Aramak

Dünya Hali

Adım Adım Terörsüz Türkiye

Son dönemde oldukça ilginç gelişmeler yaşanıyor. İç siyasette süren tartışmalar ve ekonomideki dalgalanmalar bile neredeyse unutuldu. Geçtiğimiz mart ayından bu yana kamuoyunun gündeminde yer alan ve arka planı uzun zamana dayanan “Terörsüz Türkiye” projesinde artık sona gelindi. Terör örgütü, silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldı. Bu, Cumhuriyet tarihinde atılan belki de en önemli adımlardan biri. 1978’de kurulan, ilk eylemlerini 1984’te gerçekleştiren terör örgütü, 41 yıllık süreçte Türkiye’ye büyük zarar verdi. Terörle mücadele için harcanan 20 trilyon dolar neyse, on binlerce insanımız hayatını kaybetti. Ülke içerisinde, özellikle dış bağlantılı operasyonlarla kırılmaya çalışılan fay hatları, bin küsur yıldır bu topraklara birlik ve kardeşlik içerisinde yaşayan halkların arasını açtı. Aynı safta huzur-u ilâhîye çıkan Müslümanlar, araya ekilen nifak tohumları yüzünden birbirilerinin gönüllerinde onulması güç yaralara sebep oldu. 

Meselenin çözümü için daha önce de ciddi adımlar atılmıştı. Fakat uzatılan eller ısırılmaya kalkılınca tekrar eski usul terörle mücadeleye devam edildi. Ancak şimdi barış için iyi niyetler ifşa ediliyor ve sözler veriliyor. İnşallah geçmişte yaşanan hatalar tekrar edilmez ve samimi gayretlerle başlatılan girişim tekrar akamete uğramaz. 

Devlet de artık tecrübeli. Dikenli bir yolda ilerlerken nereye basacağına dikkat ediyor. Bu topraklara ait, aynı şemsiyenin altında toplanan halklara samimiyetle kollarını açarken, ipleri sınırlarımızın dışında olan art niyetlilere karşı da teyakkuzu elden bırakmıyor. 

Devlet yapması gerekeni yapıyor. Bizler de toplum olarak aramızı bozmaya çalışan zehirli sözlere, fitne çıkarmaya çalışan muhterislere aldırış etmeden bu süreçte yapmamız gerekeni fazlasıyla yapmak durumundayız. Çünkü terör mevzuu bir daha açılmamak üzere tarihin tozlu rafları arasındaki yerini alırsa Türkiye çok kısa bir süre içerisinde süper güç olma yolunda ilerleyecek. Bunun için ne bizim ne de bize ümit bağlayan dünya mazlumlarının kaybedecek bir saniyesi bile yok. 

Barış Masası İstanbul’da 

102 yıllık Cumhuriyet tarihimiz kargaşalar, gerilimler, sokak olayları, ekonomik ve siyasal krizlerle dolu. Yakın geçmişimize bile baksak Türkiye’nin nasıl bir cendereden geçtiğine şahitlik edebiliriz. NATO üyesi olduğumuz 1950’li yıllardan bu yana yaşanan darbelerin ana aktörleri de ülkemizde her an kavga çıkarmaya meyilli büyük devletler. Bir zamanlar askerlerimizin ve istihbaratçılarımızın silahlarını ve teçhizatlarını gönderenler, dahası maaşlarını bile ödeyenler, şimdilerde Türkiye’yi sorunların çözüm mercii olarak değerlendiriyor. Türkiye’yi masanın üzerinde tezgâhlanan oyunların figürü olarak görenler, artık masanın etrafında oyun kurarken izliyor. Kendilerini korusunlar diye dış güçlere mesaj gönderen ve medet umanlara “Türkiye’nin iç meselesi, bizi ilgilendirmez” mesajı geliyor. Yeni Türkiye sadece bölgesinin değil, dünya siyasetine yön veren, krizleri bitiren ve pek çok ülkenin müttefik olarak görmek istediği bir profille mazlumlar için yeniden umut kaynağı oluyor.

2022’de başlayan ve bugün hâlâ devam eden Rusya-Ukrayna savaşının bitirilmesi için Türkiye’nin arabuluculuğuna ihtiyaç duyuluyor. Tarihte pek çok milletleri bağrına basan İstanbul, kuzeyinde akan kanın durması ve savaşın altından kalkılamaz boyutlara ulaşmaması için barış görüşmelerinde merkez olarak konumlandı. Geçen ay İstanbul’da bir araya gelen Ukraynalı ve Rus heyetlerle, çatışmaların sona ermesi için yürütülen görüşmeler İstanbul’da yapıldı. Her ne kadar Rus lider Vladimir Putin gelmese de barış umutlarının yeniden ve Türkiye’de yeşermesi önemliydi. 

Türkiye, gerek jeostratejik özelliği, gerekse kendisine devrolunan tarihî mirasıyla dünya barışı için kritik bir yerde duruyor. Hindistan-Pakistan geriliminin sonlanmasına katkıları, Ukrayna-Rusya savaşının nihayete erdirilmesi için ortaya koyduğu çabalar ve başta Suriye olmak üzere bölge ülkelerinin geleceği için aldığı aksiyonlarla artık yeni dünya düzeninin vazgeçilmez parçalarından biri haline gelen Türkiye, önümüzdeki sürecin de başat aktörlerinden olacak inşallah.

Gazze’de Kan Durmuyor

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarıyla başlayan İsrail’in Gazze işgali maalesef kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Yaşananlar kelimenin tam anlamıyla bir soykırım. İnsanlık tarihinde pek çok katliam yaşandı. Dünya, Haçlı Seferleri’ne, Moğol işgaline şahitlik etti. Fakat terör devleti İsrail tüm bunları unuttururcasına acımasızca vuruyor, ölüm kusan füzeleri mazlumların üzerine atmaktan geri durmuyor. Resmî veriler, hayatını kaybedenlerin 50 bini aştığını söylüyor. Ancak, gerçekte sayının çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. 

Bir millet çoluk çocuk yok olurken kendilerini insan hakkı havarisi olarak tanımlayan “koca koca” ülkelerden ses çıkmıyor. Kimileri, bebek cenazelerini görmezden gelip utanmadan İsrail’in haklı olduğunu savunabiliyor. İslâm dünyası da sessiz. Dev gibi petrol rezervlerinin üzerinde oturanlar, ABD Başkanı Trump’ı saçlarını sallayan kızlarla karşılayıp milyar dolarları ayaklarına serenler, her ne hikmetse İsrail’e esaslı bir tokat vuramıyor. 

Vaziyet öyle kötü ki, sokak hayvanları karınlarını doyurmak için ortalığa saçılmış insan uzuvlarını yiyor. Onbinlerce çocuk şimdi de açlıkla mücadele ediyor. Ümmetin evlatları, kendi vatanlarında bir grup vahşi çapulcunun postalları altında eziliyor. 

1948’ten bu yana sürdürülen sistematik katliam, üzülerek ifade etmeliyiz ki artık zirve yaptı. Gelinen noktada eğer birileri çıkıp İsrail’e dur diyemezse çok daha hazin tablolarla yüzleşmek zorunda kalacağız. 

Türkiye, gücü nispetinde gerekli adımları atıyor. Ancak; peygamber katili, kardeş katili İsrailoğulları öyle küstahlaşmış durumda ki, onu durdurmak için açıktan müdahale etmekten başka çare görünmüyor. Şartlar da maalesef bu noktada Türkiye’nin aleyhine. 

İnşallah, o günün de geleceği ümidiyle biz üzerimize düşeni yapmakla, İsrail’i ve onun destekçilerini her alanda boykot ve protesto etmekle mükellefiz. Ve tabii ki duayla... Allah bu acının intikamını almayı bizlere nasip etsin.

Putin’in Gözü Kulağı Ortadoğu’da

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ay Ortadoğu turundaydı. Göreve geldiği ilk dönemde aynı stratejiyi izleyen Trump’ın, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan ziyareti son derece “verimli” geçti. Dünyanın her bölgesinde Müslüman kanı akarken ses çıkaramayan, yardım dahi edemeyen liderler, ABD Başkanı ile 3 Trilyon doları aşan silah ve yatırım anlaşmaları imzaladılar. 

Geçmiş dönemde ülkesinin bölge ile ilgili izlediği yolu eleştiren Trump “Sonuçta, sözde ulus inşa edenler, inşa ettiklerinden çok daha fazlasını yıktılar. Müdahaleciler, aslında hiç anlamadıkları karmaşık toplumlara müdahale ediyorlardı” diyerek kendince günah çıkardı! Başına milyon dolar koyduğu Suriye Devlet Başkanı ile görüştü ve onu “Çok güçlü ve bu çok önemli. Zayıf insanlarla vakit kaybedemeyiz” diyerek övdü. İran’a zeytin dalı uzattı. 

Bayram değil seyran değil, Trump neden önüne geleni öpüyor diye düşünmeyin. Çünkü ABD’nin 40 trilyon doları aşkın borcu var. Ve başkan borcu azaltmak için köprüyü geçmeye çalışıyor!

Öyle görünüyor ki Rusya Devlet Başkanı Putin de önümüzdeki günlerde benzer bir yol izleyecek. Uzakdoğu ve Afrika’dan sonra pazar arayışı içerisinde olan Putin için Arap coğrafyası kıymetli bir kaynak. Trump’a 3,2 trilyon dolarlık “küçük bir katkı”da bulunan Arap Yarımadası ülkeleri, Putin’i de es geçmeyecektir! 

15 Ekim 2025’te Rusya-Arap zirvesini düzenlemeyi planladığını açıklayan Putin, “Arap Devletleri Ligi ile yapıcı diyaloğu ve üye ülkelerle dostane ilişkileri geliştirmeye devam etmek istiyoruz. Bu bağlamda, birliğe üye tüm ülkelerin liderlerini ve genel sekreterini, 15 Ekim’de düzenlenmesi planlanan ilk Rusya-Arap zirvesine katılmaya davet ediyorum” diyerek çağrıda bulundu. Arapların nasıl cevap verecekleri muamma. Bu çağrıya Washington’ın vereceği tepki de önemli. 

Sonuç olarak Müslümanların servetini birileri cüretkârca talep ediyor, başka birileri lütufkârca teslim ediyor, olansa mazlum Müslümanlara oluyor!

Libya’da Hayat Normale Dönecek

Muammer Kaddafi’nin gidişi Libya’da zafer naralarıyla karşılanmıştı. Elbette Kaddafi etrafına adalet dağıtan, herkese hak ettiğini veren, halkının taleplerine kulak veren bir lider değildi. Fakat ondan sonrası adeta tufan oldu. Avrupalı devletler için arenaya dönüşen Libya toprakları huzur ve sükûnete hasret kaldı. İç karışıklık yetmiyormuş gibi Halife Hafter isimli bir eşkıya ortaya çıktı ve ülkeyi iyice yaşanmaz hale getirdi. 

Bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Libya’daki Ulusal Birlik Hükmeti’ne çalışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütmesi için destek veren Türkiye, ülkede huzurun bir nebze de olsa sağlanmasına katkıda bulundu. Ancak, bu coğrafyaya kaos girdi mi sanki bir kanser hücresiymiş gibi çıkmak bilmiyor. Kamu otoritesinin tam olarak tesis edilememesi, ülkeyi yeni silahlı grupların tehdit etmesine imkân sunuyor. 

“Almasri” lakabıyla bilinen Libyalı General Usame Nayim, tutuklulara karşı savaş suçu işlediği ve reşit olmayan bir kıza tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklanmış, sonra serbest bırakılmıştı. Onun lideri olduğu bir grup milis Trablus sokaklarını zapturapt altına almaya çalıştı. Yoğun çatışmaların ardından Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdülhamid Dibeybe, bu saldırıları da bertaraf ederek yakın gelecekte özlenen ve beklenen hukuk devletine kavuşacaklarını ifade ederek vatandaşlarından destek ve sabır istedi. 

Osmanlı Devleti’nin haritasını önlerine koyup kalemle sınırları çizenler tam olarak bugünleri tasarlamış olmalılar. Devlet-i Aliyye’nin çekildiği günden beri, bir zamanların ışıltılı şehirleri şimdilerde bombaların, füzelerin ve silahların ışıklarıyla aydınlanıyor. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi dünya bir inkılap bekliyor. Ve bir zamanlar doğudan batıya, kuzeyden güneye adalet götüren şanlı nesillerin torunları yapacak bu inkılabı inşallah. Yoksa adalete muhtaç topraklar kanla sulanmaya devam edecek.

Soykırımcı İsrail’in Yeni Hedefi

Siyonist terör Gazze’de mazlumların üzerine kabus gibi çökerken, diğer taraftan kendisine tehdit olarak gördüğü başka bir mazlum halka da saldırmaktan geri durmuyor. Düşünün, 9 milyon nüfuslu terör örgütü hüviyetinde bir devlet, arkasına aldığı uluslararası rüzgârla içerisinde bulunduğu coğrafyada kan kusturuyor. Gazze’de toprağa düşen masum bedenler yetmezmiş gibi, Yemen’deki Husileri hedef alan İsrail bu kez de füzelerin namlularını güneye, Yemen halkına doğrultuyor. 

Yemen’de bulunan Husileri İran destekliyor. 1990’ların başında ülkenin kuzeyinde kültürel bir grup olarak ortaya çıkan, 1992’de “İnanan Gençlik” adlı organizasyonla örgütlenen hareketin milis sayısı 2005’te 3 bin kişi iken bugün yüzbinlerce kişiyle eylemlerini gerçekleştiriyor. Arap Baharı sürecinde varlıkları etkin hale gelen Husiler, 2014’ün sonunda Yemen’in başkenti Sana’yı, 2015’te de ülkenin kontrolünü büyük oranda ele geçirdiler. 

Ekim 2023’te İsrail’in Gazze’yi işgali sonrasında insansız hava araçları ve füzelerle İsrail’e saldıran Husi’ler, Kızıldeniz’de bir ticarî gemiyi kaçırdı. Ardından, yine ticaret gemilerine yönelik operasyonlar gerçekleştirerek İsrail’in hedefi haline geldi. İngiliz ve Amerikan ticaret gemileri de Husilerden nasibini alınca bu iki ülke de Yemen’e yönelik saldırı sürecine destek vermeye başladı. 

Husilerle İsrail-ABD-İngiltere ittifakı arasındaki mücadeleden yine maalesef mazlum Yemen halkı etkileniyor. Husiler İsrail’e saldırdıkça Siyonist ordu mislinin fazlasıyla cevap veriyor. En son İsrail Savunma Bakanı Katz, Husilerin lideri Abdülmelik el-Husi’yi ölümle tehdit etti. 

Bu mücadele üzülerek söyleyelim ki devam edecek. Ortadoğu üzerine yazılan kanlı senaryoda belki aktörler değişecek, ama Siyonist katiller tamamen yok olmadıkça bir tarafında İsrail’in bulunduğu savaş bu bölgeden eksik olmayacak.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy