Aramak

Hidayet Işık

TAKVÂ ve
SONUÇLARI

Müslümanın hayatında takvânın büyük bir önemi vardır. Bu durum takvânın anlamlarında da açıkça görülmektedir. Bu büyük önemi ve şerefinden dolayı Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak ki Allah ittikâ edenlerle ve muhsinlerle beraberdir” (Nahl 128) buyurmuştur.

Müslümanın dînî hayatında çok önemli yer tutan bazı kavramlar vardır. İman, İslâm, ihlâs, muhabbet, teslimiyet, zühd, verâ ve takvâ bunlardan bazılarıdır.

Bunlar arasında takvânın çok özel bir yeri bulunmaktadır. Zira mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim, Fatiha suresinden sonra Bakara suresinin hemen başında takvâya dikkat çekmektedir. 

Burada çok çarpıcı bir şekilde Kur’an’ın hidâyetine erebilmek için sadece iman etmenin yeterli olmadığı, bunun için müttakî/takvâ sahibi olmanın gerekli olduğu belirtilmektedir:

“Elif, lâm, mîm. İşte o kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur, müttakiler için yol göstericidir.” (Bakara 1-2)

Kur’an-ı Kerim, bu ayetin peşinden kurtuluşa eren müttakîlerin vasıflarını saymaktadır. Ayrıca çeşitli ayetlerde takvâ sahibi olmanın getirdiği sonuçları ve takvânın müttakî kişiye kazandırdıklarını ayrıntılı olarak anlatmaktadır. 

Bütün bunlara aşağıdaki satırlarda değineceğiz. Ancak önce takvânın ne olduğunu ve kimlerin müttakî özelliğine sahip bulunduğunu açıklayalım.

Takvâ Nedir, Müttakî Kimdir? 

Takvâ ve müttakî, “vikâye” kökünden gelmektedir. Vikâye korumak, ittikâ korunmak anlamındadır. Nefsin zararlı şeylerden ve Şeriat’a muhalif olan günahlardan korunmasıdır. Aynı kökten gelen takvâ da korunmak anlamına gelir. Tazim ve saygıdan gelen korkma manasında da kullanılmaktadır.

Müttakî ise korunan, Allah’tan korkan, takvâ sahibi olan anlamlarına gelir.

Takvâ kelimesi, Kur’an nazil olmadan da Arapçada kullanılan bir kelimeydi. Canlı bir varlığın dışarıdan gelen tehlikeli bir güce ve bu gücün oluşturduğu tehlikelere karşı kendisini korumasını ifade etmekteydi. 

Ancak kelime Kur’an sistematiği içinde daha farklı ve çok daha önemli bir anlam kazanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de takvâ, herhangi maddi bir tehlikeden değil, Allah’ın azabından ve insanları bu azaba sürükleyecek günah ve isyanlardan korunma anlamını kazanmıştır. Daha sonra nazil olan ayetlerde de pürüzsüz, saf ve temiz dindarlık anlamını almıştır. 

Müttakîlerin Özellikleri

Takvâ çok geniş kapsamlı bir kavram olduğu için takvâ sahipleri olan müttakîlerin özellikleri de bir hayli fazladır. Yukarıda söz konusu ettiğimiz Bakara suresinin ikinci ayetinde bu özelliklerden yalnızca üç tanesi zikredilmiştir. Biz de konuyu fazla uzatmamak için bu üç tanesiyle iktifa edeceğiz. Bu üç husus ilgili ayette şu şekilde ifade edilmektedir:

“Elif, lâm, mîm. İşte o kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur, müttakîler için yol göstericidir. (O müttakîler) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ve âhirete de kesin olarak inanırlar. Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır ve kurtuluşa erenler de yalnızca onlardır.” (Bakara 1-5)

Görüldüğü üzere yukarıdaki ayetlerde müttakîlerin üç önemli özelliğinden söz edilmektedir. Bunlar da gayba iman etmeleri, namaz kılmaları ve zekât ve sadaka yoluyla infakta bulunmalarıdır. Demek ki iman, namaz ve infak, takvâ sahiplerinin en önde gelen vasıfları arasındadır.

Mümin önce inancını düzelterek küfür ve şirkten korunacaktır. Sonra günah ve isyandan sakınacaktır. Bu şekilde gönlünü Allah’tan başka her şeyden temizleyecektir. Böylelikle kalbinde mâsivâdan eser kalmayarak tam bir huzur, itminan ve güvene erecektir.

Takvânın Önemi

Müslümanın hayatında takvânın büyük bir önemi vardır. Bu durum takvânın anlamlarında da açıkça görülmektedir.

Bu büyük önemi ve şerefinden dolayı Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Muhakkak ki Allah ittikâ edenlerle ve muhsinlerle beraberdir” (Nahl 128) buyurmuştur.

Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “İnsanların en şereflisi olmak isteyen Allah’a karşı takvâ sahibi olsun. İnsanların en güçlüsü olmak isteyen Allah’a tevekkül etsin. İnsanların en zengini olmak isteyen kendi elindekinden ziyade Allah’ın kudret elinde olana güvensin.” (Tirmizî, İbn Mâce)

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifte müttakîler insanların en şereflisi olarak vasıflanmıştır.

Biz burada bu önemli noktalardan yalnızca iki tanesine işaret etmekle yetineceğiz:

1. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Bakara suresinin ikinci ayetinde geçtiği şekilde hidâyete ermek için yalnızca iman yeterli değildir. Yüce Allah, Kur’an’ın hidâyet dairesine girmek için mücerred imanın ötesinde takvâ sahibi olmayı şart koşmaktadır. İlgili ayette, “Kitab’ın müttakîler için yol gösterici olmasının” anlamı budur. 

Çünkü günah ve kötülüklerden sakınarak ve ilâhî hükümlere sarılarak Cehennem’den kurtulma çaresini düşünmeyen kişiler, gerçek manada Kur’an’a iman ve itimat etmediklerinden Kur’an onlara hidâyet etmez ve doğru yolu göstermez. Çünkü Kur’an’a sarılmayanları Kur’an elbette doğru yola eriştirmez. 

Böyle olunca Kur’an-ı Kerim’in hükümleriyle hareket etmezler ki Kur’an onları hidâyete ulaştırsın. Demek ki Kur’an ancak sağlam bir niyetle doğru yolu, Hak yolunu arayanlar için hidâyet kaynağıdır ki bunlar da müttakîlerdir.

2. Takvâ, Allah indinde insanlar arasındaki üstünlük sebebi olarak yegâne ölçüdür. İnsanlar arasında ırk, milliyet, zenginlik, sosyal statü, nesep gibi ölçüler üstünlük ölçüsü değildir. Bu noktadaki tek ve yegâne ölçü takvâdır. Hucurât suresi bu hususu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde çok net olarak şöyle ifade etmektedir:

“Ey insanlar, muhakkak ki sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, takvâ bakımından en üstün olanınızdır.” (Hucurât 13)

Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de Veda Haccı’nda bütün insanların Hz. Âdem aleyhisselâm’dan yaratıldığını, onun ise topraktan yaratıldığını beyan etmiştir. Peşinden, “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur, ancak takvâ üstünlüğü vardır” (Ahmed b. Hanbel) buyurarak yukarıdaki ayetteki hükmü teyid etmiştir. Burada “Acem” kelimesiyle Arap olmayan bütün insanlar kastedilmiştir. 

Takvânın Çeşitleri ve Mertebeleri

İttikâ ve takvâ kelimeleri, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde birbirinden farklı üç anlamda kullanılmıştır. Buna göre takvânın üç çeşidi ve mertebesi bulunmaktadır:

1. Takvânın Kur’an’da kullanıldığı öncelikli anlamı şirkten korunmaktır. Bu mertebe takvânın en aşağı derecesidir ve avamın mertebesidir. Her mümin bu anlamda nefsini küfür ve şirkten muhafaza ettiği için müttakîdir. Aşağıdaki ayet bunu ifade etmektedir:

“Allah, Resûlü’nün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi, onları takvâ sözüne bağlı kıldı.” (Fetih 26)

2. Takvânın Kur’an-ı Kerim’deki ikinci anlamı İslâm’a girdikten sonra büyük ve küçük günahlardan sakınmaktır. İslâm’ın başlangıcını takip eden zamanlarda takvâ kelimesi bu anlamı kazanmıştır. Takvânın bu anlamı ve mertebesi orta derecedir ve havasın (seçkinlerin) mertebesidir. Çünkü havas, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak kendilerini Cehennem azabından korudukları için takvânın bu manasını kazanmışlardır. Aşağıdaki ayette bu durum açık olarak gözükmektedir:

“Eğer o ülkelerin halkı iman etseler ve takvâ sahibi olsalardı/günahtan korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar, biz de yaptıkları yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’raf 96)

3. Kalbi, onu meşgul edecek her şeyden temizleyip tam Allah’a yönelme anlamında saf dindarlık ve tam huşû. Takvânın bu mertebesi, kalbinde mâsivâdan eser kalmamış olan havasu’l-havasın (seçkinlerin de seçkini olanların) mertebesidir. Aşağıdaki ayette bu durum en açık şekilde görülmektedir:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi takvâ sahibi olun ve ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân 102)

Takvânın bu üç derecesini bir ifadede toplayacak olursak şöyle dememiz mümkündür: Mümin önce inancını düzelterek küfür ve şirkten korunacaktır. Sonra amel noktasında kendisini günah ve isyandan sakındıracaktır. Bu şekilde yükselerek kalbi meşgul edecek her şeyden uzaklaşacak ve gönlünü Allah’tan başka her şeyden temizleyecektir. Böylelikle kalbinde mâsivâdan eser kalmayarak tam bir huzur, itminan ve güvene erecektir.

Takvânın Sonuçları ve Kazandırdıkları

Görüldüğü gibi takvâ, hem İslâm ahlâkında, hem tasavvufî hayatımızda, hem de toplumsal yaşantımızda çok önemli bir kavram, çok önemli bir davranış kalıbı ve çok önemli bir manevi mertebedir. 

Takvâ sahipleri öncelikle Kur’an’ın hidâyetine sahip olacaklardır. Takvâ insanı şirkten, günahlardan ve gafletten koruyacaktır. Sonunda Cennet’te ebedî saadete ulaştıracaktır. Takvânın kişiye kazandırdığı sayısız faydaları vardır ki ayet ve hadislerde bunlar ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Biz burada sözü fazla uzatmamak için Kur’an-ı Kerim’de işaret edilen bazı yerlere değinmeyi kâfi göreceğiz. Bunlar da öncelikle “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa…” diye başlayan ayetlerdir. Daha sonra da yine takvâ ile ilgili diğer bazı ayetlerdir. 

Gerçekten de Kur’an’da üç ayrı ayet “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa…” diye başlamakta ve takvânın sonuçlarını ve mümin/müttakî insana kazandırdıklarını beyan etmektedir. Üstelik bu üç ayet aynı surede, Talâk suresinde ve peş peşe gelmektedir. Bunun yanında ilgili ayetlerin aile kurumunu sona erdiren boşanmadan (talâktan) sonra, boşanan kadınların yapmaları ve onlara karşı yapılacakları anlatan ayetlerin sonunda gelmesi çok manidardır.

Bu kısa girişten sonra söz konusu ayetlerde geçen takvanın sonuçlarından ve mümin kişiye kazandırdıklarından söz edebiliriz.

1. “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa Allah ona bir çıkış yolu gösterir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.” (Talâk 2-3)

İmam Mâturîdî rahmetullahi aleyh, buradaki takvânın Allah’ın koyduğu sınırlara uymak anlamında olduğunu söylemiştir. Yani kim Allah’ın emrettiği ve nehyettiği noktalarda O’nun sınırlarına uyarsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Bu çıkış yolunun dünyevî bir çare olduğu gibi uhrevî sıkıntılardan çıkış yolu olması da mümkündür. 

Allah’ın onu ummadığı yerden rızıklandırmasına gelince; bunun da mal, evlenilecek eş ve her türlü kazanç yolu olması mümkündür. Çünkü insan hayatını kazanabilmek için haram ve hileli yollara başvurabilir. İşte bundan sakınanlara Allah ummadığı yönden bir kazanç kapısı açacaktır.

İbn Abbas radıyallahu anh’ın da ifade ettiği gibi ilgili ayet boşanma hakkındadır. Ayet bu konuda takvânın gereğini yerine getirerek Allah’ın hükmüne uyanlara, bulundukları sıkıntıdan bir çıkış yolu açılacağına, iddeti içinde karısına bakanın geçim sıkıntısına düşmeyeceğine, Allah’ın emri üzere eşini besleyip barındıran kimsenin ummadığı yerden rızıklandırılacağına işaret etmektedir.

Yani bir kişi evlilik ve boşanma konusunda İslâm’ın hükümlerine uyarak üç talâkı birden vermekten, iddeti içinde kadını bulunduğu evden çıkarmaktan sakınarak kendisini Allah’ın gazabından muhafaza ederse, korktuğu şeylerden, karı koca arasında vaki olabilecek fitnelerden kurtulmak için bir çıkış yolu bulur ve Allah onu bir şekilde ummadığı yerden rızıklandırır.

Burada, Talâk suresindeki takvâ ile ilgili ayetler, boşanma ile ilgili hükümlerin açıklanmasından sonra geldiği için işin bu yönüne bu kadarı ile değinmeyi gerekli gördük. Bundan ötesi ayrı bir yazının konusudur. Bununla ilgili ayrıntılı hususlar Fıkıh ve İlmihal kitaplarında mevcuttur. 

2. “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (Talâk 4)

İmam Mâturîdî rahmetullahi aleyh, buradaki kolaylığın iki yönden olduğunu belirtir:

• Allah öncelikle ona takvâyı kolaylaştırır. Böylece müttakî kişi kolaylığa ve takvânın diğer kazanımlarına ulaşır.

• Allah onun bütün işlerini kolaylaştırır. Yani ticaretinde, kazancında, insanî ilişkilerinde ve helal ve haram sınırlarına uyma hususunda işlerini ona kolay kılar.

3. “Kim Allah’a karşı takvâ sahibi olursa Allah onun kötülüklerini örter ve ona büyük bir ecir verir.” (Talâk 5)

Takvâ sahibinin kötülüklerinin örtülmesinin, o kişinin hata ve günahlarının Allah tarafından saklı tutulması ve nihayet kötülüklerden tamamen uzaklaşması şeklinde anlaşılması mümkündür. Sonunda Allah bütün günahlarını affedecek ve ona gerek dünyada gerek âhirette büyük bir ecir/sevap verecektir.

4. “Eğer o ülkelerin insanları iman etseler ve takvâ sahibi olsalardı/günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar, biz de yaptıkları yüzünden onları (azabımızla) yakalayıverdik.” (A’raf 96)

Bu ayette peygamberlerin mesajlarına kulak tıkayarak iman etmeyip yoldan çıkan ve böylece helâk edilen eski kavimlerden söz edilmektedir. İmam Mâturîdî ayet-i kerimedeki “bereket”in, yorulmadan ve hiç zahmet çekmeden elde edilen her türlü hayrın adı olduğunu söyler. 

Tefsirlerde gökten gelen bereket yağmurlar, yerden gelen bereket de ziraî mahsuller ve hayvanî ürünlerdeki bolluk olarak açıklanmıştır. Bununla birlikte buradaki bereketlerin her türlü maddi ve manevi hayırları kapsadığını söylemenin ayetin ruhuna daha uygun düştüğü belirtilmiştir. 

5. “Ey iman edenler, eğer Allah’tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırt edici bir anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar.” (Enfâl 29)

Bu ayette müttakî kişiye verilecek üç özellikten söz edilmiştir. Bunlar takvânın üç meyvesidir. 

• İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayırmasını sağlayan bir kabiliyet, sezgi, vicdan gücü, yani furkan.

• Allah’ın müttakîlerin günahlarını ve kötülüklerini örtmesi.

• Onların günahlarını ve kötülüklerini bağışlaması.

Ayette geçen “furkan”ın, yukarıda geçtiği gibi bir temyiz/ayırt etme kabiliyeti olduğu açıktır. Bazı müfessirler bu kabiliyetin Allah’ın bahşettiği bir nur olduğunu söylerken, diğer bazıları insanın kalbindeki ilâhî bir bilgi/anlayış olduğunu belirtirler.

6. “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. O’nun Elçisi’ne inanın ki size rahmetinden iki pay versin; sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın.” (Hadîd 28) 

Burada Allah’ın rahmetinden iki pay verilmesi, iki kat mükâfat olarak tefsir edilmiştir. Birisi bütün peygamberlere olan imanın, diğeri de ilgili ayetlerde işaret edilen Peygamber’e imanın karşılığı. 

Aynı şekilde iki mükâfattan birinin dünyevî, diğerinin uhrevî olduğu da söylenmiştir. Buna ilaveten âhirette verilecek mükâfatın da ayrıca yine iki kat olduğu ifade edilmiştir.

Ayetteki, “sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın” ifadesi de iki şekilde tefsir edilmiştir: 

Birincisi, mecaz anlamdadır. Nur kelimesi görülmekten ve açık olmaktan, yürümek de emirden kinayedir. 

Yüce Allah sanki şunu söylemektedir: Allah size doğru yolu gösterecek ve emirlerini açıklayacak; bu sayede sizden şüpheleri giderecektir. Böylece yürümek emirlerden, nur da görmekten kinaye olur. 

Müfessirler buradaki nurun Kur’an-ı Kerim olduğunu söylemişlerdir.

İkincisi, hakiki anlamdadır. Gerçekten yürüme iradesi ve hakiki nur kastedilmiştir ki bu da âhirette olacaktır. 

Sonuç olarak; yukarıdaki ayetlerde takvâ sahibi bir mümine Yüce Allah’ın ayrı ayrı ikramları olduğu belirtilmektedir. Bu ikramlar hem dünyevî hem de uhrevî olabilir. Bunlar şunlardır:

1. Takvâ sahibine Allah her sıkıntısından bir çıkış yolu gösterir ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir.

2. Allah müttakî kişiye her işinde bir kolaylık verir.

3. Allah’a karşı takvâ sahibi olan kişinin Allah kötülüklerini örter ve ona büyük bir ecir/sevap verir.

4. Takvâ sahibi olan müttakînin üstüne gökten ve yerden bereket kapıları açılır.

5. Müttakî kişiye hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırmasını sağlayan bir temyiz gücü, yani furkan verilir.

6. Yüce Allah müttakîlerin günahlarını ve kötülüklerini örter ve bağışlar.

7. Allah müttakîlere rahmetini iki kat olarak verir.

8. Müttakîler için ışığında yürüyecekleri bir nur yaratır.

KAYNAKLAR

Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an Tercümesi, Ensâr Neşriyat, İstanbul 2015-2019; Konyalı Mehmet Vehbi, Hulâsatu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976; Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerîm Tefsîri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1988 / Milliyet Yayınları, İstanbul 1995; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2007; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara 1995. 

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy