Aramak

Başyazı

İSTİKAMET ÜZERE

Müberra Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fâtiha suresinde Allah Teâlâ’yı hamd ve sena ile övdükten sonra kulun istediği ve istenmesi emredilen ilk şey dosdoğru yolda olmaktır.

Daha çok “istikamet” şeklinde ifade edilen doğruluk; doğru hedef üzere yolda olma, sabit ve kararlı durma, dengeli hareket etme gibi anlamlara gelir. İslâm’ın hükümlerince hareket etmeye, Allah’a itaat ve Resûlü’nün sünneti üzere yapıp eylemeye ve bu çizgiden ayrılmamaya “istikamet sahibi” veya “dosdoğru” olmak denir.

Müberra Kitabımız’da İslâm, “dosdoğru din” olarak tarif edilmiştir. Hz. Yusuf aleyhisselâm hapishane arkadaşlarına hakkı tebliğ edip İslâm’ı anlatırken, tevhid üzere bulunup şirkten uzaklaşmayı, yalnız Allah’a ibadet etmeyi “dosdoğru din” şeklinde tarif etmiştir. (Bkz. Yusuf 40) 

Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e hitap eden ayetlerde de sapkınlıklardan uzaklaşıp İslâm üzere yaşamak ve Allah’a yönelmek “dosdoğru din” olarak tanımlanmıştır. (Bkz. Rum 30)

Buna göre istikamet önce insanın imanında olmalıdır. Mümin imanından asla taviz vermemelidir. Kalbi şaşmamalı, bâtıl inanışlara meyletmemelidir. Bunun için ehl-i sünnet istikametten ayrılmamalı, eski ya da yeni bid’atların tuzağına düşmemelidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin izinde gitmeli, ehl-i irfanı rehber edinmelidir. Kur’an okumalı, Allah Resûlü sallallahu aleyhi vessellem’in hayatını, mücadelesini öğrenmeli, O’nun sahabilerini yakından tanımalıdır. Bunlar imanı kuvvetlendiren hususlardır.

Fâtiha suresinde istikamet tarif edilirken, “Nimetine erdirdiklerinin yoluna” denilerek peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerin itikadı ve ameli tarif edilmiştir. “Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” denilerek de zamanında hak peygamberlerin tebliğine ve kitabına muhatap olmuş, ancak sonra o itikattan sapmış ümmetlere dikkat çekilmiştir. Onlar peygamberlerinin öğrettiği tevhid ve sahih itikattan sapmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de, “Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma…” (Âl-i İmrân 8) şeklinde öğretilen duada da imandan ayrılmadan hak üzere kalabilmenin önemine işaret edilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan Alak suresinin ilk beş ayetinde dosdoğru bir iman tarif edilmiştir. “Oku” emrinin peşinden, “Yaratan Rabbin’in adıyla oku” buyurularak bu okumanın istikameti tarif edilmiştir. Peşindeki ayetlerde de Allah’ın kerem sahibi olduğu, insanı yoktan var ettiği, bir kan pıhtısını kâinatın en mükemmel varlığına dönüştürdüğü bildirilerek imandan sapmamak öğretilmiştir.

İstikamet, ikinci olarak da amelde olmalıdır. Mümin imanında sabit kalmakla beraber imanın gerektirdiği, İslâm’ın öğrettiği amelleri de yapmalıdır. Farzları yerine getirmeli, haramlardan sakınmalıdır. Bunu vacip ve sünnet amellerle desteklemeli, müstehap ve nafilelerle de perçinlemelidir.

Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz’den birisi Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’e “Bana İslâm’la ilgili öyle bir şey söyle ki, başka kimseye soru sormama gerek kalmasın” dedi. Bunun üzerine Hz. Resûlullah; “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol” buyurdu. (Müslim, İman 62)

İstikamet, imanla beraber gelen bir ahlâk, imanın bir yansımadır. Ara sıra iman edene mümin denmez. Ara sıra yalandan, hırsızlıktan, içkiden, kötü ahlâktan kaçınana, “haramdan kaçan” denmez. Ara sıra namaz kılana “namaz ehli” denmez. Ticaretinde zaman zaman dürüst olup zaman zaman aldatana da “dürüst tüccar” denilmez.

Dünyevî hallerde de durum böyledir. Anne baba, aile, evlilik, komşuluk, arkadaşlık gibi ilişkilerde sadakat, doğruluk ve istikamet aranır. Buna göre istikamet dünyevî ve uhrevî her hususta olmalıdır.

Mümin dünyevî çıkar ve menfaatine göre bir öyle bir böyle olmaz. Rabbi’nin emrine göre dosdoğru hareket eder.

Allah Teâlâ, “Rabbimiz Allah’tır” diyerek iman sahibi olan kullarının, sonra da dosdoğru bir amel üzere oldukları takdirde korku ve üzüntü içinde olmayacağını, istikametlerinin karşılığı olarak içinde devamlı kalmak üzere cennet ile mükâfatlanacağını müjdelemiştir. (Bkz. Ahkâf 13-14)

Doğru bir imana sahip olduğu halde amelini düzeltmeyen, haramlardan sakınmayan, farzları ihmal edenler ilâhî cezaya müstahak ve imanlarının zayıflamasına sebep olurlar. Hayatlarının bereketinden ve ilâhî lütuflardan mahrum kalırlar.

Hz. Âdem aleyhisselâm’dan Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e kadar bütün peygamberler ümmetlerine iman ve amelde istikameti tarif etmiş, onu kazandırmanın mücadelesini vermiştir.

İstikamet sahibi sâlih müminlerle, rabbânî âlimlerle birlikte olmak, nasihatlerini dinlemek, hak dostlarını sevmek, kişinin zamanla istikamet sahibi olmasını sağlar. Bütün arzusu dünya olan, işine nasıl geliyorsa öyle hareket eden, bir öyle bir böyle davranan, karakter sahibi olmayan kişilerden uzak durulmalıdır.

İstikamet sahibi olmak kişiyi manen olgunlaştırır, geliştirir, güçlendirir. Bu kişilerin ailelerinde karakterli, olgun, imanlı, dünya işlerinde de başarılı nesiller yetişir. Büyük zâtlar, topluma faydalı kişiler bu şekilde yetişir. Gelecek nesiller ancak böylelikle inşa edilebilir.

Allah dostları manevi terbiyede de istikameti gerekli görmüşlerdir. İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû der ki: “Manevi terbiyenin başında olan kimseye şart olan, ilk olarak yapılması gereken hüküm ve vazifelerde istikamet üzere olmasıdır. Ârif olana düşen de nihayetteki edeplerde istikamet üzere olmasıdır. Bu kimselerin istikamet sahibi olduğunun alameti, muamele ve ibadetlerine bir gevşeklik karıştırmamasıdır.

Manevi terbiyenin ortasında olan kimsenin istikamet sahibi olmasının alameti, bulunduğu makamlarda bir duraksama yaşamaması ve hallerini güzel görüp olduğu halde kalmamasıdır.

Manevi terbiyenin sonunda olan kimsenin istikamet sahibi olmasının alameti, Hakk’ı müşahedelerine perde olacak bir şeye takılmamalarıdır.” (Risale, 411-412)

Her ibadet, kula emredilen her amel dosdoğru olmayı öğretir. Namaz; tahareti, kıbleye yönelmesi, kıyamı, rükuu, secdesi, oturuşu ile bir duruşu öğretir. Bunu her gün beş vakit, kırk rekâtta tekrar eder.

Hac; kefen misali ihramı, Arafat’ta vakfesi, Kâbe’de tavafı, Safa Merve’de sa’yi ile dosdoğru bir duruşu öğretir.

Zekât; hakikatte malın sahibinin Allah olduğunu, bir kısmını elinden çıkartarak onu kalbinden söküp atmayı, dünyaya boğulmama kararlılığını öğretir.

Oruç; en büyük hazlardan olan yeme içmeyi frenlemeyi, nefsin isteklerini dizginlemeyi öğretir.

Müminin zulmün ve zalimin karşısında durması, mazlumun yanında olması, ona madden ve manen destek olması da istikametin yansımasıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem müminin haksızlıklar karşısındaki duruşunu tarif ederken, “gücü yetiyorsa eli ile düzeltsin” demiştir. “Buna imkânı yoksa dili ile, ona da imkanı yoksa kalbi ile kerih görmesi” şeklinde haksızlık ve zulme karşı bir duruşu tarif etmiştir. 

Şu halde müminin dosdoğru olması haksızlıklar karşısında tepki vermesini gerektirir. Bir tarafta müminler haksızlık ve zulüm altında iken her şey normalmiş gibi hareket edilemeyeceği, onların derdiyle dertlenmek gerektiği, onlar için bir şeyler yapmak gerektiği öğretilmiştir.

Mümin ancak dosdoğru, istikamet üzere olarak bir şahsiyet, olgunluk ve kulluk şuuru elde edebilir. Aksi halde imanın gerektirdiği duruşu kaybeder.

Rabbim bizi istikamet ve doğruluktan ayırmasın. Tevfik ve inayeti ile… 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy