Merhamet ve
Adalet Şahitliğimiz
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinin bu dünyada adaleti, hakkı temsil etmeleri bir şehadet olarak kabul edilmelidir. Bu, bizlerin dengeli, adaletli, aşırılıklardan (zulümden, haksızlıktan, adaletsizlikten) uzak ve örnek alınabilir bir hayat sürmemiz gerekir demektir.
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Âlemlerin Rabbi’nden aldığı vahyi insanlara tebliğ eden, bildirendir (mübelliğ). Aynı zamanda vahyi açıklayandır (mübeyyin). Allah’ın kendisine tevdi buyurduğu bu vazifeyi ömrünün son anına kadar hakkıyla yerine getirmiştir. İnsanlar da Veda Hutbesi’nde son şehadetleriyle bunu ifade etmişlerdir.
“Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum (...) Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Mâide 3) ayetiyle, O’nun dini tamamlayan olarak gelmesi arasında bir karşılık ve uygunluk bulunmaktadır.
Tamamlanmış din
Yahudilerden bir adam Hz. Ömer radıyallahu anh’a gelip: “Ey Müminlerin emiri! Kitabınızda okuduğunuz bir ayet var; eğer o biz Yahudilere inseydi, indiği o günü bayram yapardık” dedi. Hz. Ömer: “Hangi ayet?” diye sorunca, adam: “‘Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım’ ayeti” cevabını verince, Hz. Ömer: “Vallahi bu ayetin Resûlullah’a indiği günü ve saati biliyorum. Bu ayet Arefe gecesi Cuma günü nâzil oldu” dedi. (Buhârî, Kitabu’l-İman 45)
Dinin tamamlanması, Hz. Âdem aleyhisselâm’dan itibaren gelen peygamberlerin bütün insanlığa getirmiş olduğu İslâm’ın tamamlanmasıdır. Çünkü bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din İslâm’dır.
Yahudiler, üstün ırk oldukları zannı ve dinî yobazlığın bir sonucu olarak Müslüman olamamış bir topluluktur. Sahip oldukları dinî öğretinin bozulmuş ve tamamlanmamış olması hasebiyle bulundukları her dönemde sorun çıkarmışlardır.
Allah Resûlü’nün şahitliği
“Ey Nebî, gerçekten biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izni ile Allah’a çağıran bir davetçi ve aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. İnananlara kendileri için Allah katından büyük bir lütuf olacağını müjdele.” (Ahzab 45-47)
Allah’ın Resûlü sallallahu aleyhi vesellem Hz. Ali ve Muâz b. Cebel radıyallahu anhümâ’nın Yemen’e gitmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştu:
“Haydi gidin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Çünkü bana, ‘Ey Nebî, biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik’ âyeti nazil oldu.”
Ayette geçen Peygamberimiz’in şahit olması iki türlü anlaşılabilir. “Peygamber de bize şahit olsun” (Bakara 143) ayetinde geçtiği gibi bütün peygamberlerin, getirdikleri ortak mesajın teminatı olduğu anlaşılmaktadır. Bütün enbiyanın ümmetlerine Müslüman olma emrini tebliğ ettiklerinde görevi yerine getirdiklerinin bir karşılığı olarak peygamberimiz ve O’nun ümmeti kıyamette şahitlik edeceklerdir. Çünkü Son Peygamber, peygamberlik vazifesinin ve bütün peygamberlerin serdarıdır. Bu şahitliğin kıyamet gününde gerçekleşeceğiyle ilgili olarak birçok hadis bulunmaktadır.
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü Nûh getirilir ve ona: ‘Tebliğ ettin mi (mesajımı ulaştırdın mı)?’ diye sorulur. O da ‘Evet, ey Rabbim!’ der. Ümmetine; ‘Size (mesajı) ulaştırdı mı?’ denilir. Onlar; ‘Hayır, bize hiçbir uyarıcı gelmedi!’ derler. Nûh’a da: ‘Sana kim şahitlik eder?’ diye sorulur. O da: ‘Muhammed ve O’nun ümmeti!’ der. Bunun üzerine siz (yani Muhammed ümmeti) getirilirsiniz ve Nûh’un tebliğ ettiğine şahitlik edersiniz.”
[Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem veya râvi Ebû Saîd el-Hudrî dedi ki] İşte bu, Yüce Allah’ın şu sözüdür: “Böylece sizi vasat (orta, dengeli ve seçkin) bir ümmet kıldık ki insanlara şahit olasınız, Resûl de size şahit olsun.” (Bakara 143) (Tirmizî, Sünen, Tefsirü’l-Kur’an 2954)
O’nun ümmetinin şahitliği
Bununla birlikte Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in ümmetinin bu dünyada adaleti, hakkı temsil etmeleri bir şehadet olarak kabul edilmelidir. Bu, bizlerin dengeli, adaletli, aşırılıklardan (zulümden, haksızlıktan, adaletsizlikten) uzak ve örnek alınabilir bir hayat sürmemiz gerekir demektir.
Bu hayat prensipleriyle diğer insanlara Allah’ın dininin güzelliğini ve doğruluğunu fiilen göstermiş oluruz. Hakkı savunmak, dürüst olmak, sözüne sâdık kalmak, adaletli davranmak, hakkı gözetmek, merhamet, yoksula yardım, zayıfı korumak ve müsamaha, bedenî ve manevi temizliğe önem vermek, yaşam alanlarındaki düzen ve intizam bu ümmetin vasatı yani standardıdır. İmanın doğal sonuçlarıdır.
Merhametin şahitleri
Üstelik, mesela: Merhameti sadece beşerî münasebetlerimizle sınırlamadan bütün mahlukata göstermek, “yerdekine merhamet et ki gökler de sana merhamet etsin” düsturunun bir gereğidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem merhamet bir ahlâka nasıl dönüştürülür sorusunun en büyük örneğidir.
O, sekiz yıl süren zulüm, işkence ve sürgünden sonra kan dökülmeden Mekke şehrine girmişti. Müşriklerin ve eziyet edenleri eline geçirdiği bu anda gösterdiği merhamet ve bağışlama, bütün insanlık için eşsiz bir örnek teşkil eder.
Mekkeliler affettiğini şu meşhur sözleriyle ilan etmiştir:
[Kâbe’nin önünde toplanan Mekkelilerin yüzüne bakarak:]
– Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?
Dönemin adetlerine göre, fethedilen bir şehrin ahalisine her türlü kötü muamele reva görülürdü. Bu soru karşısında, yıllarca kendisine düşmanlık eden, işkence yapan ve yurdundan kovan Kureyş liderleri büyük bir korku ve endişe içinde idiler. Yine de bir ümit şu cevabı verdiler:
– Ancak hayır bekleriz. Sen kerem sahibi bir kardeş ve kerem sahibi bir kardeşin oğlusun!
Mekkelilerin bu cevabından sonra Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in dudaklarından dökülen ve tarihe geçen şu sözler, merhametin en büyük örneği olarak kabul edilmektedir:
– Bugün size hiçbir kınama yok! Gidiniz, hepiniz serbestsiniz.
Bu sözlerin hemen ardından Kâbe’nin kapısını açtı ve içindeki putların hepsini yıktırdı.
Yine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem aç bir deve görmüştü; açlıktan karnı sırtına yapışmış. Üzüldü ve; “Hayvanlarınız hakkında Allah’tan korkun” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd 47)
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir bayram sabahı namaza giderken bir grup çocuğun neşeyle oynadığını gördü. Fakat kenarda tek başına, üzgün ve eski elbiselerle oturan bir yetim çocuk dikkatini çekti. Yanına giderek ona neden arkadaşlarına katılıp oynamadığını sordu. Çocuk, babasının savaşta şehit düştüğünü ve buna çok üzüldüğünü söyledi. Bunun üzerine çocuğa şefkatle yaklaşıp şöyle dedi:
– Senin baban ben olsam, annen Âişe, kardeşlerin de Fâtıma ve Ali olsa istemez misin?
Çocuk bu teklif karşısında büyük bir sevinçle “Evet!” dedi. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem çocuğu evine götürdü, yeni elbiseler giydirdi ve bayram boyunca kendi çocuklarıyla birlikte eğlenmesini sağladı.
“Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107)
Hakkı savunmak, dürüst olmak, sözüne sâdık kalmak, adaletli davranmak, hakkı gözetmek, merhamet, yoksula yardım, zayıfı korumak ve müsamaha, bedenî ve manevi temizliğe önem vermek, yaşam alanlarındaki düzen ve intizam bu ümmetin vasatı yani standardıdır. İmanın doğal sonuçlarıdır.
Adaletin şahitleri
İslâm ümmeti adaleti temsil edenler topluluğudur. Bu husus tarihimizden pek çok örnekle anlatılabilir. Mesela Hz. Ömer radıyallahu anh İslâm tarihinde adaletiyle meşhur olmuş, halifeliği döneminde getirdiği köklü yönetim anlayışıyla devletin temellerini sağlamlaştırmıştır. Onun adaleti sadece Müslümanlara değil, gayrimüslimlere ve kendisine karşı olanlara bile eşit şekilde uygulanmıştır.
637 yılında İslâm ordusu Kudüs’ü kuşattığında, şehrin patriği Sofronius, şehri Halife Hz. Ömer’e bizzat teslim etmeyi şart koşar. O da bu talebi kabul ederek şehre gelir ve Kudüs halkıyla bir barış anlaşması yapar. Bu anlaşma, tarihe “Ömeriyye Ahitnâmesi” olarak geçer.
Ahitnâme, Kudüs’teki gayrimüslim halka (özellikle Hıristiyanlara) inanç, ibadet ve özgür yaşama garantisi veren bir antlaşmadır. Bu belgenin maddeleri arasında şunlar yer alır:
• Halkın can ve mal güvenliği sağlanacaktır.
• Kiliselerine, haçlarına ve dinî sembollerine dokunulmayacaktır.
• İbadetlerini serbestçe yerine getirebileceklerdir.
• Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
Bu maddeler, o dönemde benzeri görülmemiş bir enginlik ve adalet örneğidir. Fethedilen şehirlerin halkları genellikle zorla din değiştirmeye veya mülklerinden kovulmaya zorlanmışlardır. Roma imparatorları, Hıristiyanların imparatora tanrısal saygı göstermeyi reddetmeleri nedeniyle devlete karşı asi olarak görmüş, Hıristiyanları toplu katliamlara, işkencelere ve mülklerinin ellerinden alınmasına maruz bırakmıştır. Ancak İslâm halifesi bu anlaşmayla bambaşka bir adalet ve merhamet anlayışını örneklemiştir.
Hz. Ömer radıyallahu anh Kudüs’e girerken, şehrin en kutsal Hıristiyan mekânı olan Kıyame Kilisesi’nin (Kutsal Kabir Kilisesi) içinde olduğu bir sırada namaz vakti girer. Patrik Sofronius, Halife’ye kilisenin içinde namaz kılabileceğini söyler. Ancak o bu nazik davete rağmen kilisenin dışında, biraz uzak bir yerde namazını kılar. Namazı bitince bu davranışının sebebini şöyle açıklar:
“Eğer ben içeride namaz kılarsam, benden sonra gelecek olan Müslümanlar, ‘Ömer burada namaz kıldı’ diyerek burayı camiye çevirmeyi isteyebilirler.”
Bu örnekler, Müslüman adaletinin sadece teorik bir prensip olmadığını, aynı zamanda tarihin farklı dönemlerinde uygulamaya konulmuş, toplumsal barışı ve huzuru sağlamış somut bir gerçeklik olduğunu gösterir. Çünkü adalet, İslâm medeniyetinin temelini oluşturan ve Müslümanların kimliğini şekillendiren en güçlü değerlerden biridir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Müslümanların bütün insanlık için geçerli olan bu değerleri temsil etmeleri, geçmiş peygamberlerin mücadelesindeki haklılığın bir ispatı mesabesindedir.