Mevlid Kandili ve Süleyman Çelebi’nin Mevlidi
Süleyman Çelebi’nin, kısaca “Mevlid” ismiyle yaygınlaşmış Vesîletü’n-Necât’ isimli eseri, hem kendisinden önce hem de sonradan yazılan mevlidler arasında müstesna bir yere sahiptir. Farklı zümreleri Peygamber sevgisinde ehl-i sünnet bakışla birleştiren bir mesnevidir. Ümmet ve millet olma şuurunu hem yansıtan, hem besleyen bir eserdir. Beyitlerin pek çoğu âyet ve hadislerin mealidir. Halkın anlayabileceği bir lisanla yazılmış nasihat kitabı özelliği de vardır. Pek çok dile çevrilmiş, dünyanın farklı muhitlerinde okunmuş ve asırlardan beri de okunmaya devam etmektedir.
Osmanlı’nın kuruluş devrinde şüphesiz kurucu eserler de ortaya çıkmıştır. Bu kurucu eserlerin, satır aralarında millet olma özünü de taşıdıklarını söyleyebiliriz. Böyle eserler dönemin zindeliğini ve toplumun fıtrî niteliklerini kelimeler aracılığıyla taşıdıklarından daima yeni ve yenileyici olma vasfına sahip olurlar ve sonraki dönemlerde de etkilerini gösterirler. Toplumun eserleri sahiplenmesi kadar eserlerin de toplumun izlerini bünyesinde taşıması gereklidir.
Eserin taşıdığı birikim ve ruh
Bu bağlamda Vesîletü’n-Necât müellifi Süleyman Çelebi, hem kendisine kadar olan ilmî, fikrî ve edebî birikimi temellük etmiş hem de bunu çağının sesiyle seslendirebilmiştir. Böylece döneminde öne çıkmış ve Vesîletü’n-Necât’ın sesi bugüne ulaşabilmiştir.
Sonraki dönemlerde etkisi devam eden bütün eserler için geçerli olan husus Vesîletü’n-Necât için de geçerlidir: Toplumun soyut ve somut bütün varlığını, birikimini, lisanla ifade edebilen edebî kudrete sahip olması... Mevlid de böyledir. Ahmet Rasim, Menâkıb-ı İslâm’da Süleyman Çelebi’nin eseri ortaya koymasına sebep olan şartları sayarken şunları söyler:
“Bu esere dikkatlice bakılacak olursa, eseri verenin taşıdığı dinî yetkinlik ve aldığı İslâmî terbiye tezahür ettiği gibi ilmî ve tarihî vukufiyeti de görünür. Özellikle zamanının lisan edebine ve halihazırdaki edebiyatına mâlik olduğundan zerre kadar şüphe kalmaz.”
Menâkıb-ı İslâm’ın mevlide ayırdığı bölümünde Ahmet Rasim, Muhammedî nurun eserde sehl-i mümteni denecek bir üslupla aktarıldığını; seyrin Hz. Âdem aleyhisselâm’dan başlayıp Hz. İbrahim aleyhisselâm’a ve menziline erişinceye kadarki yolculuğunu halkın anlayacağı lisan ile dillendirdiğini söyler.
Böyle bir mânâya ve üsluba sahip olan eserin farklı zümrelere tesir etmesinden daha tabii bir şey yoktur. Eserin kendisinden sonraya tesiri, kendisinin tesiri altında kaldıklarının büyüklüğünden olsa gerektir. Süleyman Çelebi Mevlid’i yazmadan önce, Âşık Paşa Garibnâme’yi yazmış, ondan evvel Yunus Emre kuddise sırruhû Anadolu’da konuşulan dile dervişlik hırkasını giydirmiş, Ahmedî İskendernâme’yi kaleme almıştır.
Saydığımız isimlerin ve muhtelif kaynaklarda Süleyman Çelebi’nin tesiri altında kaldığı zikredilen diğer zevâtın birikimini Süleyman Çelebi eksiksiz temellük etmiş olacak ki Vesîletü’n-Necât, kendisinden önceyi yüklenen ve sesini çağlar ötesine duyuran, çevresinde halkaların oluştuğu bir eserdir.
İrfan ve kültür taşıyıcıları
Eserlerin bir makam ile icra edilip dinleyenlerin feyz aldığı, ortak lisan ve hissiyatta buluştukları halkalar, irfanın tesis ve tevarüs edildiği ortamlardır. Böyle meclis halkalarında dinlenen tek eser elbette Vesîletü’n-Necât değildir. Bazı kaynaklara baktığımızda Muhammediye, Ahmediye, Envâru’l-Âşıkîn gibi eserlerin hafızlarca ezberlenip meclislerde okunduğunu biliyoruz. Mevlid’in bu eserlerden ayrı bir hususiyeti de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in dünyayı teşrif ettikleri günde, mevlid gecelerinde okunması ve bu suretle yaygınlaşması olmuştur. Dolayısıyla Vesîletü’n Necât’ın tesir kuvveti, taşıdığı mânâ yüküyle birlikte biraz da Mevlid-i Nebî’nin kutlanması geleneğiyle ilgilidir.
Mevlidin, Süleyman Çelebi Vesîletü’n-Necât’ı yazmadan dört asır öncesinden beri kutlandığını kaynaklar söyler. Bu kutlamaların Abbasîlerden beri yapıldığı anlatılır. Erbil atabeklerinden Muzafferiddün Gökbörü zamanında ise halkın geneline yayılan Mevlid-i Nebî kutlamaları başlamış, bu sayede Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in doğumu üzerinden ortak bir şuur etrafında toplanmanın yolu açılmıştır. Sonraları bu kutlamalar safha safha Müslümanların yaşadığı farklı coğrafyalarda ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid adıyla bilinen eserinin ne zamandan beri mevlid merasimlerinde okunmaya başladığına dair net bilgi olmasa da 1427 tarihli bir vakfiye kaydında, Süleyman Çelebi’nin vefatından beş yıl sonra bir mevlid cemiyetinin yapıldığı yazar.
Mevlid vakıfları
Mevlid-i Nebî’nin kutlanması için vakıfların kurulması da dikkate şayandır. Osmanlı ulemasından Şeyhülislam Hoca Sadeddin Efendi, 1568 yılında vakfettiği evinin kirasından hâsıl olan gelirin bir kısmıyla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in doğum günü olarak kutlanan Mevlid Kandili’nde yemek pişirilip fukaraya dağıtılması ve mevlid okutulmasını şart koşmuştur.
Mevlid vakıfları yalnızca mevlid okutturmak amacıyla kurulur. Vakıf kurucusu, mahkemeye başvurarak tahsis ettiği belli bir miktar parayla “Mevlid Vakfı” kurmak istediğini bildirir ve şartlarını da tescil ettirerek şahitlerin huzurunda vakfı kurduğunu belgelerdi. Mevlid için tahsis edilen paranın nasıl işletileceği, nerede, ne zaman ve kimler tarafından okunacağı, okunacak her bir mevlid için ne kadar harcama yapılacağı, mevlidden hasıl olacak sevabın kimlere bağışlanacağı gibi ayrıntılar vakfiyeye kaydedilirdi.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e olan sevginin halkın arasında daima zinde tutulmasına aracılık eden bu vakıflar, aynı zamanda Süleyman Çelebi’nin eserinin de yayılmasına aracılık etmişlerdir. O kadar ki eser, muhtevasında bulunan telakkiyle dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Müslümanlar arasında bir mutabakata dönüşmüştür.
Ali İhsan Karataş, “Osmanlı Toplumunda Hz. Peygamber Sevgisinin Tezahürü Olarak Kurulan Mevlid Vakıfları” isimli çalışmasında, Gürcülerden Boşnaklara ve Bulgaristan Müslümanlarına kadar farklı bölgelerde Türkçe bilinmemesine rağmen Mevlid’in okunduğunu geniş bir şekilde anlatır.
Mevlid-i Nebî merasimlerinin vakıflar aracılığıyla tertip edilmesi, Süleyman Çelebi’nin eserinin de bu merasimlerde Kur’an-ı Kerim tilâveti ve ilâhilerle birlikte okunması, başta da söylediğimiz millet olma şuurunun teşekkül etmesinde önemlidir.
Niçin hâlâ okunuyor?
Vesîlet’ün-Necât’ta geçen; “Ümmetin olduğumuz devlet yeter, hizmetin kıldığımız izzet yeter” ifadesi de “Mevlid etrafında oluşan gelenek asırlar boyunca nasıl kesintisiz devam etmiş?” ve “Mevlid neden bu kadar çok okunmuş?” sorularının cevabıdır.
Mevlid geleneği ile ümmet olma şuurunu diri tutacak bir vesile bulunmuş, “hizmetin kıldığımız izzet yeter” fehvasınca bu vesile etrafında vakıf geleneği oluşmuş ve aynı zamanda bu vesile kurtuluş ve izzete kavuşmak için ümit kapısı olmuştur. İşte bu sebeplerle Mevlid asırlardan beri okunmaya devam etmektedir.