayı etkileyen sanayi üretiminin doğurduğu hava kirliliği o kadar büyük boyutlara varmıştır ki, dünyanın iklimi değişmiş, küresel ısınma ve onun doğurduğu ciddi problemler ortaya çıkmıştır. 

Mesela buzulların erimesiyle deniz seviyelerinin yükselmesi, yakın gelecekte bazı ülkelerin tamamen ortadan kaybolmasına, bazı ülkelerin ise ciddi oranda toprak kaybetmesine yol açacaktır. 

Küresel ısınmanın bir diğer sonucu, iklim sıcaklıklarının değişmesine, orman yangınlarına, temiz su kaynaklarının kaybolmasına, çölleşmeye yol açmasıdır. Bu sorun kısa vadede bazı coğrafyaları fazla etkilemeyebilir ama uzun vadede bütün insanlık ciddi olarak etkilenecektir.

• Diğer canlılar ve bitkiler

Aslında toprak unsuru bağlamında ele alınması gereken bu konu, çevre problemlerinde özellikle vurgulanması gereken bir mevzudur. Konuya hangi açıdan bakarsak bakalım, ciddi problemlerle karşı karşıya olduğumuz aşikârdır. 

İnsan açısından bakacak olursak, sağlıklı bir yaşam için sağlıklı bitkiler, sağlıklı hayvanlar gereklidir. Mesela aşırı avlanma sonucu yok olma noktasına gelmiş keklikler bugün ciddi bir tehlike haline gelmiş kenelerin doğal çözümüdür. Yanlış avlanma yüzünden etrafı denizle çevrili ülkemizde yeterli deniz ürünü ve balık kaynağı kalmamıştır. 

Mahsulü korumak ve daha çok ürün almak adına uygulanan yanlış tarım ilaçları hem ekosistemi hem de besin sağlığını bozmakta ve insan için tehlike arz etmektedir. 

Konuya hayvanlar ve bitkilerin kendisi açısından bakacak olursak, onlar da canlıdır ve hayatı değerlidir. Korunmayı hak etmektedir. Meşru bir sebep olmadıkça bitkiye, hayvana zarar vermek helal değildir. 

Hayvanlar konusunda Hz. Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in tutumu dikkat çekicidir. Hayvanlara zarar verilmesini ve eziyet edilmesini yasaklamış, sebepsiz yere öldürülen bir serçenin bile kıyamet günü Allah’a hâlini arz ederek davacı olacağını söylemiştir. (Nesâî, “Dahâyâ” 42)

Sözleri ve tavırlarıyla hayvanların barınma, beslenme, hastalıklardan korunma gibi haklarına karşı duyarlı olmayı öğreten Resûlullah Efendimiz, sevgiyle yaklaştığı hatta söyleştiği hayvanların yaralarını tedavi etmiş, onların eğlence amacıyla dövüştürülmesini, hedef tahtası olarak kullanılmasını ve ağır yükler altında ezilmesini yasaklamıştır.

Ormanlar

Son zamanlarda canımızı çok acıtan bir konu da orman yangınlarıdır. Hem insan hayatı için hem de pek çok canlı için ormanlar çok önemlidir. Ormanların varlığı, erozyonu önleme, temiz hava, düzenli yağış ve su kaynaklarını koruma başta olmak üzere stratejik bir husustur. 

Ormanlarımızın tek sorunu olmasa da en büyük sorunu yangınlardır. Yangınlar daha önce de oluyordu ama son yıllarda ortaya çıkan çok büyük ve sık yangınlar, uzmanlara göre daha çok küresel ısınma ve iklim değişikliğinden kaynaklanıyor. 

Küresel ısınmanın ana sebebi de insanların hem bireysel tüketimde hem sanayi tüketiminde fosil yakıtları kullanıyor olmasıdır. Birleşmiş Milletler’in araştırmaları da bunu doğruluyor. Şöyle ki, iklim krizi ve arazi kullanım değişikliği sonucu aşırı orman yangınlarının sayısının 2030’a kadar %14, 2050’ye kadar ise %30 artabileceği öngörülüyor. Bu oranın yüzyılın sonuna gelindiğinde ise %50’ye çıkacağı tahmin ediliyor. 

İnsan faaliyetleri sadece fosil yakıtlarla da sınırlı değil. Hatta çıkan her on yangının dokuzunda insan parmağı var. Uzmanlara göre ormanları turizme, madenlere ve yerleşime açmayı da içeren yanlış imar kararları veya doğrudan ormanın içerisinden geçirilen elektrik hatları yangınlarda rol oynuyor. Bahsi geçen tüm yanlış kararlar ilk kıvılcımı çakıyor. Buna insanların doğaya bıraktıkları cam, izmarit gibi atıklarla anız yakma, piknik yapma gibi kontrolsüz ateş kullanımını da eklemek gerekiyor.

Mekke’de ve Medine’de “harem bölgesi” ilan ederek bir yeşil ot koparmayı bile yasaklayan, kıyametin kopacağını bilse bile elindeki ağacı dikmeyi emreden bir dinin mensupları olarak yaşadığımız coğrafyadaki yangınlarda insan unsurunun bu kadar etkili olması kabul edilebilir bir şey değil.

En temel sorun

Maksadım yaşadığımız çevre problemleriyle alakalı geniş bir malumat vermek değil elbette. Biraz detaya girmemin sebebi, karşı karşıya olduğumuz sorunun ne kadar büyük olduğuna dikkat çekmektir. 

Esasen hangi sorunu konuşursak konuşalım temelinde insan unsuru bulunuyor. Siyasetten de konuşsak, ekonomiden de eğitimden de konuşsak, söz dönüp dolaşıp insana geliyor. 

Bütün sorunlar için geçerli bir hakikat var: Sorunların büyüklüğü insan kalitesiyle ters orantılı. İnsan kalitesi arttıkça sorunlar azalıyor, küçülüyor. O halde yapmamız gereken şey insanın kalitesini artırmak.

Bize göre insan kalitesini artırmanın yolu, insanı kâmil yapmaktır. Bunun yolu da kâmil imandan geçer. Bu da hak din olan İslâm’ı doğru anlamak, doğru ve güzel yaşamakla mümkündür. 

Bir toplumun kalitesi, o toplumu oluşturan bireylerin en zayıfı kadardır. Kabul edelim ki içinde yaşadığımız toplum maalesef İslâmî değerlerle yetişmiş, İslâm’ı esas alan bireylerden müteşekkil bir toplum değildir. Çünkü insanımızın ortalama dinî bilgisi ve anlayışı çocukluk çağlarında gidilen yaz Kur’an kurslarıyla sınırlıdır. O da gittiyse... Ne yazık ki ortalamamız budur. 

Ayrıca son yüzyılda bireysel ve toplumsal değerler için referans olarak kabul edilen adres İslâm değil, Batı’dır. Kapitalist, materyalist hayat felsefesi toplumumuzu, insanımızı mahvetmiştir. Bazıları batıdaki çevre duyarlılığının gelişmişliğine bakarak itiraz edebilir. Doğrudur, orada ciddi bir çevre duyarlılığı vardır, ama bilimsel verilere bakıldığında küresel ısınmaya sebep olan karbonhidrat salınımında batılı ülkeler hâlâ ilk sırada gelmektedir. Hatta bugünkü çevre felaketinin sebebi Batı’dır. 

Bize göre insan kalitesini artırmanın yolu, insanı kâmil yapmaktır. Bunun yolu da kâmil imandan geçer. Bu da hak din olan İslâm’ı doğru anlamak, doğru ve güzel yaşamakla mümkündür.

 

Kendi ellerimizle yaptıklarımız    

Çevrenin ciddi bir sorun haline gelmesinde en önemli sebep, insanın âhireti unutup dünyaya bağlanmasıdır. Dünya nimetlerinden yararlanırken daha çok mal elde etme ihtirası, olabildiğince dünyadan zevk alma arzusu, insanoğlunun haddini aşmasına ve doğayı mahvetmesine yol açmıştır. 

Rum suresinin 41. ayetinde Rabbimiz “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor” buyururken, bu hakikati ifade etmektedir. 

Yerde, gökte düzen bozuldu bir kere. Bu da insanoğlunun marifeti maalesef. Bugün yaşadığımız ve adına çevre sorunu dediğimiz şey, bunun sonucu. 

Çare, insanın Rabbi’ne dönmesi, nefsini dizginlemesi, Allah’ın razı olduğu bir kul olmasıdır. Böylece belki Allah lütfeder de bütün insanlığın sonunu getirecek bir felaketten korur. 

Ancak ne yazık ki insan bu hakikati anlamaktan da uzak görünmektedir. Dolayısıyla çevre sorunlarının doğurduğu acıları yaşamaya bir müddet daha devam edeceğiz gibi görünüyor. 

Etiketler:
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy