Çekilen Acılar
İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû uzun yıllar hizmetinde bulunan ve sonrasında kendisine hilafet verdiği Mîr Numan kuddise sırruhû’ya gönderdiği bir mektubunda şöyle yazmıştır:
Dünyada çekilen acı ve sıkıntının çokluğu, sık günah işlemekten ziyade günahların kefaretine işarettir. Günahları silinip Rabbi’nin huzuruna arınmış olarak çıkmaları, âhiretin zorluklarından kurtulmaları için en çok belaya maruz kalan yine velîlerdir.
Rivayete göre vefat hastalığı sırasında Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir miktar acı çekmiştir. Hz. Fâtıma validemiz radıyallahu anhâ bu durumu görmüş, O’na sevgi ve şefkatinden, ayrıca ondan bir parça olmasından dolayı çok üzülmüştür. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kızının bu halini görünce onu şu sözlerle teselli etmiştir:
“Babanın bütün sıkıntısı bundan ibarettir. Bundan sonra daha acı çekmeyecek.” (Buhârî, Megâzî 83)
Bir sürelik acı ve sıkıntıya karşılık çok daha şiddetli ve ebedî olan azabın kalkması ne büyük nimettir! Bu nimet ancak Allah dostlarına aittir. Allah düşmanları bu dünyada sıkıntı çekerek işledikleri günahlarının kefaretini ödeyemezler. Hesapları âhirete bırakılır. Bu bakımdan Allah dostları belalara diğerlerine kıyasla daha layıktırlar. Diğerlerinin günahları daha büyük, pişmanlıkları daha az ve günaha karşı cesaretleri çok olduğundan buna layık görülmemektedirler. Bunların günahları daha çok azgınlık ve ısrardan kaynaklanmaktadır. Hatta zaman zaman laubalilikten ortaya çıkmakta, Allah Teâlâ’nın ayetleriyle dalga geçmeyi bile göze almaktadırlar.
Cezanın şiddeti suça oranla verilir. Eğer suç hafif, işleyen kimse de Yüce Allah’a karşı boynu bükük olursa dünyada çekilen eziyetler bu kimsenin günahına kefaret olabilir. Fakat suç ağır olur, suçu işleyen kimse de inatçı ve ısrarcı olursa daha ağır bir cezaya çarptırılmak üzere bu suçun cezası âhirete bırakılır.
“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl 33)
Mektubunuzda, insanların sizinle dalga geçtiğini; “Allah niçin dostlarını dünyada sıkıntılara maruz bırakıyor da onlara sürekli nimet vermiyor?” dediklerini ve bu gibi sözlerle Allah dostlarının varlığını kabul etmek istemediklerini yazmışsın. Ne ilginçtir ki, kâfirler de benzer gerekçelerle Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem’i kabul etmemişlerdi. Allah Teâlâ onların bu sözlerini bize şöyle naklediyor:
“Kâfirler şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber! (Bizim gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor. Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı. Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (rahatlıkla geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı.” (Furkan 7-8)
Aslında bu gibi sözler, âhireti ve âhirette görülecek olan ebedî azap veya mükâfatı inkârdan ve dünyanın peşin hazlarına aldanmaktan kaynaklanıyor. Âhirete inanan ve ebedî azap veya mükâfatı doğrulayan kimse için geçici dünya sıkıntısı o kadar büyütülecek bir şey değildir. Aksine o, âhiret mutluluğunun sebebi olan bu dünyanın geçici cefasını sefa olarak görür.
İnsanların sözlerine kulak asmamalı. Cefa ve ıstırap sevginin tanığıdır. Basireti kapanmış biri bunların sevgiyle bağdaşmadığını iddia ederse elimizden ne gelir? Cahillerin sözlerine aldırmamaktan başka çare gözükmüyor.
“Güzel bir sabırla sabret!” (Meâric 5)
Bu hususta verilebilecek bir başka cevap da, belanın sevgilinin kamçısı olduğudur. Bela öyle bir kamçıdır ki onunla sevgili, sevenin gönlünü başkalarına kaptırmasına mâni olur ve onu daima kendisine çeker. Belanın, velîlerin başkasına meyletme kusurunu örttüğü göz önünde bulundurulursa, insanlar arasında belaya en fazla layık olan velîlerdir. Bu bakımdan diğerleri bu devlete layık görülmezler.
Nasıl böyle olmasın ki! Velîler sevgilinin huzuruna zorla çıkartılırlar. Ezelde ilâhî inayete nail olan Allah Teâlâ tarafından seçilmiş kullar, O’nun huzuruna sürüklenerek getirilir ve sevilmişlik (mahbubiyet) makamına layık görülür. Ezelde Yüce Allah’ın inayetine nail olamamış kimseler de kendi iradelerine bırakılır. Eğer sonsuz mutluluk ona erişirse inabe yoluna girer ve Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla maksada ulaşır. Aksi takdirde kendi haline terk edilir.
“Ey Allahım! Beni göz açıp kapayacak kadar bir süre için bile nefsime bırakma.”
Bundan anlaşılıyor ki murad (Allah tarafından seçilen) kullar, mürid (kendi iradeleriyle seçen) kullardan daha fazla belaya maruz kalırlar. Nitekim muradların ve sevilmişlerin öncüsü olan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir peygamber benim gördüğüm kadar eziyet görmedi.” (Tirmizî, nr. 2477; İbn Mâce, nr. 151)
Belada tellallık ve kılavuzluk özelliği vardır. Çünkü tellal iyi takdimiyle seveni sevgiliye kavuşturur, onu sevgiliden başkasına iltifat etmekten alıkoyarak gönlünü saflaştırır. Ne ilginçtir ki, halk binlerce altın verip beladan kurtulmak isterken, Yüce Allah’ın velî kulları ellerine binlerce altın geçse bununla bol bol bela satın alırlar.