Alaska Zirvesi’nden Sonuç Çıkar mı?
Ukrayna-Rusya krizi, Batı’nın kışkırtmaları nedeniyle uzun süredir devam ediyor. Rusya’nın tavrının da bu gidişattaki payı ve rolü büyük elbette. Ancak meseleye genel çerçeveden baktığımızda Avrupa’nın ve özellikle de Biden yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin tavrı krizin derinleşmesine ve çözümsüz kalmasına neden oldu. Joe Biden yönetiminin gidişinin ardından hikâye bambaşka bir noktaya evrildi. Yeni Başkan Donald Trump, savaşları bitireceği söylemiyle seçimlere girdi ve kazandı. Mart 2021’den bu yana devam eden savaş Kremlin yönetimini de yorunca barış müzakereleri kaçınılmaz oldu.
Detaya geçmeden bir hakikatin altını çizelim: Trump Putin’i çok sevdiğinden yahut Ukraynalı sivillerin can güvenliğini düşündüğünden değil, tamamen ekonomik sebeplerle bu gidişatı durdurmak için düğmeye bastı. Çünkü Washington yönetimi artık Ukrayna’yı fonlamak istemiyor. Çünkü 250 trilyon dolar civarında borcu var.
Hal böyleyken, bu gerilimi nihayete erdireceğini söyleyen Trump her iki lidere de mesajlar vererek önemli mesafe katetti. Beyaz Saray’a davet ettiği Zelenski’yi dünyanın gözleri önünde fırçaladı. Zaman zaman Rusya’ya yönelik sert mesajlar da verdi. Putin bu tutumun altında kalmasa da Alaska’da Trump’la bir araya gelmeyi kabul etti ve görüşme geçen ay gerçekleşti. İki lider birbirlerine isimleriyle hitap edecek kadar samimi görüntüler verse de Putin Ukrayna’da toprak, Trump ise daha fazla gürültü çıkmadan bu işin nihayetlenmesini talep ediyor.
Peki bu “samimi görüntüler”in altından ne çıkacak? Öyle görünüyor ki Trump, Zelenski’den Ukrayna birliklerinin Donetsk ve Lugansk illerinden tamamen çıkartılmasını isteyecek. Rusya’dan da Herson ve Zaporog illerindeki hareketine son vermesini... Rus yönetiminin bu talebe ne cevap vereceği merak konusu. Ama şurası kesin: Rusya dört yıldır devam ettirdiği, uğruna binlerce askerini ve milyar dolarlarını kaybettiği bir mücadeleden istediğini almadan kolay kolay vazgeçmeyecek.
Rusya’yla Masaya Oturan ABD İsrail’e Sessiz
Kuzeyde böyle gelişmeler yaşanırken, insanlık tarihinde çok büyük zulümlere şahitlik etmiş Ortadoğu’da tam tersi bir vaziyetle karşı karşıyayız. İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze’de başlattığı katliam şiddetini her gün biraz daha artırarak devam ediyor maalesef. Resmî olmayan rakamlara göre 70 binden fazla sivilin katledildiği saldırılar, vicdanları kanatan tablolar ortaya çıkartıyor. Terör devleti İsrail, katliam devam ederken Gazze’yi abluka altına alıyor ve dünyanın çeşitli yerlerinden özellikle de Türkiye’den gönderilen yardımların bölgeye ulaşmasını engelliyor. Kurşunların ardından füze saldırıları altında can veren masumlar, şimdi de açlıkla mücadele ediyor. Tek vazifesi yaşananları tüm gerçekliğiyle uluslararası kamuoyuna duyurmak olan basın mensupları da aynı akıbete maruz kalıyor. Netanyahu ve katliam kabinesi, sıradan bir kişinin bile sahip olması gereken en temel özellikleri yitirmiş bir şekilde Gazze’de alçaklığın tarihini yazıyor.
ABD Başkanı Trump, iktidara gelirken Ukrayna gerilimi ve Gazze’de yaşanan insanlık krizini işaret ederek; “Ben savaş başlatmayacağım, savaşları sona erdireceğim” demişti. Ukrayna için tamamen “duygusal” gerekçelerle adımlar atıyor. Fakat Gazze konusunda katliamın aktörlerine açıktan destek veriyor. Çünkü birincisi, İsrail’in Gazze’de masum insanları katletmesinin ekonomik açıdan ABD’ye bir zararı yok. Aksine, Trump hayal ettiği projeyi gerçekleştirebilirse Gazze üzerinden ülkesine önemli ölçüde para kazandıracak. Bu nedenle göreve geldiği günden beri Yemen’den İran’a 600’e yakın hava saldırısı düzenledi. Bu nedenle Gazze’deki mazlumların adını bile ağzına almıyor.
Şimdi ise tam işgalden söz ediliyor. Eğer Avrupa Birliği (AB) bu kadarına da artık dur demezse başına büyük felaketler gelecek. Yalnızca ABD’nin değil tabii. Olan bitene sessiz kalarak dolaylı destek veren İslâm aleminin de. Zira Allah öyle buyuruyor: “Zalimlerin yanında olmayın. Sonra ateş sizi de yakar...” (Hûd 113)
Yahudi Masallarıyla Sürdürülen Vahşet
Adına teknoloji çağı denilen, iletişim araçlarının yeryüzünün herhangi bir yerinde yaşanan bir hadiseyi anında dünyanın öbür ucuna ulaştırabildiği bir dönemde, dünyanın gözleri önünde katil İsrail mazlum Gazze halkına soykırıma devam ediyor. Netanyahu, Gazze’nin tamamen işgali için orduya talimat verdi. 60 bin yedek askerin Eylül ayının başında hazır olması istendi. Bu durum, soykırımın artık yeni bir aşamaya geçtiği ve kadim şehir Gazze’de çok daha kötü görüntülerle karşı karşıya kalacağımız anlamına geliyor maalesef.
İsrail’in soykırım kabinesi kendi kitlesini ikna etmek, insanlık onurunu ayaklar altına alacak ve vicdanları yaralayacak operasyonlara kendince meşru zemin hazırlamak için dinî referanslar kullanmaya devam ediyor. Daha önce Gazze halkına reva görülen zulmü, Amalakler’e karşı verilen savaşa benzetmişti. Amalekler, adlarının tarihten silinmesinin “Tanrı” tarafından emredildiğine inanılan ve Yahudilerin en eski lânetlenmiş düşmanları olarak anlatılıyor. İşgale “Gideon’un Arabaları” adını vermesinin sebebi de bu.
Sapkın siyonist inanca göre, Tanrı savaşması için bir yargıç olan Gideon’u seçiyor. Gideon da trompet, meşale ve 300 kişilik bir orduyla, Arap halkı Midyanlıları’ı yeniyor. Siyonistler, Gideon’un savaşı askerî güçle değil, kendisine rehberlik eden ilâhî güce duyduğu güvenle kazandığına inanıyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım planını yalnızca askerî bir operasyon olarak görmeyen İsrail, masum bir halkın yerinden edilerek sistematik olarak yok edilmesini sapkın ideolojilerindeki gerekçelere bağlıyor.
Her ne olursa olsun, tarih acımadan katleden, evleri yıkan, ocakları söndüren, şehirleri dümdüz eden zalimlerin hüsranla biten hikâyeleriyle dolu. Uydurma olmayan, yüzde yüz gerçek kahramanların destansı mücadeleleriyle de... Siyonist katiller nasıl döktükleri kan nedeniyle lânetle anılacaksa, Gazzeli müminlerin kahramanca direnişi de nesillerden nesillere anlatılacak.
Gazze Yetmedi Sırada Suriye Var
Küstahlık bir yerde başladığı zaman, birisi çıkıp dur demedikçe ardı arkası kesilmiyor maalesef. Hele küstahlığın merkezi İsrail olursa... 1968’den bu yana Gazze’ye yaptığı sistematik saldırılarda yüzbinlerce kişinin ölümüne sebep olan ve tarihin görüp görebileceği eli en kanlı devlet görünümlü terör örgütü İsrail, sapkın ideolojisinin salık verdiği zorbalığı hayata geçirmek için her yolu deniyor. Hiçbir hukuku umursamadan üstelik. İsrail vuruyor, dünya susuyor. İsrail yakıp yıkıyor, dünya alkışlıyor. Ve bu kısır döngü, rota nereye çevrilirse çevrilsin devam ediyor. Rota Batı’ya çevrilmiyor bir türlü çünkü. Ortadoğu’nun kalbine hançer gibi saplanan bir kötülük, yarayı deşmeye, acı çektirmeye devam ediyor. Gazze’de gerçekleştirdiği kıyımla yetinmeyen lânetli kavim, şimdi de Suriye’yi karıştırmaya hazırlanıyor.
2011’den 2024’e kadar geçen sürede zaten kargaşanın merkezine dönüşen Suriye, Baas rejiminin yıkılması ve Esad’ın ülkeyi terk etmesiyle yeni bir döneme girdi. Türkiye, Suriye için açılan yeni sayfayı doğru düzgün ve sonu huzurla, barışla, mutlulukla bitecek bir hikâye ile doldurulması için elinden gelen desteği veriyor. Fakat İsrail, fırsattan vazife çıkarmak ve “hazır imkân doğmuşken” “büyük İsrail”in en kritik güzergâhlarından birini ele geçirmek için saldırıyor. Askerlerle de yetinmiyor, sözde yerleşimciler çatışmasızlık bölgelerine kafalarına göre girip temel atıyor. Bir grup İsrailli genç, Golan Tepeleri’nden sınırı aşıyor, Kuneytra şehrinde yeni bir yerleşim biriminin temellerini atma girişiminde bulunuyor.
İsrail her türlü sınırı olabildiğince zorlamaya çalışıyor. Bu pervasız saldırılar elbet karşılığını bulacak. Ve günü geldiğinde ABD’nin İsrail zulmünün koruma kalkanı olamadığında iş tersine dönecek.
İran Yeniden Ses Verdi
İranlılar “Ben ölüyü yıkarım, cennete mi cehenneme mi gideceğine karışmam” derler. Bu söz, asırlardan bu yana ehl-i sünnet Müslümanlara düşmanlık besleyen ve bu düşmanlığı açıkça söyleyemediği için sürekli arkadan iş çeviren İran’ın tutumunu çok iyi özetliyor. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği operasyonların zamanlama ve strateji açısından ne kadar doğru olduğu ayrı bir bahis konusu. Fakat hiç şüphesiz İran, Hamas’a verdiği füzelerin İsrail topraklarına atılmasının Netanyahu ve kabinesine Gazze’yi işgal etmek için çok güzel bir bahane olacağını biliyordu. Ve yaşanan onca olaya, İsrail’le bitmek tükenmek bilmeyen restleşmelere rağmen bir türlü topyekûn saldırıya geçmeyen İran, bir kez daha ehl-i sünnet Müslümanları büyük bir girdabın içerisine soktu. Sonra hiçbir şey olmamış gibi geri çekildi.
İsrail’le “öylesine” mücadeleye girişen İran; Kasım Süleymani, Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Komutanının öldürülmesi, İbrahim Reisi’nin şüpheli ölümü, dahası Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniyye’nin Tahran’da şehit edilmesine, bütün bunların üzerine “yakacağız, yıkacağız” demesine rağmen öylesine bir mücadeleye girişti. İsrail destekçisi ABD’nin üslerini vurmadan önce “vuracağım, tedbir alın” diye haber gönderdi. Hatta bu nedenle Trump’ın da takdirini kazandı.
Şimdi bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi İran Savunma Bakanı Aziz Nasirzade, İsrail’in saldırılarının ardından üstün özelliklere sahip yeni füzeler geliştirdiklerini açıklıyor. Şayet İsrail yeniden saldırırsa İran bu füzeleri kullanacakmış!
İran Gazze’de ölüyü yıkayıp kenara çekildi. Bir avuç yiğit Müslümanı zalimler topluluğunun karşısında yüzüstü bıraktı. Yeniden başını kaldırıp ses verdiğine göre, İsrail’e daha güçlü saldırı için bahane vermek istiyor olabilir. Allah ümmet-i Muhammed’i İran’ın şerrinden korusun!
Paşinyan’dan Türkiye’ye Yeşil Işık
Ermenistan, 2. Karabağ Zaferi’nden bu yana Azerbaycan’la ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı gibi ilginç bir şekilde Türkiye’ye de sıcak mesajlar vermeye devam ediyor. Savaş döneminde Rusya’nın kışkırtmalarıyla Azerbaycan’dan toprak alabileceğini düşünen Ermenistan, Türk SİHA’larının denkleme girmesiyle beraber umudunu yitirmiş ve yalnızlığı acı yüzüyle tanışmıştı. Ardından, Türkiye’nin de çabalarıyla iki ülke arasında diyalog zemini inşa edilmişti. Paşinyan, o günden bu yana farklı ortamlarda peş peşe dostane açıklamalar yapıyor. İran’ın kaygılarını ifade etmesine rağmen ABD’nin devreye girmesiyle “Trump Koridoru” olarak adlandırılan Zengezur’un açılması konusunda anlaşma da dâhil olmak üzere kendisinden beklenmeyen çıkışlara imza atan Paşinyan, sınır kapılarında sadeleştirmeler olacağını söyledi. Türkiye ile sınırların açılacağına inandığını belirterek, bu yönde doğrudan müzakereler yürüttüklerini ifade etti. Böylece Ermenistan sınırlarının yalnızca Türkiye üzerinden değil, farklı yönlerden açılabileceğini belirtti.
Önemli bir hususa da dikkat çekti Paşinyan. Ermenistan hükümetinin 2026 devlet bütçesinde savunma harcamalarını önemli ölçüde artırmayı planlamadığını, ekibinin bu kararını mantıklı bulduğunu, süreci analiz etmeyi sürdüreceklerini ve bütçe kararlarının kısa, orta ve uzun vadeli gelişmelere göre şekilleneceğini kaydetti.
Ne derler, bir musibet bin nasihatten evlâdır. Yahut “Nush ile uslanmayana etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Ermenistan, uzunca süre hem Azerbaycan’a hem de Türkiye’ye düşmanlık yaptı. Ancak gelinen noktada bu düşmanlığın başına iş almaktan başka işe yaramadığını gördü. Umarız, yeniden galeyana gelerek önümüzdeki süreçte barış defterini kapatarak yeni bir maceraya girmez.